24
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

İşgal Günlerinden Bir Anı

3 Temmuz 1918 tarihinde V. Sultan Mehmed Reşad’ın ölümü ile VI. Sultan Mehmed (Vahdettin) Padişah oldu. İstanbul, tarihinde ilk defa bu tarihte hava saldırısına uğradı. [1]
 
Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda İtilaf Devletleri’ne ait 55 adet savaş gemisi İstanbul’a girdi. Yapılan baskılar sonucu Padişah 21 Aralık 1819 tarihinde Meclis-i Mebusan’ı kapattı. Ve İttihadçılar teker teker tutuklanmaya başladılar. [2]
 
30 Nisan 1919 tarihinde Mustafa Kemal 9. Ordu Kıtaları Müfettişi olarak atandı. 15 Mayıs 1919 tarihinde  Sultan Vahideddin ile görüşen Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919 günü 18 kişilik ekibi (karargah)  ile birlikte Bandırma Vapuru’na binerek Samsun’a hareket etti. [3] 
Bu tarihi bilgileri hatırlattıktan sonra  İstanbul’un işgalini bir türlü içine sindiremeyek Mustafa Kemal’in arkasından Samsun’a gitmeye çalışan bir vatan evladı Yüzbaşı Şeref Bey’in öyküsünü değerli gazeteci İlker SARIER’den naklediyorum: [4]
 
“Boğaz azgın bir nehir gibi akıyordu Marmara’ya doğru. İstanbul üzerine çöken
manevi ağırlığı kaldıracak bir evliya beklentisi vardı sokaklarda.
Karayelden esen rüzgar, yağmur getirecekti şehit mezarlarına. Fatih'in al
kanla fethettiği İstanbul beş yüzyıl sonra kansız, savaşsız İngilizlere
teslim edilmişti  Bir mayıs sabahı Dolmabahçe önünde son silahlı birlik de silahlarını teslim ediyordu.Yüzbaşı Şeref ve birliği manga manga tüfeklerini, tabancalarını, hatta süngülerini
İngiliz subayına makbuz karşılığı teslim ediyordu. Birliğin sonu geldiğinde
İngiliz çavuş Şeref Yüzbaşıya bağırdı “Sir, tabancanız!” Şeref hiddetle
döndü, elinin tersiyle çavuşa vuracak oldu. İngiliz Binbaşı girdi araya ve
“Tabancanız kalabilir, ama mermileri boşaltınız yüzbaşı” dedi. Şeref hiddetle
tabancasını çekti, ateş edebileceğini düşünen İngiliz askerleri silahlarını
Yüzbaşı Şeref'e çevirdiler. Şeref altı patlarını gökyüzüne çevirdi, tambur
pimini çekti, pirinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermi iki metre
yükseklikten yere boşaldı. Kabzası Laz işi, baba yadigarı tabancasını
kılıfına soktu, asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti. Hazır olda bekleyen
120 asker, yumrukları sıkılı, dişleri kenetli Galiçya'dan Hicaz'a,
Trablusgarb'tan Fizan'a peşinden gittiği mert adamın ağzının içine
bakıyordu. Bir emir verse, evet bir emir verse bir avuç züppe İngiliz’i
elleriyle boğabilirlerdi.
 
“Simdi dağılıyoruz arkadaşlar. Sizleri on yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin.Ama unutmayın ki bu iş daha bitmedi, bu millet esaretini yenmek için
sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. Hakkınızı helal eder misiniz?” dedi
Şeref.
 
Bir an sessizlik oldu. Elleri cebinde ve cebinde tuttuğu yuvarlak metal
çerçeveli gözlüğü olduğu halde bekledi. Bekledi, bekledi. Birliğin çavuşu bir
adım öne çıktı ve “Bizim helalimiz seninle şehit düşmektir komutanım“
dedi. Şeref'in gözlerinden hiçte istemediği halde iki damla yaş yanaklarından
süzüldü, elinde tuttuğu gözlüğü tuzla buz olmuştu, avuç içleri kanıyordu ve
daha sert bir sesle bağırarak “Hakkınız helal midir bana”
Yağmur yağıyordu. Gökyüzündeki martılar birkaç dakika önce yaşadıkları
gök gürültüsünden beter “Helal olsun” sesinden duydukları ürküntüyü
üzerlerinden atamamışlardı. Dolmabahçe'den Beşiktaş’a doğru kan damlaları
birer metre aralıkla Şeref'i takip ediyordu. Neden sonra elinin kanadığını
hissetti. Dolmabahçe Sarayı Harem dairesi ardındaki yüksek duvarın altında
omzundaki yıldızlı apoletleri söküp eline sardı. Kanı emen apoletin ipek
örgülü yıldızları kıpkırmızı oluverdi. Şeref Bey sabahın yağmurlu hüznünde Beşiktaş'a vardı. Balıkçı kahvesinde oturmak istedi önce ama hırpani hali bir Türk subayına yakışmaz diyerek
sahile indi. Oturup tekne altını onaran balıkçıyı seyretmeye koyuldu. Kan
çanağına dönen gözlerinin ardında fırtınalar kopuyordu. Kanlıca tepelerinde
yeni açan erguvanlara dalmıştı. Sırtına dokunan elle irkildi, kafasını
kaldırdı. Biraz önce teknesini onarırken seyrettiği denizci bir şeyler
söylüyordu. Ama Şeref duyamıyordu onu. Sararmış dişlerine baktı denizcinin,
ne söylediğini anlamaya çalışıyordu. “Asker ağa, asker ağa". Yüzbaşı Şeref doğruldu.
"Efendim” “Okuman, yazman var mıdır?” Evet, hayrola?“ "Ağam be, teknenin adini yazsan olur mu?“ "Tamam, nedir teknenin adı” “kardelen” "Sevgilinin adı mı?”
"Hee, nerden bildin” Harp Okulu’nda aldığı "Hat” dersi ilk kez işe yarıyordu. Osmanlıca bir
kardelen sekline benzer, resmi andıran figürle yazdı Şeref genç denizcinin
sevgilisinin adını. “kardelen“ "Ağa, kardelen mi şimdi bu. Ya çok güzel oldu, sana borçlandım be ağa“ "Bir gün ödersin, nerelisin sen” "İneboluluyum, İstanbul'daki Rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz, Rumlar lakerde mi lekarda mı ne diyorlar. Teknenin altını vurdum Feneri dönerken, burada onarıyorum, kısmetse öğlen namazı tekneyi indirip, İnebolu’ya yelken basacağım".
 
Yüzbaşı Şeref Akaretler Yokuşu’ndan Osmanoğlu Konağı’na doğru yürüdü. Konağın
kapısını müstahdem açtı. “Şeref beyim, hoş gelmişsin” BJK divan kurulu üyesiydi. Eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında kalecilik yapıyordu Şeref. Konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp, çatıdaki malzeme deposuna girdi. Kısa çatı camının altına
oturdu. Tabancasını çıkardı. Cepkenindeki enfiye kutusunu aldı eline. Kutuyu
kulağına götürüp iki salladı. Sedef kakmalı enfiye kutusu tıkırdamaya
başladı. Kutuyu açtı, içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. Kurşunu
çizme derisine sürterek parlattı. Gözüne yaklaştırdı ve mermi çekirdeğinin
ışıltısında gözbebeğini gördü kurşunun. Kurşunu tabancanın tamburuna
sürdü, tamburu hızla çevirip kapattı. Kırlaşmış şakaklarına götürdü.
“Affet “dedi. TIK. Boş. TIK. Boş. TIK, TIK, TIK. Boş.
 
Kapı hiddetle açıldı. Ahmet Fetgeri [5] içeri girip, son tetiğe basmakta olan
Şeref'in elindeki silahı kaptı. Şeref kendinden geçmiş bir durumda ağlamaya
başladı. “Ne yapıyorsun sen, delirdin mi Şeref". Koltukaltından tutup Şeref'i aşağıya indirdi. Sade kahve ile birer sigara içtiler. “Her şey bitti” dedi Şeref. “Daha değil” dedi  Fetgeri. “Dün akşam Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul’u terk edip Anadolu’da mücadeleyi başlatmak için gemiyle Samsun'a doğru yola çıktılar.” Gözleri parladı Şeref'in birkaç dakika önce Azrail’le Rus ruleti oynayan o değildi sanki. Bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi kafasından. ”Nasıl giderim ben de“ dedi. “Çok zor, salmazlar seni İstanbul’dan“ dedi Fetgeri. Çaresiz hissetti kendin.Birden Kardelen geldi aklına. Kardelen vardı ya İnebolu’ya
giden. “Neden olmasın” diye söylendi. “Ayağa kalktı, sırtındaki battaniyeyi
attı bir kenara. “Gidiyorum” dedi. “Dur, celallenme hemen, nasıl gidersin” dedi
Fetgeri. Kardeleni anlattı ona. “Dostum, fındık kabuğu kadar tekneyle
gidemezsin oralara, sakin olunuz, bir çare düşünürüz, dedi Fetgeri. Artık Şeref'i durdurmanın imkanı yoktu. Yukarı çıktı, üç beş parça eşyasını bez asker
torbasına sıkıştırdı. Kapıdan çıkarken Fetgeri yetişti. “Dur be adam, bir
helalleşelim “Iki dost sarıldılar. “Ha, unutmadan bu torbayı da al, lazım olur
belki” dedi Fetgeri. Nedir bu diye sordu Şeref. “Denize açılıncaya kadar sakın
açma” dedi Fetgeri.
 
Kardelen denize inmiş, yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi genç
denizci.”Tayfa lazım mi? “Gözleri ışıldadı gencin. “Buyur ağam. Ama hayırdır, nereye”
“Senin gittiğin yere, hatırlarsan bana borcun vardı ödeşmiş oluruz.“
Anadolu Fenerini geçip Karadeniz’e yol alırken kardelen, Şeref erguvanlara
son kez baktı. Erguvanların güzel renklerini İngilizlere bırakıyordu, ama
biliyordu ki erguvan kökleri bizimdir. Elbet bir gün özgürlüğüne gelecekti
İstanbul’un ve erguvanların. Yaralı elini Karadeniz’in az tuzlu temiz sularında yıkadı.Temiz bir bez parçası aradı sarmak için. Fetgeri'nin verdiği çantanın düğümünü açtı. İçinde
beyaz bir beze sarili yuvarlak bir şey vardı. Bu bez olur diye açtı bezi ve
Kardelen'in içine bir futbol topu yuvarlandı. Gözlerine inanamadı. Bu top
mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek
sakladıkları “Ertolhd“ marka içten lastikli pahalı futbol topuydu. Ah be
Fetgeri dedi içinden ve güldü. Ara sıra esen sert rüzgar ve serpiştiren yağmura rağmen Sile açıklarını neşeyle geçtiler. Ağva limanında gece demirlediler. Lakerdanın satılmamış
kısmıyla ve mısır ekmeği aksam yemekleriydi. Gece denizci gence
Beşiktaş’ı, Ahmet Fetgeri'yi ve bu futbol topunun hikayesini anlattı hiç
susmadan.Şeref yüzüne doğan yakıcı güneşle uyandı. Kardelen Pazarbaşı burnunu asmış Karasuya doğru yelkenleri doluyordu. Kardelen’in genç reisi Asiye türküsünü söylüyor, tekneyle yarışan yunuslara mısır ekmeği atıyordu. Ara sıra kardelenim, sevdiğime benzer
mırıldanmalarla yavuklusunu anıyordu. 
 
Ertesi gece Akçakoca, diğer gece  Amasra limanında yattılar. Yüzbaşı Şeref denizciliği de öğrenmeye başlamıştı. Amasra Limanı çıkısı denizci hayıflandı. "Hava patlayacak ağam”
Şeref baktı, baktı. Keyifli ve güneşli bir 19 Mayıs sabahından başka bir şey
göremiyordu. Önemsemedi. Teknedeki topun bir o yana, bir bu yana gittiğini gören Şeref başını kaldırdı. Deniz tarafı tamamen kararmıştı ama daha öğlen bile olmamıştı.”
Karadan neden bu kadar uzaklaştık” diye sordu Şeref. “Ağam, kaba dalga vuruyor, burnu çevirdim. “Bir süre sonra yağmur esliğinde öyle bir fırtına başladı ki, Şeref'in midesi dışarı çıkarcasına istifra ediyordu."Yelken ipinden uzak dur ağam, ayağına dolanmasın” dedi genç adam. Bir büyük dalga geçti üzerlerinden.Sonra bir daha, bir daha.Dümen tutan avuçları ezilmişti denizcinin. Şeref yelken ipini tutmaya çalışsa da bir süre sonra direk
kopup, denize düştü. “Denizcinin çığlığı bardaktan boşalırcasına yağan yağmura
karıştı “Ağam ipi sal “Şeref duyamadı, tekne boyunun beş katı bir dalga sancak
tarafından tekneyi alabora etti. Çukurunun dibindeki tekne denizin
altında kaldı. Denizci büyük bir çeviklikle kendini yukarı itip sudan
çıktı. Yüzbaşı Şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine
dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı karanlık dibe doğru hızla
batıyordu. Yarim dakika dibe hızlı gidiş, ayağından çözülen iple durdu,
artık tekneden kurtulmuştu ama üzerindeki ağırlık onun yüzeye çıkmasına mani
oluyordu. Bulanık denizde gözleri açık çırpınırken, yanından geçen beyaz
bir şey gördü. Bu yukarı doğru hızla çıkan Ertolhd marka futbol topuydu bu. BJK'nin gol yemez kalecisi “Panter Şeref” topa doğru uzandı, uzandı.
Kerempe Burnu’nda baygın yatan genç denizci ve yanında Ertolhd marka futbol
topu dalgalarla birlikte salınıyordu. Genç denizci yüzünü paramparça eden
kayalıkların üzerine çıkıp bağırdı “Ağam! Ağam! “Yüzbaşı Şeref hayatının
golünü Karadeniz’in soğuk sularında yemişti. Topa yetişememiş ve karanlık
sular onu dibe doğru sürüklemişti. Elbet Karadeniz onu Anadolu'ya verecekti. Mustafa Kemal'in ardından Kurtuluş mücadelesinde yer almak için Anadolu’ya geçen Yüzbaşı Şeref'ten tam 17 yıl sonra 19 Mayıs 1936 'da, Şeref'in takımı Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün 19 Mayıs’ta kutladığı spor gününü her yıl "Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor  Bayramı “olarak milletçe kutlanması ile ilgili önerisini Atatürk'e sundu ve kabul edildi. Öneriyi Beşiktaş Jimnastik Kulübü adına veren Ahmet Fetgeri Bey’dir. Ahmet Fetgeri'ye 1924 yılında bir hanım gelir ve bir torba bırakır. Ahmet bey kadının getirdiği torbadan çıkan topa bakar ve kadına sorar.
"Nedir bu bacım? “Kadın "İstiklal savaşında şehit düşen kocamın vasiyetiydi, size vermemi istedi. Ahmet bey sorar “Adin ne bacım “Kadın yanıt verir.
“Kardelen ".


[1] Türk Ansiklopedisi, c.20, s.362.
[2] Meydan Larousse, c.10. s.84.
[3] Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığına dair geniş bilgi için bakınız: BOA. DH.İUM. 19-6/1-70-9.
Ayrıca bakınız: BOA. BEO.SYS.34-64/V-1.
[4] İlker SArıer, Sabah Gazetisi, 19.05.2004/20.05.2004
[5] Beşiktaş Kulübü'nun kuruluş çalışmalarında kurucular arasında rol almış olan Ahmet Fetgeri Aseni hakkında geniş bilgi için bakınız: Vala Somali, Beşiktaş Spor Tarihi,
Ayrıca bakınız: Gürel Yurttaş, Beşiktaşın Şanlı Tarihi.
Yayın Tarihi : 30 Ocak 2005 Pazar 17:52:22
Güncelleme :10 Ağustos 2005 Çarşamba 11:58:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?