13
Haziran
2024
Perşembe
KİTAP

TÜRKLER, YUNANLILARA 'KURTULUŞ' OLDU

Ege Denizi'nin mavi sularında seyreden bir gemi, endişeli; ama tedbiri de elden bırakmamış.

Yükünün önemini anlatabilmek için bayrağı Kızılay bayrağının rengine boyanmış. Yolunu bekleyenler için 'Kurtuluş' demek; çünkü yiyecek götürüyor. Ama hep acı haberlerle dönüyor. Gördükleri manzara o kadar içler acısı ki tayfalar kendi kumanyalarını Yunanistan'da bırakmış, hem de dönüş yolunda aç kalma pahasına.

İkinci Dünya Savaşı'nın 1940-42 yılları arasında Yunanistan, Nazi çizmesi altında ezilirken çektiği acılardan, yaşadığı kıtlıktan bahsediyoruz. İşte Yunanistan'ın yaşadığı bu kıtlık ve Türkiye'nin komşu ülkeye gönderdiği yardımlar, Elçin Macar'ın hazırladığı 'İşte Geliyor Kurtuluş' adlı bir kitaba konu oldu. Olaylar ne kadar dramatikse kitabın oluşma serüveni de o kadar ilginç. 1995'te Liberal Demokrat Parti "Kurtuluş" gemisini anmak üzere bir toplantı düzenlemiş. Macar, böyle bir olayın ve geminin varlığından bu şekilde haberdar olmuş. Yunanistan'a gittiğinde bu konuları biraz araştırınca meselenin önemini görmüş. Hemen bilge ve belge toplamaya başlamış. On yıllık bir araştırmadan sonra bu kitap ortaya çıkmış. Fotoğrafların bir kısmı Yunanca dergilerden, Atina'da Benaki Müzesi'nin arşivinden alınmış.

Kitapta, Yunanistan'ın içine düştüğü kıtlığa Türkiye'nin yardımları konu ediliyor. Aslında o dönemde yapılan anlaşmalar gereği, Yunanistan savaşa girdiğinde Türkiye'nin de girmesi gerekiyormuş. Bulgaristan'ın yayılmasına karşı yapılan Balkan Paktı bunu gerekli kılıyordu. Ayrıca İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında 1939'da imzalanan üçlü ittifak vardı. Macar, Yunanistan'ın Alman ordularınca işgal edilmesi üzerine Türkiye, savaşa girmesi gerektiğini bunu yapmadı. Çünkü ülkenin durumu içler acısıydı.

Yunanistan işgal edilince, İngiltere Nazilerin başarısızlığa uğraması için Akdeniz'i abluka altına almıştı. İngiltere işgal altındaki ülkelerde Nazilere karşı isyanlar çıkmasını planlıyordu. Nazilerin işgalde ilk yaptıkları iş, bütün ambarlara el koyup buğdayı, arpayı Almanya'ya göndermek olmuştu. Böyle olunca ABD'deki Yunan lobisi bir kampanya başlattı. Kanada ve Arjantin gibi buğday zengini ülkelerden yardım götürmeyi önerilmişti. İngiltere ise ablukayı deldirtmemek için Akdeniz'deki bir ülkeden yardım götürülmesi formülünü önermişti. Böylece dışarıdan Akdeniz'e girilmemiş ve abluka delinmemiş olacaktı.

Bulunan formül, "Siz parayı verin Türkiye'den satın alın ve Türkiye de göndersin." şeklindeydi. Macar'a göre, Türkiye anlaşmadaki savaşa girme şartına uymadığı için Yunanistan'a yardım ederek bir nevi vicdani borcunu ödemiş oluyordu.

Gemi kızılay rengine boyanarak yardım götürüyor

Bu kitapta incelenen dönemde 1940-42 arası Kurtuluş ve Dumlupınar gemileri toplam 10 sefer yaptı. Her iki geminin götürdüğü, ağırlıklı yiyecek ve az miktarda giyecek toplam 17.500 tondu. Bu yardımların başını Türk basını çekiyordu. Daha çok Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman ve kısmen de Cumhuriyet Gazetesi kampanyada yer almıştı.

Yardımlar sırasında gemiler birçok tehlike atlatıyordu. Çünkü o dönemde gerek İngilizler gerek Naziler Akdeniz'de ne görse batırıyordu. Hem Kurtuluş hem de Dumlupınar çok büyük Kızılay bayraklarıyla donatılıyor, her yer Kızılay bayrağı rengine boyanarak yardım gemisi olduğu belli ediliyordu. Ve böylece geminin güvenli bir rotada gitmesi sağlanıyor.

Yardımların yapıldığı dönemde Türk basınında, "Yunan kardeşlerimiz sefalet içindeler, açlıkla pençeleşiyorlar" şemlinde haberler yapılıyordu. Orada da "komşunun dostunun elini tutması" duygusal bir şekilde anlatılıyordu. Yaşananlar her iki tarafta da akıllarda yer etmişti. Yunanistan'da 70 yaşın üstündekiler bu gemiyi ve yardımları bugün de hatırlıyor. O kadar etkilenmişlerdir ki gemiden gelen yardımlar ile yapılan çorbanın adına "kurtuluş çorbası" diyorlar. Böyle pek çok hikâye var, ancak yıllar geçtikçe bunları hatırlayan kişiler gittikçe azalmış.

Açlık ve kıtlık döneminde kenetlenen komşular

Macar, açlık ve kıtlık döneminde komşu ülkelerin düşman çocuklarının nasıl oluyor da birbirlerine kenetlendiklerini 'iki ülke arasındaki aşk ve nefret ilişkisi'ne bağlıyor. Macar'ın tespitleri şöyle: Birincisi o yıllar mübadelenin gerçekleşmiş olduğu ve mübadillerin hayatta olduğu yıllar; otuzların sonları kırkların başları. Ve her iki ülkede de karşı tarafı bilen ve oralı olan insanlar var. Dolayısıyla bir sıkıntı yaşandığında daha on beş yirmi yıl önce oradan gelmiş insanların aynı sıkıntıyı kalplerinde hissettiklerini düşünüyorum. Nitekim bu kitabın konusu olan yardım meselesinden hemen önce Erzincan depremi için Yunanlılar bir yardım kampanyası düzenlemiş ve para toplamış. Anlaşılan o ki, yardım edenlerin büyük kısmı oraya giden mübadiller, çünkü onlar daha hassas. Muhtemelen buraya gelen Yunanistan mübadilleri de öyleydi."

Macar'ın kitapta dikkat çekmeye çalıştığı nokta, konunun Türkiye'de sadece yardım yapılmış gibi anlatılması. "Birileri sadece para, malzeme toplamış ve göndermiş gibi aktarılıyor. Oysaki kıtlık haberleri ulaştıktan sonra gönderilen yardım malzemeleri Amerika'daki Yunan diasporasının Türkiye'den satın aldığı gıdadır." diyen Macar, oradaki durum ile ilgili gelen haberlerden sonra Türk basınında bir yardım kampanyası başlatıldığının ısrarla bilinmesini istiyor. Bu kampanya sonucunda satın alınan malzeme giderken gemilerin içine Türkiye'de toplanan yardım paketleri de eklenmiş. O dönemde Türkiye'de Rum değil, Yunan vatandaşı olan en azından yirmi beş bin kişi bu gayretin en önemli şahidi. O Yunan vatandaşları da oradaki akrabalarına buradan bir şeyler göndermeye çalışmış. Dolayısıyla önce satın alınan malın gönderilmesi şeklinde başlayan iş yardım kampanyasıyla da birleşmiş. Yani olayın çıkışı yardım değil; Türkiye'den satın alınan gıdalardır. Türkiye'den bunun ulaştırılmasını ise Kızılay üstleniyor.' a.kaya@zaman.com.tr

***


Filmlere konu olabilecek bir plan
Kızılay adına gemilerin sorumlusu gazeteci Feridun Demokan, Kurtuluş ve Dumlupınar gemileriyle Yunanistan'a birçok sefer yaptı. İşgalin ve kıtlığın fotoğraflarını, Amerika'ya ve İngiltere'ye duyurmak için filmlere konu olabilecek bir planla SS subaylarının önünden kaçırdı. Demokan, olayı şöyle anlatıyor: "Yunanistan'dan ayrılacağım akşam her seferde olduğu gibi gemide SS subayları beni bekliyordu. Dumlupınar'ın yemek salonunda kollu sandalyeleri yere sabitlenmiş uzun bir masa vardı. Çantalarım içeri getirilip birbirine bitişik kamaraya konuldu. Ama diplomatik postayı, albümlerin içinde olduğu birbirine eş iki kahverengi zarfı ve kendi evrak çantamı masanın bir ucuna yerleştirdim. İlk bakışta albümlerin olduğu zarfların elçilikten gelen kırmızı mumdan mühür taşımadığı anlaşılmıyordu. Bahriyeliler her zamanki gibi bütün gemiye dağılmış içini dışını arıyorlardı. Almanlar ve konsolosla birlikte yedik içtik ve hava daha dost canlısı hale geldi. Biz sohbet ederken bahriyeliler gelip aramanın bittiği haberini verdi. Sırada benim kamaram vardı. İki veya üç Alman askeriyle birlikte kamaraya gittim. Ben izlerken onlar kamaranın altını üstüne getirdi. Sonunda kontrol bitmişti. Salonda hava o kadar neşeli ve dostaneydi ki kumandan Kramer evrak çantamı veya masada öylece yatan büyük zarflarımı arama nezaketsizliğini göstermedi. Yarım saat sonra kaptan Kocaalan'ın kumandasında Dumlupınar, iki Alman hücum botunun eşliğinde mayınlı bölgeden zikzaklar çizerek geçti ve Çanakkale Boğazı'na varabilmek için hızlandı."

Ayten Kaya - Zaman
Yayın Tarihi : 15 Eylül 2009 Salı 22:26:06
Güncelleme :19 Eylül 2009 Cumartesi 15:45:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?