20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Oltama Takılanlar

Bundan böyle tüm yazılarımın sonunda bu isimde bir köşe olacak. Bu köşe dipnot gibi bir şey olacak. O hafta veya günlerde gözüme takılanlar, dikkatimi çekenler girecek oraya.
 
Bu hafta hiç yazmak gelmedi içimden. Belki sıcaklar, belki biraz bezginlik, belki son günlerde yaşadıklarım. Yorgundum. Ama bugün ilk defa midemde koca bir yumrukla uyanmadığım için bir şeyler yazayım dedim. Bir sürü konu yazılmayı bekliyor, ama ben konsantre olamadığım için tek bir mevzua yönelemiyorum.
 
Bu durumda en iyisi ‘Oltama Takılanlar’ dipnot köşemle sizleri tanıştırmak.
 
  • Hürriyet Gazetesi köşe yazarlarından Gila Benmayor NATO zirvesinin ardından ABD’nin First Lady’si Laura Bush’u anlatmış. Çok beğendim. Gila Benmayor daldan dala yazılar yazar, ekonomiden bahsederken birden ertesi gün Troya hazineleri ile ilgili bir yazısını okursunuz. Beğenirim yazdıklarını, ama bu sefer bayıldım! Çünkü oldukça sevimsiz ve hatta salak olduğunu düşündüğüm Laura Bush konusunda yanılmamışım, bu yazıdan bu çıktı. ABD’nin yapmaya çalıştığının dünyaya barış getirmek olduğunu söyleyen, ben bir kitap kurduyum deyip, Türk yazar tanımıyorum, ‘Binbir Gece Masalları’ Türk edebiyatı olabilir mi diye soran, Emine Erdoğan sayesinde kafasında Türk imajını bir türlü yerine oturtamayan, durup durup her iki lafın birinde kendisine sorulmasa da ‘NATO, demokrasi’ diyen bir kadın. Gila Benmayor’un yazısının son bölümü şöyle: “Kabul ediyorum. Laura Bush’un işi zor. Bir yanda dünyanın yarısının nefret ettiği bir koca; George W. Bush. Diğer yanda gölgesinde kaldığı güçlü bir kadın; Hillary Clinton. Haliyle biraz taşralı, biraz naif, biraz da kızımın deyimiyle ‘ezik’
  •  Marlon Brando 80 yaşında öldü. Hepimizin hayatına bir yerlerden girip etkilemiş, izler bırakmış bu büyük oyuncu yok artık. Herkes ardından yazdı çizdi, ama herkes en son filmini unuttu. ‘The Score’ yani ‘Komplo’ filmi. Bu filmde üç nesil en önemli ve iyi oyuncular bir araya geldi. Marlon Brando, Robert DeNiro ve Edward Norton. Buradaki performansı, rolü minicik olmasına rağmen, ‘işte Marlon Brando’ dedirtiyor. İzlemedinizse hararetle tavsiye ederim. Şayet Marlon Brando hayranı iseniz ve okumadınızsa, Remzi Kitabevi’nden çıkan “BRANDO - Annemin Öğrettiği Şarkılar / Robert Lindsey ile” adlı kitabı da mutlaka okuyun.
  • Okan Bayülgen... Benim yazılarımı okuyanlar onu nasıl sevdiğimi bilirler. Bu hafta eski bir programını izledik, tekrar olmasına rağmen ne yazık ki eleştirdiği her şey güncel. En çok da Türkçe konusundaki hassasiyetini seviyorum. Bir hafta önce de canlı yayında yaptığı bir eleştiriyi çok beğendim. “Türkiye’de yaşıyoruz, Türk’üz ve Türkçe konuşuyoruz. Güzel konuşacaksınız Türkçeyi... Ben yerine ‘baaaaaaan’ demeyeceksiniz.” İnsanlar neden ararlar Okan’ın programını ve rezil ederler kendilerini? Aklıma Ferhan Şensoy sahnedeyken sahneye laf atan salaklar geliyor. Bu telefon edenlerin zeka seviyelerini gerçekten merak ediyorum. Bir de neden hep kadınlar bağlanıyor stüdyoya? Erkekler de arıyordur, eminim...
  • Bu aralar Ekşi Sözlük ile eğleniyor ve vakit geçiriyorum. Açık söylemek gerekirse, çok güzel ve akıllıca şeyler olmasına rağmen, epey abuk sabuk şey de var burada. Öncelikle, araştırmadan, sormadan, okumadan, incelemeden oldukça ciddi mevzulara yazılanlara bakınca içim acıdı ve rahmetli Uğur Mumcu’nun ne yazık ki bu tarz insanlar nedeniyle dilime pelesenk olan bir sözü geldi aklıma: ‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak.’
  • Bitti, en sonunda bitti. Tüm saçma sapan şarkı yarışmaları sonuçlandı. Kalplerde İkinci Bahar da bitti! ‘Sen o programı mı seyrediyorsun?’ diye garip bakışlar atmayın bana! Biliyorum, biliyorum, Türkiye’nin yüzde doksanı belgesel seyreder, ya da hiç televizyonunu açmaz, şayet sorarsan... Ama bir programı ne amaçla seyrettiğindir önemli olan. Birileri gibi dedikodu yapmak için değil, orada bir şeyler gördüğüm için bu programın son günlerini seyrettim. İlk başta, oldukça yapmacık ve üstlerine on numara büyük gelen rolleriyle, bana ‘Ne bunlar böyle be?’ dedirten adamları uzun süre seyretmedim. Ama zaman içinde insanların her fırsatta, ‘gençleri arattılar, gençleri arattılar’ demeleri üzerine programın son dönemlerini yakaladım. İyi ki yakalamışım! Aslında Türkiye’nin gerçek yüzüydü Kalplerde İkinci Bahar. Tipik bir evrim platformu oyunuydu. Oya her şeyi ortaya dökmenin, dürüstlüğün, açıklığın kurbanı etti kendini. Nurhan, tipik erkek evrimi: (evrimsizliği mi desek?) korktu. Aşk kazanmadı, politiklik kazandı. Perihan Mağden’in deyimiyle: İkinci Bahar seçmelerinde karpuzlar arasından en mülayim, en dıngıl, en kikirdek, en manasız, en ‘huzur’ verici olanını en nihayet seçmiş bulunan birinci samimiyetsizler şahı Yakup beyin ...’ Biraz da ben ekleyeyim: Doğru, samimiyetsizlerin şahı Yakup, karısı olarak seçtiği kronik faranjitinin farkında bile olmayan, buna rağmen kaset de kaset diye tutturan, sesini de ne hikmetse güzel sanan birini aldı işte. Hayırlı olsun, dünyanın en sevimsiz evrim platformu evlilik müessesesine hoş geldiniz... Ama doğruya doğru, Nurhan herkesin yüzüne gerçekleri söyledi. Kızmamak gerek, ben takdir ettim. ‘Ben hanımefendiyim, ben şuyum, ben buyum’ diyen Handan’a ‘Hanımefendilik lafta olmaz!’ derken ‘helal’ diye bağırmışım. Bir tek onlar mı? Diğerlerine ne demeli? Hepsinin tek tek ağzının payını verdi. En sinirlendiğim şu: Türk halkı ordusunu sever, ama oradaki yarışmaya katılmış bir emekli askerin durmadan bu konumunu, eski bir ordu mensubu oluşunu kullanması ve bununla zaman zaman insanları tehdit etmesi çok ama çok çirkindi... Hele hele Okan Bayülgen’in de programında bahsettiği Ebru Akel’in üstün zeka göstergesi o muhteşem buluşuna ne demeli? ‘Sevgi Ustaları’... Çok yaratıcıymış. İyi ki bizleri uyarmışsın ve ben de bu programın en azından sonunu seyretmişim Okan. Sen her zamanki gibi gene haklı çıktın.
  • Kardanadam yazımı okuyanlar hatırlayacaklar, o yazıda serotonin ve bilumum başka maddelerin adı geçiyordu. Çok eğlenmiştim yazarken, en sevdiğim yazılarımdan da biridir. Bilim adamları formüllerle açıklamaya çalışırken aşkı meşki, ben de Paul Auster ile açıklamaya çalışıyordum. Dün gene karşıma çıktı serotonin. The Guardian Gazetesi’nin haberine göre bilim adamları, genetik bir mutasyon nedeniyle ruh halini, duyguları, iştahı ve uyuma yeteneğini etkileyen serotonin hormonu seviyesini değiştirmenin mümkün olduğunu belirlemişler. İnsanların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayan serotonin beyin tarafından salgılanıyor ve yeniden absorbe ediliyormuş. Bilim adamları şimdi bu absorbe sürecini uzatarak (yani bu hormonu genlerle kontrol altına alarak) insanı mutlu edebilecek yeni ilaçlar geliştirebileceklerini düşünüyorlarmış.
  • Özel bir not: (Bu yazıda kendime bayağı iltimas geçtim, kusura bakmayın!) Kardanadam yazımdaki kardanadam yapan Adam bu yazı yazılırken Kudüs yollarındaydı. Yolun açık olsun, güle güle git, güle güle gel. Adına hem tatil hem iş dediği geziden çantasında pimi çekilmeye hazır bir sürü bombayla geleceğine eminim her zamanki gibi.
 
Evet, işte böyle. Bu yazı biraz uzun açılımlı bir dipnot-yazı oldu kusura bakmayın. Bundan sonra yazılarımın ardından dipnot köşesi olarak gelen ‘Oltama Takılanlar’ bölümünden başka, bir de beğendiğim bir sözü eklemeyi düşünüyorum. Evrensel olmaları onlara öncelik tanıyacak. Buyurun bakalım ilki, ve benim artık bundan sonraki yaşam felsefem:
 
AKLIN DİSİPLİNE EDEMEDİĞİ İYİ NİYET, YARARDAN ÇOK ZARAR GETİRİR.
Yayın Tarihi : 12 Temmuz 2004 Pazartesi 17:30:33
Güncelleme :12 Temmuz 2004 Pazartesi 17:44:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?