16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Milyonluk MOBESE Neye Yarar?

Bu haftaki yazımıza yine dışarıdan bir örnekle başlayalım:

Komşumuz Gürcistan, komünist rejimden bağımsızlığını 1991 yılında elde etmiş olan, tabiri caizse, daha emekleme çağındaki bir cumhuriyettir. 

Buna rağmen, ülkede yaşanan politik istikrarsızlıktan dolayı ilan edilen sıkıyönetim esnasında bile, sokaklarında tek bir polis veya asker uygulamasına (çevirme) rast gelinmemektedir. 

Polis ve askerler, çıkabilecek olaylara anında müdahale edebilmek için şehir merkezlerinde toplu olarak bekletilmelerine rağmen; günlük işlerine koşuşturan halkın yaşamına kesinlikle müdahale etmemektedirler.

1923 yılından beri cumhuriyet rejimiyle idare edilen, AB namzeti demokratik Türkiye’de ise; rutin mitinglerde veya bazı hassas günlerde bile olağanüstü tedbirler alınması, adeta otomatiğe bağlanmış bir uygulama haline gelmiştir.

Bırakın Anadolu’daki küçük il ve ilçelerin girişlerinde her gün yapılan arama-taramaları, dünyaya açılan kapımız olan İstanbul’da bile, her gün, trafiği engellemek pahasına da olsa, adım başı, insanların tipine göre kimlik sorgulaması veya üst araması yapılmaktadır. 

Ülkemiz, sanki, üzerine sinmiş olan bir sıkıyönetim halini her an yaşamaktadır? 

Çevirme esnasında canınız sıkılıp, öflenip - pöflendiğinizde ise, aldığınız cevap klişedir: 

“Biz bunu, sizin güvenliğiniz için yapıyoruz!”

Yapma bari… 

Kaç tane terör olayını engelledin bu yolla?

Çeteler ise organize zaten, teknik takip (telefon dinlemesi vs) yapmadan nasıl çözeceksin?

İki tane çömezden silah yakalayacağım diye, milleti bu kadar germeye değer mi?

* * *

Örneğin, geçen 1 Mayıs’ta İstanbul’da unutulmaz bir trafik rezaleti yaşanmıştı: 

İstanbul’un üst düzey yöneticileri, Taksim’de kanunsuz bir gösteri yapılabileceği savıyla, tüm İstanbul genelinde, abartılı ve makul bir esneklik payı bırakılmamış sıkı güvenlik tedbirleri aldırmışlardı. 

Alınan bu katı güvenlik tedbirlerini bizzat uygulamakla mükellef olan görevlilerin, trafiğin tamamen felç oluşuna bizzat şahit olmalarına rağmen, inisiyatif kullanmaktan çekinmeleri (veya buna cesaret edememeleri?), hafızalarımıza olumsuz şekilde kazınan bu eziyeti doğurmuştu. 

Hatırlanacağı gibi; sonuçta o gün, Taksim’deki kanunsuz gösteriler engellenemediği gibi; 14 milyonluk şehirde olaylarla alakası dahi olmayan insanlar işlerine gidememiş, hatta; hastalar ve kazazedeler yollarda kalmıştı!

 * * *

Bugünlerde “Beyoğlu’nda eğlence mekanları basıldı” haberleri yine medyada yer almaya başladı.

Sanki kanunsuz barınan yabancıların mekanlarını basıyorsun?

Bilakis, vatandaş eşini-dostunu almış eğlenmeye gitmiş, sen tepesinde boza pişiriyorsun.

AB Uyum Yasaları falan hikaye!

12 Eylül ruhu ölmedi, içimizde yaşıyor!

 * * *

Bundan tam 27 yıl önce; 12 Eylül darbesiyle uygulamaya konan ve o zamanki  olağanüstü durumun ruhuna uygun olarak düzenlenmiş olan bir çok askeri terminoloji ve yöntem, bugün hala, iç güvenlik uygulamalarında referans olarak kullanılmaktadır.

Emniyet Genel Müdürlüğü; gerek idari, gerekse suçla mücadeledeki stratejik ve taktik uygulamalarında, 12 Eylül ruhunun etkisini hala hisseden ve hissettiren devlet kurumlardan birisi olarak görünmektedir.

AB Uyum Yasaları, polisin suçlu ile ilişkilerine yeni bir boyut getirerek, işkence iddialarının azalmasına yol açmış olmakla birlikte; teşkilat dahilinde yaşanmakta olan idari, insani ve bürokratik sorunlara bir çare getirememiştir.

Bunlardan hangilerini bir çırpıda sayabiliriz, bir bakalım?

·         Yıllardır iyileştirilemeyen, AB standardına çıkarılamayan  özlük haklarını mı?

·         Görevlerinin doğası gereği, “ölmek”le ve gerekirse “öldürmek”le de görevli olmalarına rağmen, masa başında görev yapan kaymakam veya savcılarla mukayese edilmek suretiyle, hala “fakirlik sınırının” altında tutulan maaşlarını mı?

·         ILO standartlarına göre en fazla 8 saatle sınırlı olması gerekirken; olağanüstü bir olayın olmadığı günlerde bile, 12 hatta, 18 saati bulan çalışma sürelerini mi?

·         Maçtır, konserdir ve sair angaryalarını mı?

·         Sorumluluk bölgelerinden her gece 02:00 ye kadar ayrılmaları yasaklanmış “çağdaş köleler” olan ilçe müdür ve amirlerini mi? 

·         Mesaileri bitse bile, yetkili müdürün iki dudağının arasıdan çıkması artık alışıldık bir durum haline gelen “ikinci bir emre kadar çıkış yok” rezaletini mi?

·         Herkese “insan hakları” sağlamaları beklenirken, kendilerinin en basit sosyal haklardan bile mahrum bırakılmasını mı?

·         Merkezdeki bazı makamların, yıllardır belli isimlere adeta “tahsisli” olmasını mı?

·         Hiyerarşide “evet efendimciliğin” hala en geçerli kural olmasını mı?

·         Merkez uygulamalarının taşra gerçeklerine çok uzak ve teşkilatı gereği gibi yönlendirmekte yetersiz olmasını mı?

·         Rüşveti ve yolsuzluğu önleyecek “ödül” motivasyonlarından birisi olabilecek olan; düz memura, liyakat esasına göre amir olma hakkının tanınmamasında ısrarcı olunmasını mı?

·         Bununla birlikte, yıldıza hak sahibi olarak görülmeyen aynı polis memuruna amirlik görevinin, bu kez, personel yokluğundan,“vekaletle” verilmesini mi?

·         Teşkilata tevdi edilen asli görev asayişi sağlamak olmakla birlikte; pasaport, ruhsat, ehliyet gibi asayişle ilgili olmayan kadroların hala tıka basa doldurulması, ama buna karşılık, sokakların başı boş bırakılmasını mı?

·         Asayişi sağlamak için özel olarak eğitilmiş olan beli silahlı polislere, polis evi ve polis okulları gibi yerlerde, para hesabı veya salon sorumluluğu yaptırılmasını mı?

·         Evrak işiyle uğraşılan birimlere,  EHS (Emniyet Hizmetleri Sınıfı) dışındaki, yetiştirme ve çalıştırma maliyeti daha az olan memuriyet sınıflarından görevlendirme yapmamakta ısrar edilmesini mi?

·         Bürolarda çalışan polisler ile terör, asayiş ve kaçakçılık birimlerinde kelle koltukta görev yapan polislerin, terfi ve tayinlerde aynı kefeye konulmasını mı?

·         Hatta, bürodakilerin daha avantajlı olmasını mı?

·         İşlenmekte olan bir suçu görünce, kafalarını hemen başka yöne çevirecek kadar ürkek hale getirilmiş, suçlu karşısında mahkemelerde yalnız bırakılmış polisleri mi?

·         İktidar partisinin il yöneticilerinin akrabalarından bile korkar hale getirilmiş polisleri mi?

·         Siyasi partilerin kulislerinde yapılan tayin ve terfi  listelerini mi?

·         Sınırlı kullanılabilen bir “ödül sistemine” rağmen, sıkça başvurulan “ceza sistemini” mi? 

·         Kriteri belli olmayan şark tayinlerini mi?

·         Kriteri belli olmayan garp tayinlerini mi?

·         Haksızlığa uğradığı veya çoğunlukla da zaten hakkı olanı alabilmek için kendi idaresiyle davalı duruma gelmiş binlerce personeli mi?

·         Artık fütursuzca yapılan adam kayırmaları mı?

·         Kişilere göre keyfi olarak farklı farklı uygulanan mevzuatı mı?

·         Terfi ve tayinlerde, “liyakat”in yerini “sadakat”in almış olduğunu mu?

·         Bitaraf veya karşıt görüşlü personele artık gına getirtmiş olan  “vahşi kadrolaşma” takıntısını mı?

·         Polisin “mutlu ve verimli çalışması” için gayret göstermesi gereken EGM Personel Dairesinin, bu gibi işleri önemsemediği gibi; yükseklerde dayısı olmayan personele karşı hep ama hep “tavırlı ve soğuk” davranmasını mı?

·         Sahte sözlerle sıvazlanan sırtların, ilk fırsatta hançerlenmesini mi?

·         Daha iyi şartları olan bir iş bulduğunda bırakıp giden, sayısı azımsanamayacak, küstürülmüş personeli mi?

·         Bunlar istifa edince, kendilerine yer açıldı diye içten içe sevinen etliye-sütlüye karışmazları mı?

·         Polis Akademisi’nin, tüyü bitmemiş yetimin hakkından kesilerek kendilerine harcanan paranın karşılığını vermek üzere, kadroya koşup bir an evvel halkına hizmet etmeyi tercih etmesi gerekirken; masa başında kalarak yüksek lisans yapmaya hevesli yeni mezunlarını mı?

·         Bugüne kadar “Bakın, bu projeyi de biz kendimiz hazırladık.” dediğine şahit olamadığımız Güvenlik Bilimleri Enstitüsünü mü? 

·         Halk asayişsizlikten inim inim inlerken, bulunduğu coğrafya itibarıyla çalışmalar yapıp suçun önlenmesi için projeler üreteceğine, polise yüklenmeyi hala marifet sayan yerel üniversiteleri mi?

·         Polisliğin, eskiden halka hizmet için idealize edilmiş bir meslek iken, şimdilerde iş bulamayıp da polis olanlar için “eve ekmek götürme kapısı” haline getirilmesini mi?

·         Halka hizmet için değil; mümkünse, bankamatik memuru olmak niyetiyle teşkilata giren yeni yetmeleri mi?

Hangi birini sayalım, hangi birini?...

 

* * *

Benim aklıma bu kadarı geldi; bu kadarını sayabildim. 

Siz de bir şeyler ekleyin, arzu ederseniz.

Ama benim asıl sorum başka olacak: 

Bu kadar sıkıntıyı yaşayarak “mutsuz” bir şekilde görevine giden polisin verdiği hizmetten halk gerçekten memnuniyet duyabilir mi?

Hal böyle iken, toplumsal düzen ve adalet hakkaniyetle sağlanabilir mi?

* * *

 

Sayın Beşir Atalay… 

Siz İçişleri Bakanı olarak atanalı 3 ya da 4 ay kadar oldu. 

Yılların yorgunluk ve tedirginliğini üzerinde taşıyan Emniyet Teşkilatı, sizden dinamizm ve sıcak bir kucaklama bekliyor.

Geçmişte yapılan hataları ve artık kronikleşmiş sorunları düzeltmeye başlayarak, samimiyetle güvenlik güçlerimizi kucaklarsanız; hem kendiniz, hem de milletimiz adına çok güzel bir iş yapmış olursunuz.

Çünkü yalnızlığa ve atalete itilmiş, canı pahasına görev yapmakta olan bu personelin gerçek ve sıcak bir “ilgiye” ihtiyacı var.

Ama gördüğümüz kadarıyla zat-ı aliniz; İstanbul’un asayişine katkıda bulunmak için milyonlar harcanarak kurulan MOBESE kamera sistemiyle, suçluların değil, kep giymeyen polislerin peşine düşmüşsünüz.

Kılık – Kıyafet Yönetmeliği de bir yönetmeliktir ve mutlaka uyulması gerekir ama, elinizin altındaki, uyulması gereken tek yönetmelik değildir!

Polis teşkilatımız, lehte olan yönetmelikleri de aynı hassasiyetle uygulamanızı hararetle beklemektedir.

* * *

Arz-ı hal, işte kısaca böyledir.

Gereğini… 

Saygılarımla arz ederim.

 

 

İletişim : feramuzerdin@kenthaber.com

 

 

 

Yayın Tarihi : 19 Kasım 2007 Pazartesi 10:32:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
X IP: 84.254.128.xxx Tarih : 13.12.2007 10:40:14

Bir Polis Akademisi mezunu olarak birçok düşüncenizi paylaştığım gibi, daha nice vehametin farkında olmadığınızı (olamadığınızı) görüyorum. Çok şükür ki hala Türkiye'nin çok iyi iş çıkaran teşkilatlarından biridir Emniyet. Bir de bahsettiğiniz problemlerden arınmış olsa bırakın teröre nefes aldırmayı, dış desteğini bile canından bezdirir.


Yasemin K. IP: 88.245.66.xxx Tarih : 20.11.2007 20:03:07

sizin gibi bilinçli yazarlar oldukça bu devlet hiç ama hiç batmayacak. herkesin her şeyden haberi olacak. saygılarımla


serkan şahin IP: 88.248.252.xxx Tarih : 29.11.2007 17:47:55

elinize kaleminize sağlık


MEHMET K. IP: 88.254.193.xxx Tarih : 27.11.2007 20:33:08

SAYGIDEĞER AMİRİM YAZILARINIZI İLGİYLE TAKİP EDİYOR BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLİYORUM.