7
Mayıs
2024
Salı
BURSA

BİZE YAPIM DEĞİL, YIKIM LAZIM


Bursa şehrinin tarihi merkezi Osmangazi Belediyesi adını taşıyor. Emir Sultan’dan Muradiye’ye kadar bütün tarihi doku bu belediyenin hizmet sınırları içinde. İlk defa 1963’te gördüğüm tarihi Bursa, insanı gerçekten geçmişin içine çekecek kadar dokunulmamış, temiz, yemyeşil bir kentti. Bir rüya gibiydi, ne İstanbul’un gürültüsü ve zorluğu ne Ankara’nın soğukluğu, Bursa kadar özgün görünümlü bir şehir bulmak zordu. 

Derken şehir Türkiye otomotiv sanayiinin merkezi haline geldi. Gerçi Bursa ilk defa sanayiyle karşılaşıyor değildi; 19’uncu yüzyıldan beri sanayi medeniyeti ile yüz yüze gelmişti ama bu sefer otomobil eski Bursa’yı eritti. Nüfus garip bir artış içine girdi. Arsa spekülasyonu Bursa’nın ovasını ve ziraatini başka mecraya sürükledi. Eski mahalleler çok katlı betona teslim oldu. Eski eserler harabe halinde bırakıldı. 1960’lar, hatta 70’lerde Bursa’nın akşam gezileri keyifliydi. Oysa şimdi herhangi bir şehrin hayhuyu ve gudubet binaları akşam karanlığıyla birleşip sokakları gölgeliyor.
Türkiye’nin birçok şehri yapım değil, yıkım bekliyor. Çevremizi nefes alabilecek, ruh dinlendirecek bir ortama çevirmek gerek. Oysa birçok belediye bunu yapamıyor. İstanbul belediyesi bile tarihi semt ve büyük abideleri, hem çirkin hem de kanunsuz yapılaşmadan koruyamıyor ve bazı acil yıkımları gerçekleştirmekte gecikiyor.

Restorasyon hamlesi
Osmangazi Belediyesi birkaç yıldır bunu yapabiliyor. Belediye Başkanı Recep Altepe; Hüdavendigar Külliyesi, Muradiye Külliyesi, Hisar bölgesi ve Hanlar bölgesinde, Yeşil Cami ve Türbe’de birçok eseri restore ediyor, birçok çirkin binayı da yıkıyor ve eski eserlerin etrafını açıyor, yeşillik ve mezarlık alanlar ortaya çıkıyor.
Yıkık bir hamam olan Ördekli Hamam adamakıllı tamir gördü ve kültür merkezi yapıldı. Bu bina 14’üncü yüzyıldan kalma nadir örneklerdendir. Eski bir Bursa eşraf konağı olan Sümbülbahçeliler Konağı yüzde 100’lük bir restorasyon geçiriyor. Yeşil Türbe civarı elden geçiriliyor ve bu arada bazı sokakların görünümü ele alınıyor. Bursa surları taş örgü tekniğine uygun olarak ve Horasan harcı kullanılarak onarılıyor. 

Kuşkusuz pahalıya mal olan ve birçok kimsenin gözüne çarpmayan böylesine bir yıkım ve restorasyon faaliyeti belediye başkanının seçim şansını artırır mı onu bilemeyiz. Ama dikkatli gözler ve eski durumu hatırlayanlar Bursa merkezinin değişmeye başladığını söylüyor. İstanbul, Bursa, İzmir, Edirne gibi eski kentler ve başkent Ankara da Ulus ve kale arasındaki bölgeler yıkılmak, tıraş edilmek, 1950 ile 60’lı yılların yanlış imarının yarattığı çirkinlikten kurtulmak zorundadır. Zira büyük şehirler yaşanmaz hale geldi. 


Osmangazi’de birçok çirkin bina yıkılıyor, eski eserlerin etrafı açılıyor. 



Yeşil Cami

Sur-u Hümayun üzerine notlar (II)

Bazı amatör müzeciler Türkiye müzelerinin ziyaretçi sayısının azlığından söz ediyor ve “artırılmalı” diyor. Doğru ama nasıl? Ve her müzede ziyaretçi sayısının artırılması mümkün mü? Dünyadaki müzelerin özelliklerini ve bazılarının işleyiş biçimlerini tanımadan ezbere konuşmak mümkün değil. 

Türkiye müzeleri konuyu toparlayıp sunmak yerine parçalayan bir yapı içindedir. Kuruluşlarında zamanları ve mekanları sınırlayan bir anlatım gözetilmemiştir. Her vilayet merkezine bir zavallı müze binası, birkaç personel ve birbirini tutmayan prehistorik, arkeolojik objeler; yanında birkaç Bizans, Selçuklu, Osmanlı parçaları ve etnografik malzeme yerleştirilmiştir. 

Az sayıda müzeci ve düşük ziyaretçi potansiyeline rağmen kurulan bu müzelerin bazılarını kapatıp diğerleriyle birleştirmek de mümkün değildir. Müzeye uğramayan yerel politikacılar protestoya başlarlar. Son zamanlarda olay konusu olan Uşak Müzesi’nin ziyaretçi sayısı toplumsal ilgisizliği de gösterir. Bu müzelerde toplanan ve teşhir edilen malzemenin bölgesel ve kronolojik temsil özelliği yoktur. Bir taşra müzesinin çekiciliği çektiği ziyaretçi sayısı ile ilgilidir. Oysa komşu bölgeden kimse gelmez.

Giriş ücreti artırılmalı
Yerel müzelerin içinde çekiciliğe sahip olanlar bir elin parmaklarıyla sayılabilir. Bir başka sorun daha var; Küçük Asya kıtasının zenginliği... Önceleri çok güzel bir yerleşimi olan, 15’inci yüzyıldan kalma Bedesten binası Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak fevkalade bir görünüme sahipti. Bugün ise zenginleşen bu müzenin teşhir problemleri ile karşılaşmaya başladığı açıktır.
Bunun gibi bir örnek Topkapı Sarayı’dır. Adı üzerinde, saray müze değildir; müzelik teşhirin başka binalara taşınması gerekir. Oysa saray arazisindeki bu gibi binalar ya muhtelif kurumların bıraktığı harabelerdir veya sarayın kendi külliye binaları özel vakıflarca işgal edilmiştir.
Topkapı Sarayı’nı yılda 2 milyon kişi ziyaret ediyor; bilhassa yabancıların çoğu nereye geldiğini bilmiyor. Çünkü üç sene evvel yabancı ziyaretçilere yapılan indirimle (yani 10 YTL giriş ücreti ile) İstanbul limanına yanaşan bütün cruise’lerden binlerce kişi buraya sevk ediliyor. Giriş ücreti üç misline çıkarılsa, Topkapı Sarayı’na da daha bilinçli ve meraklı yabancı turistler gelir. Bugün için bu binanın daha da artacak ziyaretçi miktarını misafir etmesi mümkün değildir.
Çare Floransa’daki Uffizi Galerisi gibi randevu ve ön satışla ziyareti sadece meraklı ve bilinçli turistlerle sınırlamaktır, zira Uffizi de bir müze değil, Floransa devletinin eski ofislerinden oluşan bir binadır ve Uffizi’de izdiham benim gençliğimde başlamışken sorun bu sayede çözümlendi. Yabancı turistler için bir dondurma fiyatı sayılacak 10 YTL’yi üç misline çıkarmak gerekir. Yerli ziyaretçilere ise Kültür Bakanlığı’nın yakında açıklayacağı bir sistemle cüzi miktar karşılığında bütün müzelerde geçerli yıllık bir abonman kartı verilecek. Okullu gruplar ise zaten bedava giriyor.
Topkapı Sarayı’nın bulunduğu saha yani suriçi; bilhassa demiryolu kaldırıldıktan sonra yeşil park alanları, yeni sergi planları ile bir müze alanı olarak geliştirilecektir. Eğer bu başarılırsa 2010 yılı projesinin en göze çarpan başarılı yanı bu olacaktır.

MİLLİYET
Yayın Tarihi : 17 Haziran 2008 Salı 14:04:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?