16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Polisten Başbakan'a Karakolda Fırça!


Geçen Pazar günü internette gezinirken, AP Haber Ajansı kaynaklı bir habere gözüm ilişti:

İsrail Polisi, kurduğu 200 kişilik özel bir ekiple Başbakanlık, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Posta İdaresi ve Kudüs Belediyesi’ne eş zamanlı baskın düzenleyerek, delil aramıştı.

Polis sözcüsü medyaya yaptığı açıklamada, bu baskınların “Olmert’in Gayrimenkul ve Politik Yolsuzlukları Soruşturması” kapsamında yapıldığını söylüyordu.

Peki, kimdir bu Olmert?

Belki inanamayacaksınız ama; hali hazırdaki İsrail Başbakanı.

Evet yanlış okumadınız ama, bir daha yazalım:

Baş-ba-kan!
* * *

Birkaç yıl önce; aşırı alkollü olarak kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle sokakta polise yakalanan genç, ertesi sabah ebeveynleriyle birlikte karakola gelmesi şartıyla serbest bırakılmıştı.

Sabahleyi oğlunu elinden tutarak mahalli karakol amirinin karşısına çıkaran İngiliz baba, karakolda kendisine sorulan “Göreviniz?” sorusuna, “İngiltere Başbakanı” şeklinde cevap vermişti.

Oğlu sırasını savdıktan sonra, zamanın İngiltere Başbakanı Tony Blair de, reşit olmayan çocuğuna sahip çıkmadığı için, karakol amirinden bir güzel “fırça yemişti”!

Blair, polisten korkusuna mı, yoksa azar işitmeyi sevdiği için mi karakola gitmişti?

Tabi ki hayır!

Öncelikle, bir İngiliz vatandaşıdır ve sade bir vatandaş ve bir baba olarak, kurallara uymakla yükümlüdür..

Bundan daha da önemlisi, idarenin en başındaki kimse olarak, kendisi kurallara uymazsa, halkan hiç kimsenin uymasını bekleyemeyeceğini bildiği için, bir halkla ilişkiler gösterisi olarak karakola kadar gitmiştir.

Ve burada, vermek istediği mesajı tam olarak vermiştir:

1-Kurallar herkes için geçerlidir ve istisnası olamaz!

2-Polis, kamu düzenini sağlayan önemli bir figürdür ve gereken saygı gösterilmelidir!

* * *

Sırası gelmişken, bizden de bir-iki örnek vermeden geçmeyelim:

Birkaç sene evvel, Fatih’te amiri bulunduğu Şehit T.F. Erciyes Polis Merkezi’nde Başbakanımız’ın, aynı zamanda gayri resmi koruması da olan yeğeniyle tartışan Başkomiser Zekeriya Yeniyol’un o günden beri izini bulabilen varsa, bir adım öne çıksın.

Bunun yanısıra; T.C Başbakanlık Koruma Amiri'ni tek cümlesiyle değiştirecek kadar etki ve yetki sahibi olan bazı inşaat müteahhitlerinin varlığı da, kulislerde fısıldanmaktadır.

Haliyle; ülkemizde yaşanan örneklere aşina olan bir vatandaşımız için, yukarıda anlatılanlar, bir bakıma, Andersen’den masallar kıvamındadır.

Görevdeki bir başbakanın bürosunun veya evinin polislerce basılması veya bir başka başbakanın bir karakol amirinin makamına kadar giderek adeta “azar işitmesi” bizlere şaşırtıcı gelebilir. Fakat, demokrasiyi hazmetmiş ülkelerdeki fiili durum budur.

Peki, yukarıda olumlu örneklerini verdiğimiz İsrail ve İngiltere kendi vatandaşına karşı bu kadar demokratik iken, yabancılara karşı da aynı mıdır ya da dünya üzerindeki her canlının hukukunu aynı ölçüde gözetir mi?

Kesinlikle hayır!

Ama biz burada, bu ülkelerde sağlanan iç düzen örneğinden ve kendi vatandaşımızın devletiyle olan ilişkilerinden, beklentilerinden ve nihayetinde polis ile jandarmanın demokratik bir toplum için olan öneminden söz edeceğiz.

Yani, kısaca, “yurtta sulh” kavramından…

Daha sonra da, kolluk görevlilerinin yaşadığı ve yaşattığı sorunlar gelecek ki; işte burada biraz da zülfiyare dokunacağız!

* * *

Demokratik ülkeleri, demokratik olmayan ülkelerden ayıran en önemli özelliklerden birisi de, devletin “yaptırım gücünü” kullanan polisin, kendini, kanunlar ve mesleki etik dışındaki hiçbir şeyle sınırlı hissetmemesidir.

Bizde sıkça başvurulan bir kavram olan “vicdan”, bazı ülkelerde kamu görevinde aslında pek de referans olarak alınmaz. Çünkü; memurların “vicdanına” bırakılmış her iş, karşılığında “vicdansızlık” olasılığını da beraberinde getirir ki; bu da toplumsal adaletin tecellisi adına göreceli bir durum yaratabilir.

Dikkat ederseniz, kanun ve düzenin tesis edildiği toplumlar daha müreffeh ve başarılıdır. Siyaset tarzı, halkın günlük yaşamına müdahale etmemektedir.

Buradaki kastımız, buralarda asla suç işlenmediği değildir.

Ama, suç işlerseniz, kim olursanız olun, polisin bir gün kapınızda belirmesini engelleyecek hiçbir güç olmadığını bilirsiniz.

Sade bir vatandaş olarak sokakta yürürken bile, devletin var olduğunu, sizin haklarınızı koruduğunu ve kanun karşısında herkesle eşit olduğunuzu hissedersiniz.

Bunun yanı sıra; vatandaşlık gereklerini yerine getirmek de, sizin vicdanınıza bırakılmamıştır. Toplum düzenini bozan her hareketin müeyyidesi vardır ve bu müeyyide, kim olursanız olun, size de uygulanır.

Buralarda yaşanan kötü örnekler de yok mudur? Tabi ki vardır ama, mümkün olduğunca fazla insanı mutlu etmeyi hedefleyerek kurulmuş olan bir sistem hilafına hareket edenler, işleyen mekanizmalar tarafından, derhal ayıklanmaktadır.

Kamu görevlileri, hükümetteki veya üst düzey bürokrasideki “dayı”larına değil de, kendilerini koruyan kanunlara veya daha da önemlisi kurulu sisteme güvendiklerinden, işler tıkır tıkır yürümektedir.

* * *

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir takım ülkelerde ise durum maalesef böyle değildir.
Yıllardır gelen her hükümet tarafından Devlet’in hemen her kurumu siyasallaştırıldığı için, kamu görevlileri görevlerini yaparken ne zaman, nerede ve neyle karşılaşacaklarını pek tahmin edemezler.

Polisler arasında yaygın olan ve bir meslektaşları tayin olduğunda veya terfi aldığında söylenen, “Allah utandırmasın” sözü de bir temenniden çok, bu tedirginliğe işaret eder aslında.

Çünkü takip edilmekte olan bir işin ucu “kalın” bir yerlere varırsa, rüzgarın atık ne taraftan eseceği belli olmaz. Bir gün önce parlak ve övücü sözlerle ifade edilen bir polis, ertesi gün kolayca “günah keçisi” olarak ilan edilebilir.

Bunun yanı sıra; bulunduğu yerde kanun ve düzeni mümkün olduğunca sağlamak için tam bir gayretkeşlikle çalışan; yolsuzlukları ortaya çıkarmaya çalışan personel, yaptığı işin doğası gereği; işkenceden, yolsuzluğa; rüşvetten, adam kayırmaya kadar çeşitli adli ve idari soruşturmalara konu olabilir.

Arkalarında sağlam bir devlet desteği olmayan ancak, karşılarında örgütlü ve bilinçli bir suç mekanizması bulunan dürüst polisler bile, çoğunlukla takip ettikleri suçun faillerince verilen kasıtlı beyanlar neticesinde açılan mahkemeler ve idari soruşturmalar arasında koşuşturup durmaktadırlar.

Terfiler esnasında veya bazı önemli görevlendirmelerde “ hakkında yürütülmekte olan adli ve idari soruşturma olmamak” şartı arandığı için de, terfi alan ve önemli görevlere getirilenler, genelde, etliye-sütlüye karışmadan, sicilini temiz tutmayı başaranlar olmaktadır.

Canını dişine takarak sokaklardaki asayişi sağlamaya çalışan bu personele destek olunmadıkça, arkalarında durulmadıkça ve hakları verilmedikçe, suçla mücadelede gerçek bir başarı beklemek hayaldir.

Tabi ki; bu gibi şeylere kafa yormak istemeyen üst düzey idareciler için, suç istatistikleriyle oynamak da başka bir yoldur ve doğal olarak daha kolaydır!

Matematiği pek bilmem ama, bir suç her yıl % 50 azalıyorsa; bir kaç yılın sonunda tamamen ortadan kalkmış olmalıdır, değil mi?

Peki neden öyle olmuyor?

Ya açıklanan istatistiklerde bir sorun var, ya da vatandaş suça artık son verildiğinin farkında değil, çantası çalınınca kendinin kapkaca falan uğradığını sanıp, hemen karakola koşuyor?

* * *

Bunca çarpıklığın arasında polisin bir de, sıkça çeşitli renkli projelerle gündeme gelen bir “imaj düzeltme” takıntısı vardır ki; "kel başa şimşir tarak" misali, en tuhaf konulardan birisidir.

Sen görevini doğru dürüst yaparsan, halk senden memnun olursa, imaj tamiri neyine gerek?

Gazoz reklamından bir alıntı yaparsak:

“İmaj hiçbir şeydir, asayişsizlik her şey!”

Örnekler vermek gerekirse;

Kimisi, vatandaşı geceleri karakola çay içmeye davet eder (ki; o saatte sarhoşlardan başka kim gelir Müdürüm?)…

Kimi, karakolları pembeye boyayarak “pembekol” yapmaya çalışır (ki; karakol kelimesi, Osmanlı’da asayişi sağlayan “karakullukçu” tabirinden gelmektedir; renklerle bir alakası yoktur!)…

Kimi, Polis Günü olan 10 Nisan’da, copa gül sararak sergiye koyar. (Sen çok yaşa e mi?)…

Kimi de, ‘yaşlıdır, müdüriyete kadar gelemez’ diye, devletin benzinini harcayan polis arabasıyla vatandaşın ayağına kadar pasaport gönderir. (Sanki bu adam pasaportunu ‘hatıra’ diye vitrine koyacak? Bilakis, cebine koyup, o ülke senin bu ülke benim dolaşacak, sayın Müdürüm!)

Ama teşkilatın, personelinin veya vatandaşın asıl sorunlarına sıra gelince deee, tüm bu yaratıcılıklar bir anda kaybolup gider!

Ve ne kadar bekleseniz de, artık geri gelmez!

Çünkü; artık hantallaşmış olan halihazırdaki yapıda, ne kadar isterseniz isteyin, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm üretmeniz olanaksızdır.

Çünkü; belki de 10-15 yıldır aynı koltukları işgal edenleri, ikna edip, bir şeyleri değiştirtmek o kadar da kolay değildir!


(devam edecek...)

e-mail : feramuzerdin@mynet.com

Yayın Tarihi : 13 Kasım 2007 Salı 13:47:06
Güncelleme :13 Kasım 2007 Salı 13:58:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
serhad serdengeçti IP: 88.227.16.xxx Tarih : 15.11.2007 17:52:01

Sayın teşkilatı o kadar güzel anlatmışsın ki bunun üstüne yorum yapılmaz ,Saygılarımla...