25
Nisan
2024
Perşembe
EDİRNE
Nufus
396.462
Yüz Ölçümü
6.276
İlçe Sayısı
9
Vali

Edirne Sözlü Tarih

Edirne'de Kırkpınar

Edirne’de Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı yer hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Edirne Vilayeti Salnamesine göre (1901) Kırkpınar’ın asıl yeri olarak Simavna ile Sarıhızır bölgeleri arasında çayırlık alan gösterilmektedir. Bir başka görüşe göre de Kırkpınar Edirne il merkezine 16 km. uzaklıktaki Görmutlu ile Seymenli köyleri arasındadır. Kırkpınar’ın Ahırköy yakınında olduğu da iddia edilmektedir. Bütün bunlar gösteriyor ki tarihi Kırkpınar Çayırı Balkan Savaşı’ndan sonra Türkiye sınırları dışında kalmıştır.

Sultan I.Murad Edirne’yi aldığı zaman güreş sporuna önem vermiş ve bir pehlivanlar tekkesi kurdurmuştur. Bu tekkeden de güçlü Türk pehlivanları yetişmiştir. Kırkpınar ile ilgili olarak bir de efsane vardır. Buna göre; iki pehlivan güreşirler ve yenişemezler. Gece de güreşlerini sürdürürler ve her ikisi de yorgunluktan orada ölürler. Güreştikleri yere bu pehlivanlar gömülür. Daha sonra bu yerden kırk tane pınar fışkırır ve bu yere de bundan ötürü Kırkpınar ismi verilmiştir. Bir başka söylentiye göre de, Türklerin Anadolu’dan Rumeli’ye geçişleri sırasında kırk Türk akıncısı Balkanlar’da bir mola sırasında aralarında güreş tutmuşlar ve aralarından ikisi güreşirken yorgunluktan ölmüştür. Arkadaşları tarafından buradaki ağaçlık bir yere gömülmüşlerdir. Akıncılar geriye döndüklerinde, aynı yerden geçerlerken arkadaşlarını gömdükleri ağaçların altından buz gibi bir pınarın kaynadığını görmüşlerdir. Halk arasında Kırkların Pınarı diye isimlendirilen bu pınarlı çayır daha sonra Kırkpınar’a dönüşmüştür.

Edirne Çocuk esirgeme Kurumu’ndan Rasim, Kavaf Recep, Terzi Şevket, Bedestenli Mehmet, Çubukçu Rasim, Kıyıkçı Rıza Efendiler Kırkpınar’ı Sarayiçi’nde canlandırmış ve bugünlere ulaşmasını sağlamışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra da Kırkpınar Güreşleri Edirne’nin Sarayiçi bölgesinde her yıl yapılmaya başlanmıştır.

Edirne’nin en önemli iç turizmi olan Kırkpınar’ı Edirne Belediyesi yönetmektedir. Her yıl Edirne’de bir Kırkpınar Komitesi kurulur, komite önce Kırkpınar Güreşlerinin başlayacağı günü çeşitli yayın organlarında ilan eder ve katılacakları davet eder. Kırkpınar Güreşlerinde deste, küçük orta, büyük orta, baş altı ve baş pehlivanlara verilecek ödüller belirlenir ve bunlar ilan edilir.

Kırkpınar’ın kendine göre bir takım gelenekleri vardır. Öncelikle güreşlerin başlayacağı Cuma günü sabahı Atatürk heykeline çelenk konur, saygı duruşunda bulunulur. Pehlivanlar mezarlığı ziyaret edilir oraya da çelenk konularak dua edilir. Cuma namazından sonra Selimiye Camisi’nde Mevlüt okunur ve öğleden sonra güreşler başlar. Güreşler Cuma-Cumartesi_Pazar günleri devam eder. Güreşlerin son günü bir kuzu açık arttırmaya çıkarılır ve en çok arttıran da Kırkpınar’ın Ağası olur. Güreşlerde hakem heyetine itiraz olmaz.

Kırkpınar’da ünlü Türk pehlivanları yetişmiştir. Bunların başında; 26 yıl aralıksız baş pehlivanlığı kazanan Kel Aliço, 16 yıl baş pehlivanlığını sürdüren Adalı Halil ile Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet, Hergeleci İbrahim, Çolak Molla Mümin, Kara Ahmet, Filiz Nurullah, Katrancı Mehmet, Kara İbo, Makarnacı Halil, Mardalı Ahmet, Küçük Yusuf, Edirneli Kara Emin, Manisalı Rıfat, Bandırmalı Kara Ali, Gostivarlı Mülayim, Tekirdağlı Hüseyin, Tekirdağlı Hüseyin Aklaya, Babaeskili İbrahim, Hayrabolulu Süleyman, Sındırgılı Şerif, İrfan Atan, İbrahim Karabacak, Adil Atan, Mehmet Ali Yağcı gelmektedir.


Kenthaber Kültür Kurulu

Fotoğraflar, www.trakya.edu.tr ve www.kirkpinar.com adreslerinden alınmıştır.


MERİÇ NEHRİ EFSANESİ

Tarih içinde efsaneler dilden dile günümüze dek süregelmiştir. Bunlardan Meriç Nehri'ne ait efsane de ORPHEUS ile EURYDİKE'e arasındaki aşkı anlatır.

ORPHEUS İLE EURYDİKE

O gün dağlar, taşlar, ağaçlar ve dağ, orman, su perileri, bütün yaratıklar, Meriç Nehrinin iki yakasında sıra sıra saygıyla durmuşlar, Meriç Nehri'nin sularına karışıp aşağılara doğru akıp giden bir kesik başı, mitolojik şair Orpheus'un kesik başını göz yaşlarıyla seyretmişler.

Orpheus'un kesik başı gene kendisi gibi parçalanıp sulara atılmış ve ilk defa ustasız çalan Lir'inin eşliğinde son türküsünü söylüyormuş;

"Saadet yapraklar üzerinde ki bir çiğ tanesi gibidir. Kendisinden emin, pırıl pırıl dururken birden titreyiverir. O zaman da aşkın gözyaşları olarak yere düşer."

Kader biraz da davranışımızın sonucudur; o yüzden insanoğlu kendi kaderine tesir edebilir. Ama saadetimiz mutlaka başkalarının elindedir. Orpheus ile Eurydike Efsanesi, insanlığın bu yönünün bir hikayesidir.

Orpheus, Yunan Mitolojisinin pek ünlü bir şairdir. Babası Trakya Kralı Oiagros, annesi İbe Dokuz Sanat perilerinden (müz'lerden) şiirin, destanların temsilcisi Kalliope imiş. Ölümlüler içinde onun üstüne lir çalabilecek kimse çıkmamış. Hatta Orpheus'a lir'i Apollon hediye etmiş.

Kitaplar Orpheus'un Edirne civarında, Meriç boylarında yaşamış olduğunu yazar.

Orpheus, lir'ini eline alıp da, çalmaya başladımı, dağlar, taşlar, ağaçlar yer yerinden kalkar, onun çevresinde toplanır, bütün canlılar; kurdu, kuzusu, ehlisi, vahşisi; inlerinden çıkıp gelirler, içleri en güzel duygularla dolu halde, onu dinlerlermiş.

Orpheus, gece yarısı kalkar, civarın en yüksek yerine çıkar, başlarmış lir'ini çalmaya, o zaman, ustası Alpollon, çırağının o büyülü çalışına tutulur, onu bir an önce görmeye, yakından dinlemeye koşarmış; Apollon, güneşi temsil eden Tanrı olduğu için, güneş olup kocaman ve uykulu gözlerle kıpkırmızı doğarmış. Derler ki, Bahar geldi mi güneşin, bir süre, her gün biraz daha geç doğması o yüzdenmiş.

Orpheus bir yerde durmaz, çaldıklarına kendisine de kapılır, dağlarda, bayırlarda, ormanlarda gezermiş.

Bir gün ormana girmiş. Serin bir kaynaktan su içmiş, yüzünü gözünü yıkamış, serinlemiş. Sonra dibinden o suyun çıktığı kayanın üstüne oturmuş, almış gene lir'ini eline, başlamış çalmaya...

Az önce suyundan içtiği kaynağın su perilerinden Eurydike de çimenlere yüzü koyun uzanıp, dirsekleri yerde, çenesini ellerine dayamış Orpheus'u dinliyormuş. Orpheus coşkunluğuyla kendisinden başka hiçbir şeyin farkında olmayarak durmadan çalışıyormuş. Çok sonra çevresinde toplanıp dinleyenlerin arasında Eurydike'yi görmüş. Birden duraklamış, bu duygunun ılık bir su olup içinde tatlı tatlı aktığını hissetmiş. Eurydike iki gözü Orpheus'ta öylece duruyormuş. O zaman orada toplanan dağlar, taşlar, bütün canlılar Orpheus'un duraklamasının sebebini anlamışlar; aşka olan sonsuz saygılarıyla birer birer oradan uzaklaşmışlar. Eurydike ile Orpheus gözleri birbirlerinde hala öyle duruyorlarmış.

İşte o andan itibaren Orpheus yalnız Eurydike için çalmaya başlamış. Çalışı ne kadar sürmüş bilemiyoruz. Fakat Orpheus ilk defa o gün dağlara çıkıp Apollo'nu selamlamayı unutmuş ve Orpheus'un lir'inin sesiyle doğmaya alışmış olan güneş ilk defa o gün gecikmiş. Eskiden tüyleri kar gibi beyaz ve lekesiz olan, sırf gevezeliği yüzünden Apollon tarafından cezalandırılıp karartılarak bugünkü haline döndürülen karben, o sabah çatlak sesiyle: "Orpheus Tanrılar ihmal edilmekten hoşlanmazlar ve asla ortak kabul etmezler, dikkatli ol!" diye ötmüş.

Ama Orpheus mesut ve memnun, Eurydike'sinden başka hiçbir şeyin farkında değilmiş. O zaman başı Eurdike'nin dizlerinde gözleri gözlerin de Orpheus'un şöyle konuştuğunu duymuşlar: "Eurydike'm; dünyayı kucaklamak için açık duran kollarımı kavuşturmaya korkmuyorum artık. Çünkü onların arasında sen varsın. Ne için, kimin için söylediğini bilmediğim şiirlerimi, türkülerimi yalnız senin için söylemenin güzel ve büyük heyecanı içindeyim sensiz bir saniye duramam artık ben".

Eurydike ile Orpheus'un tanışmaları ve evlenmeye karar vermeleri bir olmuş. Heyhat hangi saadet devamlıdır ki; sen Apollon: Parnas dağında ki koca pyton yılanını oklarınla vurup öldürdüğün halde, çırağına, ancak sana layık şarkıları terennüm eden Orpheus'a bu mutluluğu çok gördün. Trakya'nın kendisi çok ufak fakat zehiri o nispette korkunç engerek yılanını görüp Eurydike'nin ayağını sokmasına mani olamadım.

Gerçekten de öyle olmuş. O heyecan içinde kalkıp gidecekleri sırada otların arasından bir engerek yılanı çıkıp bütün zehirlerini Eurydike'nin ayağına akıtmış.Bazı efsaneler Eurydike'nin o sevinç içinde koşarken yılana bastığını o yüzden yılanın kendisini soktuğunu naklederler ama sonu hep bir: Eurydike oracıkta ölmüş.

Orpheus, bulmasıyla kaybetmesi bir olan saadeti Eurydike için bir kere daha çalmaya, söylemeye başlamış. Gezmediği, dolaşmadığı yer kalmamış. O kadar acıklı söylüyormuş ki, en sonunda öbür dünyanın tanrısı Hadesle karısı merhametsiz Tanrıça Persephone bile ona acımışlar ve yer altı dünyasına girerek Eurydike'yi görebilmesi için Orpheus'a izin vermişler. Orpheus'un lir'inin büyülü namelerinden merhamete gelen Persepone daha da yumuşayarak Orpheus'un Eurydike'yi yeryüzüne götürmesine müsaade etmiş. Yalnız öbür dünyanın kanunları gereğince yeryüzüne çıkıncaya kadar arkasını dönüp Eurydike'ye bakmamasını tembih etmişler. Orpheus önde Eurydike arkada, yer altı dünyasından yeryüzü dünyasına çıkmaya başlamışlar. Ama aşkın kanunları bütün öbür kanunlardan baskın çıkmış; Orpheus dayanamamış, yeryüzüne çıkmaya kalmadan dönmüş, Eurydike'sine bakmış, Bakmasıylada Eurydike'yi ebediyen kaybetmesi bir olmuş; Persepone, tembih edileni yapmadığı için Eurydike'yi yer altı dünyasına geri almış.

Ondan sonrada Orpheus üzüntüler için de döndüğü yeryüzü dünyasından elini eteğini çekmiş. Yine çalıyormuş, yine söylüyormuş, yine hep dolaşıyormuş, ama her şeyine de bir üzün varmış.Aynı zamanda çok güzel olan Orpheus'a tutkun Trakyalı kadınlar: "Eurydike ölmüşse biz varız. Orpheus'un gözleri artık bizleri hiç görmez oldu..." diyorlarmış.

En sonunda o hale gelmişler ki o kadınlar, bir gün gene hüzünlü müsikisini dinledikleri bir sırada vurdum duymazlığa kızıp Orpheus'a saldırmışlar ve onu parça parça etmişler, koparılmış başını ve lir'ini Meriç nehrine atmışlar. Orpheus'un kesik başı ile lir'i son türkülerini söyleye söyleye Meriç nehriyle birlikte akıp Enez de Ege denizine dökülmüş.Sonra dalgalar onları alıp Midilli adasına götürmüş.

Orpheus'un ölümüne su perileri, dağ perileri, orman perileri hatta Trakyalı kadınlar o kadar ağlamışlar ki göz yaşları toplanıp seller, dereler halinde Meriç nehrine akmış ve Meriç ilk defa o gün taşmış.


Kaynak: ipsala.gov.tr

Yayın Tarihi : 25 Mayıs 2009 Pazartesi 14:23:27
Güncelleme :26 Mayıs 2009 Salı 14:46:28

Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?