4
Mayıs
2024
Cumartesi
BURSA

BURSA'NIN UFAK TEFEK FESTİVALİ...

Geçen hafta ‘Bursa’da zaman’ sinemaya ayarlıydı. Osmanlı’nın eski payitahtı, hâlâ modernizm sonrasına direnen onca yapısıyla hem festival için kente gelen konuklarını ağırladı, hem de kendi sakinlerine elinden geldiğince bir şenlik yaşatmaya çalıştı.

‘Yeşil’ kentin sinemasal heyecanı aslında, yolun çok çok başında. Çünkü Bursa İpek Yolu Film Festivali, bu yıl dördüncü kez düzenlendi. Dolayısıyla daha çok katedilecek yolu, daha çok aşılacak engeli, daha çok yüzleşecek derdi var festivalin. Üstelik bu yıl 46’ncısı gerçekleştirilen ve bu ülkenin en eski festivali konumunda olan Antalya’nın bile onlarca sorun içinde yüzdüğü bir ortamda, henüz ‘Agu’ deme aşamasındaki bir etkinliğin elbette olacak kimi problemleri Karagözüm...

Neyse, biz bu yılki adımdan kalan izlerin ardında kısa bir tura çıkalım. Öncelikle benim için değişik bir deneydi. İlkokulu bitirdiğim, ebeveynlerimi yitirdiğim, sinemaya, futbola ve dahi hayata dair birçok şeyin ilk adımlarını attığım bu kente, bir festival dolayısıyla gelmek farklı bir ruh durumuydu elbet. Ama malum, bir profesyoneldim ve araya mesafe koymalıydım. Koydum da.

Oysa dağ da var, deniz de
Festivalin en büyük sorunu olarak zamanı göze çarpıyor. Çünkü bu mevsimde, denizi (Gemlik ve Mudanya yaklaşık yarım saat uzaklıkta) ve dağı gibi iki büyük zenginliği olan bir kent, iş bu avantajlarından yararlanamıyor. Sinemayla bunların ne ilgisi var diyeceksiniz? Pazarlama ve iletişim çağında, yerli ve yabancı konukların gönlünü böyle alırsanız, gelecek yıllar için yatırım yaparsınız. Festivalin gerçek muhatabı sayılan üniversite öğrencileri için de bu günler vize haftasına rastgeliyormuş (hoş ben üniversite hayatım boyunca hem dersleri, hem de sınavları kırıp sinemaya gitmiştim ya).

Peki ama çözüm ne? Martta Ankara, nisanda İstanbul, haziranda Adana, ekimde de Antalya’da festival var (Mayısta da Cannes’ın yolu tutuluyor). Peki Bursa’ya uygun zaman nedir? Üstelik mesele sadece festival takvimleri arasında uygun zaman dilimini bulmak değil, ‘ulusal yarışma’ bölümünde boy gösterecek filmleri de saptamak. Bursa’da ‘en iyi film’e verilen ödül miktarı 50 bin lira olunca, bir kere rekabetin koşulları dengesizleşiyor (Bu ödül Antalya’da 300 bin, Adana’da 250 bin lira). Bu durumda da, Adana ve Antalya’da şans denendikten sonra Bursa’ya katılmaya karar veriliyor. Dolayısıyla tıpkı bu yıl olduğu gibi vasat filmlerle dolu bir seçki sunuluyor. Oysa, festivalin diğer bölümlerinden mesela ‘uluslararası yarışma’ ve ‘panorama’da boy gösteren yapımlar son derece doyurucuydu. Festivalin mutfağında emeği geçenler, yakın bir zaman içinde bir tür ‘Çalıştay’ gerçekleştireceklerini ve burada, geleceğe ait kararları, hep birlikte alabileceğimizi belirttiler. Dolayısıyla, bu konunun yakında çözüleceği kanaatindeyim (tabii ki ödül miktarını değil, zamanlamayı kastediyorum).

Öte yandan festivalciler misafirperverlikte, kulvardaşlarının gerisinde değildi. Her gece, Bursa’nın ‘meşhur’ yerlerinde yemek verildi, dost meclisleri oluşturuldu, ‘sinemanın dili evrenseldir’ şiarından yola çıkarak yabancı konuklarla, diller bilinmese bile kaynaşıldı. Bu noktada küçük ama mide bulandırıcı bir olaydan bahsetmeden geçemeyeceğim.

Yeşilçamcılar, bu yıl özellikle Antalya’da yeniden onurlandırıldı, geçmişteki günlerine döndürüldü. Zaten kimse de onlarsız bir sinemayı kabul etmek istemiyor. Dolayısıyla ortada en azından genç nesil açısından bir sorun yok. Ama nedense, ‘onlar’ (elbette hepsi değil) bir noktadan sonra, diyet ödetmeye kalkıyorlar. Mesela Bursa’daki festivalde geçmişin jönlerinden Engin Çağlar, imajıyla her kuşaktan seyircinin gözdesi olan Nuri Alço gibi isimler de ağırlandı. İkili her yerde ilgi gördü, okullarda panellere davet edildi, hayranlarıyla fotoğraflandı, kısaca hoş izler bıraktılar, diyecektik ki sonuçta nahoş bir olaya imza attılar.

Yeşilçamcılar ayıp etti
Festival kapsamında Altınceylan isimli yerde verilen davetlerin ikincisinde, festivalin neşe kaynağı haline gelen Kırgız oyuncu Ilimbek Kalmouratov, önce Kafkas dansı yaptı ve alkışları topladı. Sonrasında ise “Ama rap yapamaz ki?” cümlesi eşliğinde tahrik edilince, o işe de soyundu ve rap konusundaki yeteneğini de gösterdi. Kalmouratov’dan önce, sahneye çıkan ve ‘uluslararası yarışma’da en iyi film ödülünü alan ‘Ressam’ filminin başrol oyuncusu Sergio Pangaro da, Napoliten klasiği ‘Santa Lucia’yı söylemişti. Ortam işte böyle şenlenmişken, Engin Çağlar, Nuri Alço ve Selda Alkor üçlüsü mekânı terk etti. Birşeye kızdıkları belliydi. Gittim, mekânın yöneticisi konumundaki kişiye meseleyi sordum; “Abi biz herkesi memnun etmeye çalışıyoruz ama olmuyor, görüyorsun insanlar eğleniyor. Ama onlar ‘Bu ne biçim müzik’ dediler, kızıp gittiler. Bu durumda bizim de kalbimizi kırdılar” cümleleri eşliğinde durumu özetledi. Ben de, “Boş ver, üzülmeye değmez” diyerek arkadaşı avuttum (Neyse ki masada o gün doğum günü kutlanan Süleyman Turan kaldı ve farklılığını gösterdi).

‘Bahtı’ açılmayagörsün
Bir de ‘ulusal yarışma’nın seçimlerine değinelim. Tamam, bu toplamda zaten neyi seçeceklerdi ama ödüllere boğulan ‘Bahtı Kara’, sıradan, dağınık ve olmamış bir filmdi. En azından biz sinema yazarlarının çoğuna göre. Bence ‘Mommo’, en iyi film, Atalay Taşdiken en iyi yönetmen, Mert Fırat da en iyi erkek oyuncu ödülünü daha çok hak ediyordu (Ama ‘En iyi kadın’da Saadet Işıl Aksoy’a itirazım yok). Neyse malum, her jürinin beğenisi farklıdır, Bursa’da da böylesi uygun görüldü.
Ne diyelim, beşinci yılda yine kestane şekerli, yoğurtlu İskenderli ve de termal havuzlu festival ortamında buluşmak üzere... Otel lobisi muhabbetleri de cabası...
 

AA
Yayın Tarihi : 25 Kasım 2009 Çarşamba 21:00:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?