Türk Silahlı Kuvvetleri, geçtiğimiz günlerde, Irak’taki pkk kamplarına yönelik hava ve kara harekâtı başlatınca, milletçe umutlanmıştık.
Bu umut, 24 yıldır canımızı yakan bölücü terörün sona erdirileceğinin yanında, Türkiye’nin nihayet kendi gücünün farkına vararak, bölgesel bir güç olma yolunda adımlar atacağına dair bir umuttu.
Aynı umudu, Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan, Dağlıca saldırısı sonrası bir müddet suskun kalmasına rağmen; ABD’ne yaptığı ziyaret sonrası Irak, Kürdistan ve pkk ya karşı sesini yükseltince de hissetmiştik.
Ama o zaman da; “eğer deniz aşırı bir yerlerde pkkyı tasfiye kararı alınmamışsa” diye bir çekincemiz ve yine de içimizi kemiren şüphelerimiz vardı.
Sonradan da görüldü ki; pkk ile mücadele, dışarılarda bir yerlerde yazılmış olan senaryolar çerçevesinde yürütülüyormuş izlenimini vermeye devam ediyordu.
Türkiye’nin, uygulayacağı milli politikalarla, bölgedeki ağırlığını hissettirmesi ve bu coğrafyadaki küresel oyuna “başrol oyuncusu” olarak dahil olması ise; sadece bizim bağlanmış olduğumuz bir umuttan ibaretti:
Askerimiz, bir gecede Irak’a giriyor ama Talabani’nin ziyareti öncesi, yine bir gecede, hem de epeyce tartışmalı bir şekilde, bu toprakları terk ediyordu.
“Değil bir pkklı, tek bir Kürt kedisini bile Türkiye’ye vermem” diyecek kadar Kürt milliyetçisi olan Cumhurbaşkanı Talabani’nin karşısına, “Topraklarından kaynaklanan terör yüzünden şehit düşen tek bir askerimin bile hesabını çok fena sorarım!” diyecek bir devlet adamının dikildiğini göremeyen bir nesil ise bu dünyadan neredeyse göçüp gidiyordu!
* * *
“Ya diline, ya dinine oy ver ” sloganının, iki seçimdir, Güneydoğu ağızdan ağza dolaşan en etkin sloganlardan biri olduğu artık herkesin bildiği bir gerçektir.
Bu durumda; Marksist/Leninist bir çizgide kurulmuş olan pkknın veya bu örgütün güdümünde hareket eden bir siyasi partinin(DTP) Kürt kökenli dindar çoğunluktan oy alması biraz da sürprizlere kalmaktadır.
Çünkü; burada yaşayan ve pkk zulmünden bıkmış olan ve solcu değerleri benimsemeyen halk; bölgeye ‘pozitif ayırımcılık’ mantığıyla yaklaşan, kendi tarifleriyle, “muhafazakar demokrat” olan AKP’ne başka bir partiden daha fazla güvenmektedir.
Zaten AKP’nin, belli yerler hariç, bu bölgede elde ettiği seçim sonuçları da bu gerçeğe işaret etmektedir.
Bu durumda; AKP’nin, adı ne olursa olsun (Güneydoğu, Kürt, Terör v.b) bu bölgede yaşanan sorunların çözümünü başlatabilecek yegane parti olarak ön plana çıkması da gayet doğaldır.
Uzun süreden beri pkk elinde içinden çıkılamaz bir terör sorunu haline gelmiş olan bu “kimlik arayışında”, çözümün, AKP eliyle, artık bir ‘seçenek’ haline geldiği görülmektedir.
Bu bölgede AKP’ne karşı duyulan güven ve sempati, pkknın bölgedeki emellerinin geriletilmesi açısından kaçırılmaz bir fırsattır.
AKP’den, siyasi konumu ve bölgedeki etkisi gereği beklenen şey ise; burada yapacağı açılımlarda, bölücülüğü teşvik edici proje ve eylemlerin önüne tam bir kararlılıkla dikilmesi ve terör örgütünün propagandasını yaptığı bölücülük arayışlarını gündemden tamamen silmesidir.
Bu durumda, kardeşlik ve barışı sağlayacak her türlü eylemin, tüm Türkiye halkı tarafından sonuna kadar destekleneceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Geçen hafta AKP aleyhine açılan “kapatma davasının” seyri ile sonucunun, Güneydoğu’daki beklentileri hem olumlu hem de olumsuz yönlerden etkileyeceği muhakkaktır.
Ancak; 2001 yılında getirilen yeni kriterlerle parti kapatmanın zorlaştırılmış olması sebebiyle; iddianamenin basına yansıyan bölümlerinden anlaşıldığı kadarıyla, bu davanın, AKP’ne hazine yardımının sınırlandırılması veya kesilmesi şeklinde bir “ikaz” ile sonuçlanması seçeneği de kuvvetle muhtemeldir. Tabii ki, bu konudaki kesin kararı Anayasa Mahkemesi’nin vereceği de unutulmamalıdır.
Bu sürecin “ikaz” ile sonuçlanması durumunda, AKP’nin “Güneydoğu Açılımı”nın sorunsuz bir şekilde uygulamaya koyması beklenmektedir.
* * *
Ülkemizde huzur ve kardeşliğin temini adına sevindirici olan bu gelişmeleri takip ederken diğer yönden de yüreğimizi burkan başka bir ayrıntı daha vardır:
Gerek “Sivil Anayasa”, gerekse “Güneydoğu Açılımı” paketleri olsun; Türk kamuoyu, kendisini yakından ilgilendiren bu gelişmeleri, maalesef, yabancı basın üzerinden takip edebilmektedir.
Hükümet’in Güneydoğu’yu ve dolayısıyla tüm Türkiye’yi ilgilendiren ve heyecanlandıran son açılım paketinin ilk kez ABD’nin güçlü gazetelerinden New York Times tarafından dünyaya duyurulması; AKP’nin itham edildiği “yurtdışından aldıkları talimatlarla hareket ediyorlar” iddiaları üzerindeki sis perdesini biraz daha kalınlaştırmaktan öteye gidememiştir.
Türkiye’nin büyük ve stratejik bir ülke olduğuna inanan kesimleri hayal kırıklığına uğratacak tavır ve eylemler ile birkaç saatte çıkarılan çok önemli kanunlar; ülkemizin geleceği için endişe duyan kesimin, yeni açılımlara ve programlara ve hatta uluslar arası operasyonlara şüpheyle yaklaşması sonucunu da beraberinde getirmektedir.
* * *
ABD’nin dünyadaki en etkili ve güçlü ülkelerden birisi olduğu muhakkaktır.
Ancak; her ülkenin, kendi milli menfaatleri ve politikaları ile çelişen konularda ABD’den ayrı düşünme ve hareket etme özgürlüğü de saklıdır.
Avrupa Birliği, İran, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, Venezuela başta olmak üzere birçok Latin Amerika ülkesi ve hatta Sudan bile milli menfaatleri ile çelişen konularda ABD’ne kafa tutabilmekte ve planlarını bozabilmektedir.
Türkiye ise, uzun bir süreden beri, varlık sebebini, ABD veya AB’nin çizdiği rotalardan asla şaşmamaya bağlamış gibidir?
Yöneticilerimizin uluslar arası dirayet ve cesaret gerektiren konularda zaman zaman suskunluğu tercih etmesi karşısında akla tek bir soru gelmektedir:
Türkiye’nin, kendi kaderini ve bekasını belirleyecek konularda bile, elini böylesine korkak alıştırmasına sebep olan nedir?
Son günlerde "Bölüneceğiz, bölünmek üzereyiz, bölmeye çalışıyorlar" söylemleri çok fazla artmış ve kamuoyu üzerinde etkili olmaya başlamıştır. Bu durum Kod adı medya tarafından üzüntüyle izlenmektedir. Yüce Türk halkı şunu bilmelidir ki, bedeli ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti??ni kimse bölemeyecek, yıkamayacaktır. Bütün bu yapılanlar, yabancı devletlerin yerli işbirlikçiler eliyle yürüttüğü PSİKOLOJİK SAVAŞ??ın bir parçasıdır. Türk halkının beyninde bölünme korkusu yaratılarak, ?Ya iç savaşa gidecek ya da Barzani denen teröristi tanıyacak ve iç savaştan kurtulacaksınız? mesajı verilmektedir. Barzani??nin tanınması durumunda, 7-8 yıl sonra iyice güçlenen ve palazlanan terörist Barzani??nin, denize açılmak için Türkiye??nin önüne dikileceği gerçeği Türk milletinden saklanmaya çalışılmaktadır. Oysa, Papa??yı önünde diz çöktürerek yüzüğünü öptüren Büyük Hun İmparatoru Atilla diyor ki; ?Eğer sınırlarınızda sorun varsa, sorunu gidermenin tek yolu vardır: Sınırlarınızı GENİŞLETMEKTİR? Bu, çok doğru bir yaklaşımdır. Dikkat edilirse, Türkiye yıllardır sürekli olarak defans yapmaktadır. Atağa kalkma girişimlerinde bile, dünyanın nasıl çark ettiği son 8 asker için dişini gösterdiği anlarda bir kez daha ortaya çıkmıştır. Türk Milletine sürekli olarak korku yaşatılmaktadır,?Yıkılacaksınız, bölüneceksiniz? diye.Ve, önüne gelen Türkiye??den toprak istemektedir. ?Şurası benim, burası benim? denilerek. Basiretsiz ve sadece kendi siyasi çıkarlarını düşünen Türk yöneticiler ise ?Bizim kimsenin bir karış toprağında gözümüz yok? sözü gibi korkak, sorunu gizleyen cümleler ile durumu geçiştirmektedirler. Burada sorulması gereken soru şudur: Kardeşim, senin, kimsenin toprağında gözün olmayabilir, ama onların var! Senin de onların toprağında gözün olsun ki, toprağını kaybetmek istemeyen devletlere karşı bir caydırıcılığın olsun.Hep korkan taraf biz mi olacağız? Onlar haritalar yayınlıyorlarsa, sen de yayınlayacaksın GENİŞLETİLMİŞ TÜRKİYE HARİTALARINI. Resmi olarak yapamıyorsan, el altından yapacaksın. Yaptırtacaksın. Sen de onların ruhsal dengelerini bozacaksın. Vücut kimyalarını bozacaksın! Sonra da keyifle "onları" seyredeceksin. Sana bu acıları yaşatanların moralini darmadağın edeceksin. Hayatı zindan edeceksin. Onlar da ?bölünme, çarpılma, toplama veya çıkarma? korkuları yaşacaklardır. . Yani, demek isteyeceksin ki, ?Sen benim toprağıma göz dikersen, ben de senin toprağına göz dikerim. Bu işin sonu fena olur.?Bak o zaman Halk düşmanı Faşist teröristleri desteklerler mi? O zaman bilecekler ki, kendileri birilerini desteklerse, Türkiye??de birilerini destekleyecektir. Durum tam da budur! Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk??ün?Yurtta sulh, dünyada sulh? sözü bizim basiretsiz ve korkak yöneticilerimiz tarafından yanlış anlaşılmış, yanlış uygulanmıştır. Çapsız politikacılar bu sözü eritmişlerdir. Oysa işin aslı öyle değildir.Atatürk asla ?korkak olun? dememiştir.. Elbette ki ?En kötü barış, en iyi savaştan iyidir? ancak, sürekli acı çeken taraf sen olmamalısın! Bu durum büyük bir haksızlıktır. Herkesin bir ideali, varmak istediği bir yer vardır. Mesela, Yunan??ın, Kıbrıslı Rum'un, Barzani'nin, Ermeni??nin, Fransız'ın, Alman??ın, İngiliz'in, Amerika'nın bir menzili, 25-30 yıl sonra ya da 50-60 yıl sonra varacakları hedefleri vardır, kafalarındaki haritaları hazırdır. Peki, Türk'ün neden varmak istediği bir haritası olmasın? Olmalıdır. Eğer olursa, karşındakilerin de korkuları olur, senin karşında! Kısacası, eğer başkalarının senin toprağında gözü varsa, senin de onların toprağında gözün olmalıdır. En azından, gözün yoksa da olduğunu hissettirmelisin. Gözün varmış gibi davranmalısın. Böylece, psikolojik üstünlük sağlamış olursun. Oysa, psikolojik üstünlük sürekli olarak karşı güçlerdedir. Hiçbir şey yapamıyorsan DİK durmayı becereceksin. Bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Papa??yı önünde diz çöktüren Büyük Hun İmparatoru Atilla??ya kulak verin: Eğer sınırlarınızda sorun varsa, SINIRLARINIZI GENİŞLETİN sorunu halletmiş olursunuz! Unutulmamalıdır ki, Atatürk de diyor ki;"Bayrağımızın 1 ay bile dalgalandığı her yerde, (zamanı geldiğinde) iddiamız vardır!" İşte olay BUDUR! O zaman kusura bakmayın, bu harita da TÜRK gençliğinden size armağan olsun. Atatürk'ün Lozan Antlaşmasından dokuz yıl sonra (1933) General Mac Arthur'a söylediği "Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selânik de dâhil Batı Trakya??yı TÜRKİYE hudutları içerisine katacağım? sözlerini hatırlatıyor, biz ATATÜRK çocukları, sevgili müttefiklerimize TÜRKLERLE uğraşmamasını tavsiye ediyoruz.