Fenerbahçe’nin, ‘esrarengiz’ zengin Abromovich’in takımı Chelsea karşısında dün gece aldığı haklı galibiyet dışında, bugünlerde, gündemimiz öylesine can sıkıcı konularla dolu ki…
Kendini iyice hissettirmeye başlayan ekonomik sıkıntılar yüzünden, insanlar artık burnundan solumaya başlamış.
Ortalık adeta barut fıçısı…
Gücünü kendisini seven-sevmeyen herkesten alan Fenerbahçe’ye, ileriki maçlarında da başarılar dilerken; bugün, sizleri gündemden uzaklaştıracak, gerçekten yaşanmış “fıkra gibi” bir olayı aktarmak istiyorum:
* * *
1970’li yıllar…
Türk medyası ve insanı yavaş yavaş magazinle tanışmaya başlamıştır.
O dönemde, Türkiye’de ilişkiler bu kadar göz önünde yaşanmadığından, magazine malzeme olanlar, genelde, yurtdışında yaşayan ünlülerdir.
Monaco Krallığı’nın dünyalar güzeli prensesleri Caroline ve Stephanie, her gün gazetelerimizde boy göstermektedir.
Prens Rainer ile aktris Grace Kelly’nin büyük kızları Prenses Caroline’nin tutkulu aşkları ile küçük kızları Prenses Stephanie’nin asi ve aykırı tutumları, nedense hepimizin merak konusu olmuştur?
O zamanlar, günlük gazeteleri, Türkiye’nin her tarafında aynı gün okuyabilmek de büyük bir meseledir.
* * *
Rize Çayeli’nde bir köyde yaşayan Ahmet için, basımı tarihinden iki-üç gün sonra ulaşabildiği gazeteleri okumak, adeta bir tutku haline gelmiştir.
O dönemlerin popüler siyasi fikirlerinden de etkilenmiş olan Ahmet, siyasi faaliyetler yürüttükleri dernek lokalinde ulaşabildiği gazetelerden, hem yurt gündemini takip etmekte hem de Monaco Sarayı’nın prenseslerinin göz alıcı hayatlarını uzaktan ilgiyle izlemektedir.
Gel zaman – git zaman yeni yetme Ahmet, köyde tanıdığı hiçbir kıza benzemeyen yaşıtı Prenses Caroline’e âşık olduğunu fark eder.
Ne ‘anarşi’ meseleleri, ne de ülkenin gelecek güzel günleri artık onu ilgilendirmemektedir.
Gazeteleri ilk eline aldığında, kalbi heyecanla çarparak, gözleri derhal, Caroline’le ilgili haberleri aramaktadır.
Caroline’i düşünmekle geçen gecelerin sonunda, artık ömrü boyunca taşıyacağı bir hastalık haline gelecek şekilde, gece uykuları ona haram olmuştur!
Sabahlara kadar Caroline’i düşünmekte, onu, bahçede çay toplarken bile hayal etmektedir.
Arkadaşları da Ahmet’in bu kara sevdaya tutulmuş hallerini fark etmişlerdir ama yaşına ve gençliğine verirler; ses etmezler.
Dernekte buluştukları bir akşam, siyasi tartışmalar biter bitmez Ahmet, en büyük ‘ağabeyi’ bir köşeye çeker ve kararını açıklar:
Ahmet, kara sevdaya tutulmuştur. Severek evleneceği tek kız olan Prenses Caroline’i Çayeli’ne, Ahmet’in baba evine kaçıracaklardır!
* * *
‘Ağabey’, yanına aldığı diğer itidal sahibi arkadaşlarıyla bunun olmayacak bir iş olduğunu anlatmaya çalışsa da, tam bir Karadeniz inadına sahip olan Ahmet, “Nuh” der, “Peygamber” demez.
Aynı siyasi davaya baş koymuş ve birbirleri uğruna ölmeye and içmiş bu gençler için artık tek bir seçenek kalmıştır:
Monaco’ya gidilecek ve Prenses Caroline arabaya bindirildiği gibi Rize’ye getirilecektir!
* * *
Alel acele pasaportlar çıkarılır ve o zamanlar vize gibi bir sorun olmadığından, dört arkadaş önce İtalya’ya giderler.
İtalya’da yaşayan bir hemşehrilerinden temin ettikleri minibüsle, ertesi gün Monaco’ya geçerler.
Bir otele yerleşirler ve daha Türkiye’de iken yapmış oldukları planı uygulamaya koyulurlar.
Monaco polisi, Kraliyet Sarayı’nın etrafında gezinen ve sürekli sarayı gözetleyen bu dört yabancıyı fark etmekte gecikmez!
Kısa bir sorgulamadan sonra, dört kafadar, enselerinden tutuldukları gibi, sınırdışı edilirler.
* * *
Türk halkı ve hatta Caroline’in kendisi bile bu detayı pek bilmez ama; Monaco Polisi bu kadar dikkatli olmasaydı, Prenses Caroline’in sırtında çay sepeti taşıyan “çeşanlı” bir “Karadeniz gelini” olmasına ramak kalmıştı!
sayın feramuz bey, hıkaye cok guzeldı ama merak ettıgım husus su, acaba bu hıkaye turkıyede hangı olayla baglantılı, yoksa turkıye avrupa bırlıgı ılıskılerı olmasın, ne bıleyım aklıma gelen ılk sey bu oldu, o kadar umutsuz degılız.