27
Mayıs
2024
Pazertesi
KİTAP

TÜRKAN SAYLAN'IN ÖYKÜSÜNÜ YAZIYORUM

Ayşe Kulin, her ne kadar “Adı Aylin” ile tanınsa da 25 kitabı olan bir yazar. İnsan odaklı yazan, “Bir Gün”de olduğu gibi Türkiye’nin can yakıcı sorunlarını ele almaktan da geri durmayan bir kalem. Şu sıralar Türkan Saylan’ı yazıyor. Hayali, yaşadığı sürece hep üreten ve çok okunan bir yazar olarak kalabilmek.

Doğruyu görseler de görmezliğe geliyorlar

Türkan Saylan’ın kitabını yazıyorum. Bu kitapta yaşam öyküsünden çok, cüzzama ve hayata karşı verdiği mücadelenin öyküsü olacak. İşin çok başındayım elimden ne çıkacağını henüz bilemiyorum. O haksız eleştirileri yapanların öyle bir kafa yapısı var ki, doğruyu görseler de görmezliğe geliyorlar. Hayatını başı örtülü insanların sağlığı ve eğitimine adamış birine, “başörtüsü düşmanı” diyebilmek, başka nasıl mümkün olabilir?

AŞK

Geçmişte kaldı

Aşkın ayak sesleri geçmişimde kaldı. Şimdi gündemimde olan, dostluğun sesi. Bu saatten sonra, yatak odamda oğlak derisinden mamul yumuşak terlik sesinin dışında hiçbir sese tahammülüm yok.

ROL MODELİM

Model seçmedim feyz aldım

Beni yazar olmaya sevk eden, okuduğum romanlar değil, içimdeki yazma tutkusu oldu. Bu kesin. Hayatta rol modelim hiç olmadı. Kahramanlarım da hiç olmadı. Ben büyürken, ne kadar şanslıyım ki, çok yakınımda Ahmet Reşit Rey, Hasan Ali Yücel, İsmail Hüsrev Tökin, Ferruh Başağa gibi değerler vardı. Onlardan model seçmedim ama feyz aldım. Babam, taktir ettiğim kişilerin başında gelir.

27 MAYIS SABAHI

Hocama müjdeyi verdim

27 Mayıs sabahı okulda yatakhanedeydim. Bir arkadaş radyoda duymuş, hepimizi uyandırdı. Bize Political Science dersi veren Prof. Suna Kili’nin odasına koştum. Bir hafta önce sınıfta ‘Liberalism’i işlerken, hocamızın gözleri dolmuş, sesi titremiş, dersi yarıda kesmişti. Sabahın yedisinde kapısını yumrukladım. Yatağından fırlayıp, saçlarında bigudilerle kapıyı açtı. “Hocam, müjde! İhtilal oldu. Askerler idareye el koydu” diye bağırdım. Ağlayarak birbirimize sarıldık. Hataymış! Darbeyle sorunları çözemeyeceğimizi anlamak için 12 Eylül’ü de yaşamak gerekiyormuş.

GAZETECİLİK

Karakterim örtüşmedi

Gazetecilik bana ne bir artı getirdi ne de benden bir şey götürdü. Karakterim ve gazetecilik bir türlü örtüşemedi. Romanlarımda olayları vizörden görür gibi aktarmamda, on yılı aşkın bir süre kamera arkasında çalışmamın katkısı olabilir.

YOL AYRIMIM

Evlenerek yanlış trene binmişim

19 yaşındayken evlenmeyi seçmekle yanlış trene bindim ve yanlış bir istikamete doğru yol aldım. Trenden atlamakta gecikmedim ama elbette hiç kimse tren kazasından yarasız kurtulamaz. Elbette hayatımda keşkelerim var. İlki: Keşke ilk evliliğimi yapmasaydım. Arada yüzlerce keşke. Sonuncusu: Keşke anneme daha sevecen olabilseydim.

YAŞAM ÖYKÜMÜ YAZSAYDIM

Kuyruğu dik tutma mücadelesi

Hayatımı anlatmaya, çok mutlu geçen çocukluğumdan başlardım ki o günlere bir kez daha dönebileyim. Sonrası oldukça zordur. Hayatını çalışarak kazanan tek başına bir kadının suyun üzerinde kalma ve kuyruğu dik tutma mücadelesi. İki büyük oğluma reva görülen edepsizliğe ve haksızlığa göğüs, çocuklarıma da kol kanat germenin yorgunluğu elbette bende ve çocuklarda derin izler bıraktı. Kinci, negatif enerji saçan birine dönüşmemek için çaba sarf ettim. Finali düşünmek için henüz erken ama dilerim çabuk ve acısız olur. Tıpkı anneciğimin gidişi gibi, sessiz sedasız ve vakur bir son!

ÇOCUKLUĞUM

Vicdan azabını öğrendim

Beş altı yaşlarındaydım, dedemin Ada’daki köşkünde, arka bahçedeki taflanların arasına saklandım. Beni aramaya başladılar. Seslerini duyabiliyor, çok eğleniyordum. Bu bekleyiş herhalde birkaç saat sürdü. Anneannem baygınlıklar geçirdi. O akşam anneannem, “Ya deden kalp krizi geçirseydi, ne yapardın?” diye sordu. O an, vicdan azabının anlamını öğrendiğim andır.

KİTAPLARIMIN SERÜVENİ

Yıllar sonra başkalarının eserleriymiş gibi okurum

Füreya’nın dışındaki tüm çalışmalarımı kitap formatında elime aldığımda hep çok hayıflandım, keşke başka türlü yazsaydım diye. Basıldıktan sonra, çok uzun bir süre onlarla ilişkimi keserim. Yıllar sonra elime aldığımda başkalarının eserleriymiş gibi okurum. Bazısını hiç beğenmem, bazısını da keyifle okurum.

EN ÖZEL HEDİYEM

Kapıcımın çocuğu verdi

Kapıcımızın eğitimini üstlendiğim zihinsel özürlü çocuğunun benim için büyük harfle yazdığı mektup. İmkansızı başarmış olmasının inanılmaz keyfi!

ADI AYLİN

Edebiyat edepsizliği kaldırmaz

Adı Aylin beni okura tanıttı, başımın üzerinde yeri var. Ama hâlâ okurlar açısından neden bu kadar çok beğenildiğini, eleştirmenler açısından da neden yerden yere vurulduğunu anlayabilmiş değilim. E (Edebiyat) Dergisi’nde kendine eleştirmen diyen biri, “Aylin’i yazana anana derler” diye yazdı. Geçenlerde bir başka yazar da çok satan kitapları üstüne sinekler üşüşen pisliğe benzetti. Bu tür eleştirilere yer veren edebiyat dergileriyle “anana” veya “eat shit” türü eleştiri yazanları anlayabilmekte zorluk çekiyorum. Edebiyat bayağılığı, edepsizliği kaldırabilen bir sanat türü değil çünkü.

KISKANÇLIĞI TANIMADIM

Üzüleceğime çeker giderim

Rekabet hissini tanımadan büyümenin getirdiği eksiklik yüzünden mi yoksa yaradılışım mı böyle, yükselme ihtirası bende yok. Yaşayan yazarları kıskanamıyorum. Hatta dostum olanların, örneğin Buket’in, Nazlı’nın, Perihan’ın, Kürşat’ın kitapları çıktığında çok satmaları için dua ediyorum. Şahsen tanımadığım yazarların da kitapları çok satsın isterim. Özel hayatta kocaları veya sevgilileri kıskanma faslına gelince: Bana o duyguyu yaşatacak erkekler için hiç uğraşmam. Kıskanacağıma, üzüleceğime çeker giderim!

KÖKENİM

Mezar taşlarıyla övünülmez

Ailemin Bosna tarihinde önemli bir yer tuttuğunu biliyorum. Buna rağmen tüm aile fertlerim hayatımda tanıdığım en alçak gönüllü, en kibirsiz, en zarif insanlardı. İlkokuldayken ansiklopedileri karıştırıp, büyüklerime sayfalardaki bilgileri gösterir, ailemin önemini onlardan da duymak isterdim ve her birinden hep aynı yanıtı alırdım; “Mezar taşlarıyla övünmek çok ayıptır, eğer varsa, asalet insanın sadece ruhunda bulunur.” Bu terbiyeyle büyümenin bende izleri oldu, hiç kimseyi hor görmem, hiçbir unvanı da önemsemem.

HOBİLERİM

Adı Aylin’i yazana kadar resim yapar gizli yerlere asardım

HAYATIMIN EN’LERİ

En büyük korkunuz?
-Gönül kırmak.
En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız?
-Yeni doğmuş bebeklerin tenine.
En sevdiğiniz tatil kenti?
-Urla.
En sevdiğiniz yemek?
-Domatesli pilav ve kuru köfte.
En sevdiğiniz tarihi kişilik?
-İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth.
En sevdiğiniz film?
-Remains Of The Day (Günden kalanlar/1993).
En sevdiğiniz sanatçı?
-Mozart ve Beethoven.
En iyi dostunuz?
-ACG 61’ sınıfı (Üsküdar Amerikan’daki sınıfı) ve Esen ile Meyzi.
En sevdiğiniz koku?
Büyükada iskelesinde yasemin kokusu ile fırından yeni çıkmış ekmek kokusu.
 

faruk bildirici-hürriyet
Yayın Tarihi : 13 Temmuz 2009 Pazartesi 02:54:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?