19
Mayıs
2024
Pazar
KİTAP

CİNSELLİĞİN ANA KITASI ASYA'DIR

Yalnız Bebek”, “Mor Tecavüz”, “Doğu’nun Çıplak Kadınları”nın yazarı Handan Öztürk’ün yeni romanının adı; “Arumi’nin Rüzgargülü.” Kadın ve kadın bedenini odağa alan bir roman bu; Meryem’in hikayesi...

Yani geleneksel tüm kadınlık hallerini, anneliği, eş olmayı bir kenara itip nişanlısını terk ederek, sevgilisi ile Asya Kıtası’nda yolculuğa çıkan Meryem’in... Ve bu yaşlı kıtanın turistlerin giremediği egzotik mekanlarında, farklı bedenlerde cinselliğini arayışının... Ya da romanın son sayfasında dendiği gibi “vajinanın yeryüzündeki öyküsünün...”

“Arumi’nin Rüzgargülü”nü bir kadının cinsellik üzerinden kendini keşfi olarak yorumlayabilir miyiz?

Evet, bu bir iç yolculuk... Özgürleşme, kendini tanıma ve dünyayı özgürleştirme yolculuğu. On bin yıllık insanlık kültürünün yarattığı, kadına ve erkeğe dair dayatılan bir kültürün sorgulandığı bir yolculuk.

Romanınızdaki bu yolculuk, alışılagelenin dışında, tinsel değil tensel...
Tensel yolculuğu dünya edebiyatında ağırlıklı olarak erkekler yaptı. Kadın romancılar bunu yeni yeni deniyor. Bizde ise erkek romancılar daha az yaptı kadın ise hiç yapmadı. Bedenimle barışık olduğum için bunu yapmaktan ürkmedim. Bir de o kadar sakatlaşmış kadın var ki, bacak arasından, kadınlığından nefret eden... Onların acısını duyduğum için yapabildim.

Kahramanınız bu yolculuğu Doğu’ya, Asya’ya yapıyor...

Asya’yı gezdikten ve keşfettikten sonra dünyaya doğru bakmayı becerebildim. Asya’yı gezmeden, özümsemeden Avrupa’yı, dünyayı, hakim kültürü anlamak mümkün değil. Asya’yı damardan gezme şansım oldu. İpekyolu’nun içlerine, ulaşılamayan köylere, yasak bölgelere... Bu kültürü önemsiyorum çünkü bu kültür genelde İslamiyet’le özdeşleştirilse de çok daha çeşitlidir. Tao, Budizm, Ateizm, Musevilik, Paganik dinler... Pek çok din, kültür ve cinsellikle ilgili derinlemesine kültür oluşturmuş bir kıta bu.

 

Cinselliğin “ana” kıtası yani?

Cinselliğin ana kıtası bence Asya’dır. Avrupa ne yapmıştır? Hippilerin, çiçek çocukların keşfetmeye çalıştığı Asya’daki bu zengin cinsel kültürün üzerine bir el çabukluğuyla oturma uyanıklığı gösterip ticarete tahvil etmiştir. Cinsellikteki en büyük özgürlük söylemini Batı kültüründe görsek de esasında bunun altında bir tüketim kültürü vardır. Ama Asya’da cinsellik böyle gelişmedi. Kadın ve erkeğin cinsel yolculuğunun derinliğine girildi ve var oluşun getirdiği kodları, doğaya dair sorgulayıp felsefeler oluşturdu.

Taocular inzivaya çekilip günlerce orgazm oluyorlardı

Mesela?

Mesela yüzyıllar önce Taocu anneler, babaanneler erzaklarını yanlarına alıp oranın en güzel yerlerine çekilip haftalarca seks yapıyorlar. Günler süren orgazm yaşıyorlar. Bu da cinsel anlamda bedeni özgürleştirme süreci tabii ki. Batı’nın deneyimi ve özgürleşme yolculuğu ise tüketme üzerine kurulu. Bunun günümüz tezahürüyse gece kulübünde “one day”lik ilişkiler. Sonra Batı’nın cinselliği, özgürlüğü tüketim kültürüne tahvil etmesinin en büyük simgesi kadının tüketim nesnesinin merkezi haline getirilmesidir. Asyatik kültürlerde ise bu yok.

Ama Uzak Doğu’da fuhuş sektörü çok yaygın ve güçlü?

O Batı’nın estirdiği bir rüzgar... Esas müşterisi Batı’dan geliyor. Ayrıca fuhuş her dönem her toplumda olur. Zaten ben bu tür yerlerden değil Asyatik kültürlerin hâlâ yaşadığı yörelerden bahsediyorum.

Roman kahramanınız modern bir kadın... Ama o da cinselliğinin tam anlamıyla farkında değil. Oysa hep köylü kadınların cinselliğinin farkında olmadığı söylenir...
Kahramanım modern biri. Kendi iradesiyle seçtiği bir nişanlısı, ayrıca sevgilisi var. Yani Türkiye koşullarına göre oldukça özgür bir kadın. Ama “O kadın istediği ile istediği zaman sevişebiliyor” argümanı bana yetmiyor. Özgürlüğün de kadının da sınırı bu değil. Dünyada cinselliğin geldiği boyuta, bize okutulan boyuttan bakmak istemiyorum. “Köyler cinselliği yaşamaz” diye bilinmesine gelince... Anadolu’daki çalışmalarda o kadar çok cinsel özgürlüğü olan hikaye dinledim, o kadar çok güçlü kadınla tanıştım ki! Bence onlar bu Asyatik geleneğin kahramanları. Bana kalırsa kentli kadın çok daha travmatik. En kentlisinin bile kimlik problemi var. Çünkü trendlerle kendini paketleyen bir kadının olduğu yerde özgürlükten söz etmek mümkün değil. Sağlıklı bir cinsellik ise bedenine dönerek ve özgürleşerek gerçekleşir.

Bu röportajı okuyanlar şunu sorabilir: “Mutlu bir ilişkim ve cinsel hayatım var.
O zaman sorun nerede?”

Dönemsel olarak mutlu olabilirler. Bir yatışla da çok mutlu olabilirsin, beş saatlik bir sevişmenin on dakikasında da. Ya da mutlu bir cinsel ilişkiniz de olabilir. Yine de en kırılgan alanımızdır cinsellik.

Neden?

Cinsellik artık esas büyüsünü yitirmiş bir eylem. Esasında bunu kadın-erkek ilişkileri böyle. Çok tutkulu cinsel hayatı olan bir çift kedi-köpek gibi birbirini yiyebilir. Bu da sağlıksız. Çünkü artık büyü kayboldu ve kadın-erkek ilişkilerinde kaos hakim. Şöyle diyeyim; beyaz atlı prensler yok artık. Eskiden prensler daha çoktu.

Lezbiyenlik değil kız kardeş dayanışması

Romanda yaşlı bir kadın kahraman var.

99 ilişki yaşamış ama yüzüncüyü bulamamış biri. Kadın kahramanınızın onunla bir ilişkisi oluyor. Bunu nasıl okumalı?

Bunu lezbiyen ilişki ya da cinsel çeşitlilik yerine, kız kardeş dayanışması olarak görmek gerek. Zira yaşlı kadın yüzüncü ilişkisini yaşadığında tamamlanacağına inanıyor. Kahramanım da ona yardımcı oluyor. Bir dayanışma yani. Bir de her kırık aşk hikayesinin ya da mutsuz evliliğin ardından kadınlar, o ilişkide yarım kalanları en yakın arkadaşı ile tamamlamaya çalışır. Bunu da o şekilde görebiliriz.

Romeo ve Juliet erkeklik kepazesidir

Kahramanınız kendini keşfetmek için Asya’da dolaşırken pek çok kez sevgilisi dışında başka erkeklerle de ilişkiye giriyor. Sizce tek eşlilik insan tabiatına aykırı mı?

Çok zor. Tek eşlilik de kapitalizmin ürünü. Feodal dönemlere ya da öncesine bakarsak çok da tek eşli ilişki göremeyiz. Zira sürekli savaşlar var. Adamlar savaşa gittiklerinde ne yaşıyor, ne ediyor? Sonra savaşa gidemeyen kadınlar kendi aralarında ne yaşıyor?

Romanın bir özelliği de dili. Kadın cinsel ilişkilerini anlatırken “...edildim, yapıldım” yerine “yaptım, ettim” diyor.

Gündelik yaşamda kadının ezilmesini besleyen bir dil kullanıyoruz. Bu her şeye edebiyata da, küfürlere de hakim. Böylece kadınlar, onları ikinci sınıf gören kötü dramalara, salya sümük ağlayan zavallılar haline getirildi. Mesela Romeo ve Juliet... Büyük bir erkeklik kepazesidir. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin de...

Neden erkeklik kepazesi?

Çünkü orada kadınlar bir koyun gibi babasının kurallarına uymak zorunda kalan, kendisi ile ilgili karar alamayan zavallılardır. Biz de onlara gözyaşı dökeriz. Bunun günümüzdeki örnekleri de diziler. Oysa bir hikayede zalim bir erkek varsa, kadınların bakıp bakıp ağlamasını sağlamayan, aksine sorgulayan bir dil kullanılmalı. Mazlum değil zalim olarak anlatılmalı.

Bu romanı yazarken zorlandınız mı? Bir kadın için cinsel içerikli bir roman yazmak bile başlı başına bir macera olmalı...

Başta takma adla yazmayı düşündüğüm için çok rahat yazdım. İlk okuma grubum okuduktan sonra “Sorun yok” dedi. Ben de adımı kullandım. Bir de babamın ölümünden sonra tüm oto sansürlerim çöktü. Hani ölümle kutsal ve geleneksel değerler bir kez daha cilalanır ya bende tam tersi oldu. Bunu itiraf eden kadınlardanım.

Buket Aşçı - Vatan
Yayın Tarihi : 15 Şubat 2009 Pazar 16:35:09
Güncelleme :15 Şubat 2009 Pazar 16:39:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?