3
Mayıs
2024
Cuma
EDİRNE

Son Bakışta Aşk


‘Bir insanı ancak onu ümitsizce seven tanır.’ Yazdığım ilk cümle dahi bu konuda söylenecek sayfalar dolusu şey olduğunu anlamaya yeter sanırım. Eskiler, sev de istersen bir ineği sev diye söylermiş. Niçin böyle demişler? Belki sevginin en sıradanında bile çok sırlı hakikatler olduğunu belirtmek istemişler de onun için böyle bir cümle kurma ihtiyacı duymuşlardır. Bir insanı tanımaya yönelik söylediğim ilk cümle durumu mükemmel biçimde özetliyor.

Acı çekmiş ruhların mutluluğa ve tamamlanmaya hakkı vardır. Eğer böyle bir öngörüde bulunmasak hayatın değeri gözümüzde öyle küçülüyor ki bunu anlatmak hiç mümkün değil. Son bakışta aşk olgusu bahsettiğim sade ve temiz duygulardan oluşan ilk durumdan oldukça farklıdır. Walter Benjamin, bu konuda çok güzel sayfalar kaleme almıştır. Nurdan Gürbilek ve Sabir Yücesoy’un da “Son bakışta aşk” isimli bir kitabı vardır. Ancak bu eser elimde bulunmadığı için size ondan söz edemeyeceğim. Meraklılar bulup okuyabilirler. Konuyla ilgili kendi düşüncelerim referansım olacak böylece.

İlk bakışta aşk, klasikleşmiş bir durum olarak birçok romanda işlenmiştir. Dostoyevski’nin ‘Beyaz Geceler’ ini sanki bu bağlamda yazılmış diye hatırlıyorum. Beyaz Geceler, tuhaf bir üçlü karşılaşma anına konumlanmıştır. Olay örgüsü yapılmak istenen tercih durumuyla pekiştirilmeye çalışılıyor. Romanı okuduktan sonra Dostoyevski’nin tüm psikolojik analiz yeteneğine rağmen aşk karşısında çaresiz kaldığı hissi uyandı bende. Öyle veya böyle ilk bakışta aşk mitinin pek yabancısı değilizdir. İzlediğimiz çoğu Türk Filmi de senaryo itibariyle aynı konudadır.

Peki, aynı durum; ‘Son bakışta aşk’ teması için, hayatın bizzat içinde nasıl gerçekleşir, onu anlatmaya çalışacağım. ‘Son bakışta aşk’ kavramı modern zamanlardaki çözük ve parçalanmış kişilik üzerinden analiz edilebilir. Sevim Kantarcıoğlu, “ T. S. Eliot’un şiirlerinde insanın kendisini gerçekleştirme teması” adlı kitabında “Prufrock’un Aşk Şarkısı” isimli şiiri çözümlerken aynı durumdan bahsediyor. Modern zaman insanının acıklı durumu, onun kendine ve topluma yabancılaşmasından ve Tanrı’sından kopukluğundan ileri gelmektedir. Eliot, çözük bir kültürün neticesi olan çağımız insanının trajedisini onun kişiliğindeki çözülmenin ve parçalanmanın bir sonucu olarak görmüştür. Bu yüzden modern zaman insanı dış dünyada objektif karşılığı bulunan bir sistem oluşturamamaktadır. Prufrock’un temsil ettiği ruhi durumun bir neticesi olarak gerçekleştirilememiş, niyette kalmış bir aşk söz konusudur. Benjamin’in ‘Son bakışta aşk’ teması tam da böyle bir duruma işaret ediyor. ‘Son bakışta aşk’, geleceği ve ümidi olmayan aşktır. İnsanın bilinci üzerindeki etkileri ‘İlk bakışta aşk’ mitine göre çok daha tesirlidir. ‘Son bakışta aşk’, kapanmayan bir yara gibi modern zaman insanında her daim var olagelmektedir.

Kalabalık bir caddede yürüyen insanları gözümüz önüne getirelim. Kalabalık caddede ‘karınca sürülerinin iletişimi’ gibi bir iletişimsizlik vardır. Belki karıncalar bile bu durumda bizden daha fazla iletişim kurma ihtiyacı hissederler. Benliğin tek bir unsuru içine hapsolmuş, uygar seçiciliği hastalığına tutulmuş, şuursuz bir kitle adeta. Bu insanların küçük dünyasında tutarlı bir durumdan söz edilemez. Kurgulanmış mekanik yalnızlık ve çaresizlik duygusu hakimdir yapılan her fiilde. Kantarcıoğlu’na göre: “ Prufrock, dış dünyanın kargaşası ve değişken akışı içinde kaybolmuş, hür iradeden yoksun bir eşya gibidir.” Bu atmosfer onun zekâ ve duygularını yutmuştur. Onun için dış dünya, karmaşık olan iç dünyasının bir yansımasından ibarettir. Böyle bir ruh hali içindeyken tanımadığı bir yüze ki yüzler ruhlara açılan pencereler gibidir, son bir istekle bakar. Ani bir sevgi parıltısı görür bir anlık. Ateş böceklerinin erkeğini tanıması için ışık yakmalarına benzeyen bir durum gibi diyelim biz buna. Çok kısa süren bu durum geleceği ve ümidi olmayan bir aşktır. Aniden parlar ve kayan bir yıldız gibi kaybolur karanlık gecede.

Benjamin’e göre seven kişi sevilenin sadece kusurlarına, bir kadının sadece garipliklerine ve zayıflıklarına bağlılık duymaz. Onun yüzündeki kırışıklıklar ya da benler, sade elbiselerle çarpık bir yürüyüşü onu bütün güzelliklerden daha sürekli ve daha acımasızca bağlar. Peki niçin? Sevgiliye bakarken de öyle, kendi dışımızda oluruz. ‘Son bakışta aşk’ metaforu bu durumu engelleyen bir iç dünya egemenliğidir aşk için. Sadece iç dünyada yaşamak benliktir ve karşı tarafı yani sevileni asla görmemek demektir. Benjamin bu durum için başka bir fragmanında şöyle söylüyor: Sevene dair, “Bu sefer eziyet veren bir gerilim ve hayranlık içinde. Duyum gözleri kamaşmış biçimde, bir kuş sürüsü gibi, kadının yaydığı ışık içinde uçuşup durur. Nasıl kuşlar ağacın gizleyen yaprakları arasında korunak ararsa, duyumlar da gölgeli kırışıklara, hoş bir eda taşımayan el-kol hareketlerine ve sevilen gövdenin göze çarpmayan kusurlarına sığınır, sinip gizlendikleri o yerlerde güven bulurlar.” Kadınlar sındığımız bir korunaktır bu maddi dünyanın kirlerinden. Muhiddin Arabî’nin aşk hakkındaki risalesinde yahut Tufeyl’in “Güvercin gerdanlığı” kitaplarında dünyevi aşk bahsi değindiğimiz bu olguya yani sığınma mitine önemle vurgu yapar. Ve geçip gidenlerden hiç biri hayranın aşk ateşinin tam da buralarda yani kusurlu köşelerde, kınanacak yerlerde yuvalandığının farkına varmazlar. Aslında bunlar kusur değildir. Leyla’nın yanağındaki ben onun siyah incisidir. Kusur bizim eksikliğimiz de vardır yoksa onun zatında değil.

Herkes şunu yaşamış olsa gerektir: ‘insan birini, hatta sadece, biriyle yoğun biçimde meşgulse, neredeyse her şeyde onun portresini bulur.’ Sevilen insanın hatlarını sergileyen bir çok meşguliyet vardır. Mecnun rivayet edilir ki Leyla’nın mahallesinden gelen bir köpeğin ayaklarını öpmüştür. Köpeğin ayağının tozunda bile onu yani saf aşkı görebilmiştir. İnsan sevdiği kadınla beraberdir, onunla konuşmaktadır. Aylar yıllar sonra eskiden yaptığı bu konuşmalar gelir onun aklına. En sıradan bir konu bile büyüleyici olabilir. Kelimeler sanki farklı bir anlam kazanmıştır his dünyasında aşığın. Çoğu insan bu farklı terminolojinin ayrımında bile değildir. Görünürde aynı sıradan sözcükler ile konuşur fakat o sözcüklerin içeriği metafizik bir alemle de haşır-neşirdir. Biz yalnız kalınca, şimdi olduğu gibi, insan sevdiği kadınla beraberdir sözünü daha iyi kavrayabiliriz. Aşkta safiyet ve uzaklık vardır. Kavuşulan olmak değildir maksat. ‘Uzaklık, gözden kaybolmakta olanın içine bir boya gibi işler ve onu munis bir kora çevirir.’ Ve beden gölgeye tabidir böylece. Maksat, kavuşan olmamaktır aslında. Aşkın dilini malumdur yine âşıklar bilir.

Prufrock’un şöyle başlar giriş kısmı: “Haydi gidelim öyleyse, sen ve ben;” burada sen diye hitap edilen şey, ayrı bir şahıs değil, çözük kişiliğindeki öteki iki unsurdur. Dış dünya ve iç dünya. Şair oluşta düalizmden insanı birliğe davet etmektedir. Birlik bütünlüklü bir ruhu temsil eder çünkü. ‘Son bakışta aşk’ kahredici bir mesele olarak modern insanın en önemli açmazlarından biridir. Tasavvufta da bazı salikler mürşidi birleme noktasında benzer bir çelişkiyi yaşarlar. Şiirdeki “sen” ve “ben” imgesi aynı düzlemde eridiği zaman gerçek varoluş seviyesine veya Tanrı’sına kavuşur. Mecnun’un öyküsünde Leyla’ya “Sen kimsin?” diye sorması ve onu tanımaması bu konuyu anlatan en güzel örnektir.

Beyaz Arif Akbaş -Sosyolog
Yayın Tarihi : 28 Nisan 2008 Pazartesi 12:17:01
Güncelleme :28 Nisan 2008 Pazartesi 15:22:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Mehmet Sever IP: 212.174.172.xxx Tarih : 28.04.2008 14:48:22

ilginç ve başarılı bir yazi..