19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Avrupa’ya girmek değil Avrupa ülkesi olmak

Burada olsun Avrupa’da olsun Türkiye’nin AB yolundan bahsedilirken daima “Avrupa’ya girmek” sözü kullanılır. Halbuki bu deyim Türkiye ile AB ilişkilerinin bugün bulunduğu yerde her iki taraf açısından gayet olumsuz bir algılamaya işaret ediyor. İfade her şekilde yanıltıcı.

Avrupa’dan Türkiye’ye bakınca, girmek sözü “Avrupa’ya alınmak” anlamına geliyor ki AB’nin ortak karar mekanizmalarına dâhil olmaktan başka bir yere alınmamız söz konusu değil. Ancak Avrupalı sade vatandaşın kafasında Türkiye’nin AB’ye girmesi, denklerini sırtına vurup Avrupa yollarına düşmüş bir dolu aç insan imajına karşılık geliyor. Bu da malûm korkuları ve eşliğinde gelen dışlayıcı ve olumsuz tepkileri doğuruyor.

Esasında işsizlerimizin hayali olan Avrupa’da çalışma olasılığı bugün için ham bir hayal. Üye olduğumuzda gerçekleşebilecek olan serbest dolaşım otomatik olarak da işlemiyor. AB’nin eski ve varlıklı üyeleri yeni üyelerden gelebilecek olan vasıflı ve ucuz işgücüne uzun yıllara yayılmış sınırlamalar getiriyor. Örneğin bugün, 2004’te üye olan on ülkeden sekizinin vatandaşları eski üyelerden sadece İngiltere, İrlanda ve İsveç’e gidip çalışabiliyor. 1 Mayıs’tan itibaren onları kabul eden eski ülkelere muhtemelen Belçika, Finlandiya, Fransa, İspanya ve Portekiz eklenecek.

Göç çare olmamalı

Ancak yakın zamanda yayımlanan çalışmalar bu haktan dahi yararlananların sayısının sanıldığından epeyi düşük olduğunu gösteriyor. Kişilerin serbest dolaşımı ilkesine rağmen insanın ve bu durumda Avrupalının hop o ülkeye hop bu ülkeye gitmediğini bilmek lâzım. Zira dünyada kimse keyiften göç etmez. Nitekim serbest dolaşım, yani evini barkını başka bir AB üyesi ülkeye taşıyarak hayatını orada sürdürmek sanıldığı kadar revaçta bir uygulama değil. Yıllardır serbest dolaşım hakkına sahip olan Avrupalıların sadece %4’ü başka bir üye ülkeye yerleşmiş! Üstelik bu veriye emekliliğini Akdeniz’de yaşayan kuzey Avrupalılar ve kültürel anlamda birbirlerine çok yakın ülkeler vatandaşları dâhil.

Serbest dolaşım olanağı ülkemizde işsizler için çok çekici görünüyorsa da doğduğumuz yerde çalışmak elbette en insanî çare. Türkiye gibi esasında tüm işsizlerini doyurabilecek bir toprakta çalışıp yaşamak varken oralara, uzaklara gidip Avrupa’nın her anlamda soğukluğuna katlanmak ne kadar anlamlı? AB perspektifi ve IMF bağlantısı sayesinde ülkenin kazandığı ekonomik itibar şimdiden ekonomik bir hareketliliği ve esas yabancı yatırım sermayesini ülkeye taşıyor. Eğer AB perspektifi önümüzden yok olmaz, istikrar devam ettirilebilir, tarımın değişimi kazasız belâsız gerçekleşir ve özellikle yabancı sermaye ciddî bir plan çerçevesinde yönlendirilebilirse bunun büyüme, istihdam ve ulusal gelir üzerindeki etkileri kayda değer olacak.

Yeni üye olan ülkelerdeki adaylık dönemi sondajlarında Avrupa’yı iş bulma fırsatı olarak görenler çoğunluktayken üyelik yaklaştıkça bu öncelik tercihlerin son sıralarına düşmüştü. Diğer bir deyişle adaylar kendilerini Avrupa’da hissettikçe ve AB dinamiği ülkelerine iş, aş ve güvenlik olarak yansıdıkça diğer ülkelere gitmeye gerek görmez oluyorlar. Aynı şekilde Türkiye’dekiler de ülke üyelik yolunda ilerledikçe perçinlenecek istikrarın bireysel hayatlarına yansıması sonucunda çözümü “Avrupa’ya girmek”te aramayacaklar. Aksine Türkiye eğer Avrupa’nın dışında tutulur hatta kıtadan koparılırsa işte esas o zaman “Avrupa’ya girmek” hatta “zorla girmek” işsizin sürekli gündeminde kalacak.

“Girmek” eylemi sanki oralara gidince tüm sorunlarımızdan kurtulacak, paklanacak ve her işimizi yoluna koyacakmışız gibi bir anlamla yüklü. Halbuki amaç bu ülkenin de, yakın zamanda üye olan Orta Avrupalılar gibi AB kurallarını uygulayan bir Avrupa ülkesi haline gelmesi. O vakit “giren” daha ziyade, tıpkı İspanya için olduğu gibi, Türkiye’de yerleşmek isteyecek olan diğer Avrupalılar olacaktır.
Yayın Tarihi : 24 Mayıs 2006 Çarşamba 12:47:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?