18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

TÖRENİZ BATSIN!

27 Şubat 2004 Cuma günü Türkiye’nin en büyük iki gazetesi aynı habere aynı başlığı atmışlar. ‘Töreniz Batsın!’
Aklın yolu birdir, benzer başlıklar çok sık görülür ama aynı, kelimesi kelimesine, tıpatıp, işte bu o kadar sık olmaz. Çok ilginç geldi bana. Birkaç gazete aldım. Hepsinde aynı haber. Güldünya adındaki kadının törelere kurban gidişi.
Cumartesi ve Pazar günleri bütün gazetelerde bu haberi okudum ilk iş olarak. Cuma gününden beri sadece bu konuyu düşünüyorum.
Delirmek üzereyim.         
İnanamıyorum.
Hikayeyi dramaturjik açıdan yerli yerine oturtmaya, alt metin yazmaya çalışıyorum.
Seneler önce bir kız çocuğu doğuyor, ailenin kaçıncı çocuğu kim bilir? Ondan öncekiler ve sonrakiler var. Anne kim bilir hangi umutlarla kızın adını Güldünya takıyor, ne umutlar var içinde. Aslında burası klasiktir. ‘Benim çektiklerimi çekmesin, gün görsün, yüzü gülsün’ gibilerden kendisi için asla mümkün olmayanı diler kızı için. Anadır.
Gazeteden okuduklarımızla yetinmek zorundayız. Güldünya teyze kızının kocasıyla yasak ilişki yaşıyor. Sonra hamile kalıyor. Evlenme vaadiyle kandırılmış. Adam Güldünya’yı kuma olarak almayı kabul ediyor. Aile de kabul ediyor. Ama Güldünya kumalığı istemiyor. Bitlisli Güldünya amcasının yanına gönderiliyor Istanbul’a. 1 Aralık 2003’te bir oğlu oluyor. Büyük ihtimalle çocuğunun bahtı gülsün diye ‘Umut’ takıyor adını. Amca çocuğu öldürtmek istiyor. Gerekçe de, ileride evlenirse bu çocuğu nasıl açıklar? Güldünya çocuğu çok güvendiği bir arkadaşına teslim ediyor. İki gün ağlıyor ve bunun çocuk için daha iyi olacağını düşünürken, sokak ortasında ağabeylerinden biri tarafından vuruluyor. Ölmediği için yattığı hastanedeki odasına girip kafasına kuşunu sıkıp öldürüyorlar.
İnanamıyorum.
Bunlar gazetelerden okuduklarımızın bir özeti. Ancak, senaryoda bayağı cevaplanması gereken sorular ve kafaları kurcalayan noktalar var.
Gerçi bunlar adaletin halletmesi gereken mevzular. Belki bizim bilmediğimiz pek çok şey biliniyordur da bize yansımamıştır.
Benim anlayamadığım, bu memlekette nasıl oluyor da hâlâ böyle şeyler olmaya devam ediyor? Şimdi bana içinizden, ‘saf olma’ diye başlayan bir sürü cümle kurabilirsiniz. Benim anlamadığım aslında başka bir şey. Bunlar gün geçtikçe artıyor. Bu insanlar da kelimenin tam anlamıyla azıtıyor. Televizyonlarda nereye baksan aşiret filmleri, kumalar, ikinci hatta üçüncü eşler vs. Talk showlara çıkan iki karılı, bilmem kaç çocuklu adamlara ‘Mutlu musunuz, nasıl anlaşıyorlar karılarınız, kavga ediyorlar mı?’ gibi abuk sabuk sorular soran talk showcular. Suriye’den gelen kumalar. İkinci kadın olmanın daha mutlu edeceğine inanan kadınlar, ‘asla kuma kabul etmem’ diye televizyon mikrofonlarına konuşan ama evlenince de bu düzene uyum sağlamak zorunda kalan Güney Doğulu kızlar. Yok efendim, neymiş? Türkiye’nin gerçeğiymiş. E bravo, bu kadar olur, alkış tutun, çanak tutun daha siz. Marifetmiş gibi gösterin.
1980’lerden beri toplumun belleğini silme politikaları bayağı başarılı olmuş baksanıza... Kanunen suç olan şeyleri marifet belledik. İnsanlara beyin uyuşturucuları yükledik. Pop Star’lar, Tele Vole’ler, Biri Bizi Gözetliyor’lar, Ben Evleniyorum’lar. Seyrettiği dizidekileri gerçek zanneden, bir garip hayâl dünyasında kaybolup gitmiş insanlar.
Şimdi, oturup düşünüyorum. Bir laf vardır, ‘bir insanı eğitmeye anneannesinden başlamak gerek’ diye.
Ne kadar anlamlı, ne kadar güzel.
Her şeyimiz aşırı uçlarda olmak zorunda. Ahlâk kavramı bu kadar sakat bir millet daha bulamazsınız dünyada.
Dünya kültürüne beşiklik etmiş, her şeyin başlangıcı Anadolu’nun, baş tacı ettiğimiz ve toz kondurmadığımız Batı Uygarlığı’nın temellerinin bulunduğu Anadolu’nun bu halde olması inanılır şey değil.
Özellikle de anaerkil bir başlangıcı ve çok uzun bir tarihi olan, Anatanrıçaların anayurdu, dünyanın diğer dillerindeki gibi ‘babavatan’ değil de ‘anavatan’ diyen bir dile sahip bu memlekete ne oluyor?
Kadınlara yapılana bak? Erkek ne yaparsa oluyor, ona her şey hak. Ama kadın yapınca? Erkek birilerine ‘mazi’ olunca önemi yok. Ama ‘mazisi olmayan’ kadın arıyor evlenmek için. En ufak hatada ( o da ne demek oluyorsa), dayak, sokağa atma, ya da töre maskesi altında mezara.
Buna nasıl seyirci kalınıyor anlayamıyorum. Kim oluyor bunlar da kendilerini Türk adaletinden de ileride görüp kendi kanunlarını yaratıp, infaz kararları verip, bir de göz göre göre uyguluyorlar?
Güldünya’nın yaşadıkları ve yaptıkları doğruydu, yanlıştı bunlar tartışılır. Yanlış ve doğru neye göre yanlış ve doğru? Diyelim her şey yanlış, böyle mi yapılır? Birileri karar alır ve ailenin genç erkekleri vururlar kadını. İnfaz kararı alan o ‘şerefli(!)ler’ uygulasalar ya kararlarını. Neden onlar yapmazlar? Verilen kararı emir addedip efsunlanmış gibi gidip bir insanı vurup, kendilerini bu şekilde kullandırıp hayatlarını bu şekilde karartan insanları anlamak mümkün değil. Halkımızın ağzından hiç düşmeyen bir cümleyle sorayım: ‘Hangi kitapta yazar bir insanı öldürmek, Allahın verdiği canı almak?’
Tabii, düşündükleri basit. ‘Şerefiyle’ (bazı erkeklerin damarına basmak istiyorsan bu anahtar sözcüktür) ‘haysiyetiyle’, ‘alnı açık’ dolaşacaktır artık başkalarına karşı hem vuran hem de ailesi. Vah vah! Ne demezsin? Tabii, ne olacak ki? Neredeyse töre cinayetlerini tetikleyecek kanunlarımız var. ‘Namus’ kavramının  işlenen bir suçta tahrik ya da ağır tahrik gerekçesi olması nasıl açıklanır? Bu ne biçim bir zihniyettir?
Değişmeli kanun artık çabucak. Yoksa göz göre göre bu kanun çıkana kadar daha pek çok kadın töre cinayetlerine kurban gidecek.
Beni asıl düşündüren küçücük Umut bebek. Pazar günkü gazetelerde polislerin biberonla beslediği fotoğraflarına bakıp içim burkuldu. Hele o Cumartesi günkü fotoğraf? Dikkatinizi çekti mi? O fotoğrafı kestim, önümde duruyor. Güldünya gelinlik giymiş, kucağında da Umut bebek. Onun hiç sahip olamadığı umuda inşallah Umut bebek sahip olur. Birileri sahip çıksa bari. İnanın, içimden keşke ben alabilsem o çocuğu diye geçirdim. Verirlerse alırım. Keşke verseler. Bir yolu olsa. Birileri beni duysa.
Nasıl büyüyecek, anasız babasız? Nasıl bir psikolojiye sahip olacak? Bir gün nasıl olsa öğrenecek tüm bu olanları. Sakat ruhlu bir insan olmasını kim engelleyecek? Ona kim sahip çıkacak?
Biz ne yapıyoruz, nasıl nesiller yetiştiriyoruz bu dünyaya? Nereye gidiyoruz? 
Benim saflığım, hatta salaklığım nerede biliyor musunuz? Ben her şeye rağmen ‘Türkiye hâlâ mümkün’ diyorum. Hâlâ, insanlara iyi şeyler sunarsanız almaya hazırdırlar diyorum.
Güldünya’nın umutlarını söndüren töreniz batsın!
Umut bebek, hayat yolun güzelliklerle dolsun...
 
Hamiş: Bu hafta Cunda adasını, Deniz Restoranı, Taş Kahveyi, orada yeni açılmış ‘Paşam Cafe’yi, Belediye seçimlerinden beklentileri vs yazacaktım ama Umut bebeğin gözlerindeki ifade beni bu olaya kilitledi. O bu durumdayken içimden gelmedi başka şeyler yazmak.
Yayın Tarihi : 29 Şubat 2004 Pazar 23:00:35
Güncelleme :29 Şubat 2004 Pazar 23:15:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Ali Yar IP: 213.243.30.xxx Tarih : 1.03.2004 02:27:20
Acaba töre cinayetini işleyenler insanlarmı yoksa kevgire dönüşmüş hep bir çıkar yol bulunan kanunlarmı.Bana kalırsa önce kanunlar özellikle ceza kanunu düzenlenmeli yoksa biz daha çok töre cinayetleri görürüz ve AB'ye değil girmek bu olaylarla yanından bile geçemeyiz ona göre.