Dikkat! Harvardlı Profesör Robert Langdon tüvit ceketiyle yine ortalarda dolanmaya başladı. Bu gelişme bize, yeni bir Dan Brown mevsiminin başladığını gösteriyor. Çok değil, iki ay içinde Türkiye'nin ana gündemindeki siyasi tartışmaların yerini, gizli teşkilatların, masonların, Süleyman'ın Hazinesi'nin alacağını tahmin ediyorum. Çünkü Dan Brown'ın 15 Eylül'de satışa sunulan yeni kitabı Kayıp Sembol, kasım ayında Türkçe olarak yayınlanacak. Kitabın şimdiden 6,5 milyonluk satış rakamına ulaştığına bakılırsa bayrama önce Dan Brown'ın girdiğini söylemek de mümkün.
Dan Brown, şu anda dünyanın en çok okunan yazarı. Ama onu sadece çok okunan bir yazar olarak kabul etmek güç. Kendisi aynı zamanda yarattığı ekonomik pazarla birlikte mevcut sistemin en önemli "ürün"lerinden biri. 2003 yılında yayınladığı Da Vinci Şifresi kitabı dünya çapında 80 milyondan fazla sattı. Da Vinci Şifresi'nin başarısı sayesinde daha önce yazdığı kitaplar da büyük ilgi gördü. Melekler ve Şeytanlar tıpkı Da Vinci Şifresi gibi beyaz perdeye aktarıldı. Kitaplarının yayın hakkından toplam 300 milyon dolarlık bir servet yapmayı başaran Brown, beğenildiği kadar tartışılıyor da.
Pazarlama dehası
Kişisel olarak kitapların farklı şekilde pazarlanmasını yanlış bulmuyorum. Bir kitabın pazarlanması en fazla daha çok kişinin o kitabı okumasını sağlar. Ki zaten bu da iyi bir şeydir. Ama söz konusu Dan Brown olunca işin rengi biraz değişiyor. Brown'un yeni kitabı Kayıp Sembol, diğer kitapları gibi büyük bir tanıtımla piyasaya sürüldü. Büyük kitapçılarda kuyruklar oluşturuldu hatta Avustralya'da kitabı ilk okuyup yorumlayacak kişiyi seçmek için "En hızlı Dan Brown okuma yarışması" düzenlendi.
Bunun yanı sıra kitap farklı boyutlarda ve farklı fiyatlardan piyasaya sürüldü. Okuyucular daha 784 sayfalık kitabı 31 dolara alırken, 528 sayfalık daha ince kitap 29,95 dolardan satışa sunuldu. Bir yazarın kitabını farklı sayfa sayılarıyla satışa çıkarması pazarlanan ürünün bir kitap olduğunu unutturacak gibi gözüküyor. Zaten Dan Brown için "ürün" tabirinin kullanılması da buradan geliyor.
Peki Dan Brown'ı bu kadar popüler kılan ne? Eleştirmenler yıllardır bunu tartışıyor. Eleştirmenler tartışa dursun bu konuya en güzel açılım başka bir "çok satan" yazar, Umberto Eco'dan geldi. İtalyan edebiyatının yaşayan en önemli isimlerinden olan Eco, Gülün Adı ve Foucault Sarkacı gibi romanlarıyla Türkiye'de de her dönem en çok okunanlar arasında yer aldı. Eco Dan Brown'dan çok önce benzer konularda yazan biri. Fakat bir Ortaçağ uzmanı akademisyen olarak Eco'nun romanlarını doğrudan Dan Brown ile kıyaslamak çok doğru olmayacaktır.
Şaşırtan benzerlik
Da Vinci Şifresi'nin ün kazanmasıyla birlikte kitabı Foucault Sarkacı'na benzeten büyük bir kesim oldu. İşin tuhafı, Melekler ve Şeytanlar'ın konusu da Eco'nun ilk romanı Gülün Adı'yla büyük benzerlik gösteriyordu. İki yıl önce New Yorker'da Eco'yla yapılan bir söyleşide Da Vinci Şifresi'ni okuyup okumadığı sorulduğunda İtalyan yazar o ironik üslubuyla şöyle diyordu: "Okumak zorunda kaldım çünkü herkes bana bunu soruyordu. Cevabımsa şudur; Dan Brown, benim Foucault Sarkacı'nda yarattığım bir karakterdir."
Aslında, Eco bu cevabında komplo teorilerine gerektiğinden fazla ilgi gösterenlerin sonunda gerçeklikten tamamen kopacağını anlatıyordu. Komplo sendromu adı verilen bu durum tüm olayların ardında gizli bir güç, birtakım örgütlenmeler arayanlar için kullanılıyor. Tarihte ve günümüzde hiçbir tesadüfe yer bırakmayan bu görüşe göre her şey şeytani bir planın parçasıdır.
Brown'ın sırrı
İşte Dan Brown'ın başarısının sırrı tam da burada kendini gösteriyor. Brown'ın kitaplarını okuyanlar her şeyin ardında gizli bir teşkilatlanma, görünmez bir el bulacaklarını biliyor. Zaten çoğu insan (ben de dahil) Brown'ı bunun için okuyor. Ama burada önemli bir nokta var. İnsanlar bir süre sonra bu komploların gerçek olduğu zannıyla hareket etmeye başlıyor.
Türkiye için de bu durum aynen geçerli. Kurtlar Vadisi'nin neden bu kadar popüler olduğu düşünüldüğünde her şeyin ardında gizli bir organizasyon aramanın Türkiye'de ne derece yaygın bir spor olduğu tekrar hatırlanacaktır. Komplolar, gerçekliğin yerini alınca, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi yarı hayal yarı gerçek karmaşık bir durum ortaya çıkıyor. O yüzden Türkiye'de insanlar bir halı saha maçında Çakır isimli sinema karakterine saygı duruşunda durmadığı için dayak yiyebiliyor.
Komplo teorileri çoğu zaman keyifli olabilir. Ama fazlası herkes için patolojik etkilerde bulunur. Sahi yeri gelmişken sormakta fayda var. Ya Dan Brown diye biri yoksa ve bu romanlar dünya üzerinde belli bir okur sayısına ulaşıldıktan sonra hayata geçirilecek gizli bir planı yapan insanlar tarafından yazıldıysa?
Herkese mutlu bayramlar!