18
Mayıs
2024
Cumartesi
KİTAP

Belleğin buruk anımsayışları

Julian Barnes, edebiyatın başka hayatları anlamlandırmamızı sağladığını söyler. Yazara göre bu anlamlandırma, okuyucu olarak bizim hayatımızı kapsamaz. Anlamlandırılan, anlamlandırılmak istenen hep başka hayatlardır. Barnes'ın bu yaklaşımı okuyucuyu edilgen kılar.

Çünkü böylesi bir yaklaşım anlatının aslan payını yazara bırakır, onu tanrılaştırıp, metnin yaratıcısı ve okuma-yazma ediminin başköşesine yerleştirir. Oysa metnin yazarı ile o metnin okuyanı arasında daima bir bağımlılık ilişkisi vardır. Yayımlanma kaygısı güden her metin baştan böylesi bir bağımlılığı kabullenmiş olur. Bunun yanı sıra, metin ne kadar da yazarın sınırlandırmalarına dayanıyorsa da, okuyucu söz konusu metni kendince yorumlayabilir, hatta çarpıtabilir, özetle, yaratıcısının düşünüşünden farklı bir şekilde okuyabilir.

Fakat anı türü düşünüldüğünde, Barnes'ın yaklaşımı tam olmasa da kısmen bir haklılık payı kazanır. Anı, yazarının çizdiği sınırlara daha bağlıdır. Okuyucular ise, ister istemez, yazarın çizmiş olduğu bu sınırların farkında olarak okur metni. Hector Bianciotti'nin Aşkın O Çok Yavaş Adımı adlı anı-romanı, bir yanıyla anı, diğer yanıyla roman olması yönüyle yukarıda özetlediğimiz durumların ikisine de dâhil olabilir. Burada, yaşanmış hayat parçacıkları yazara ait, ona has bir kişisel yön taşırken; güçlü bir kalemin bu yaşanmışlıkları zengin metaforlara ve dilin sınırlarına götüren hayal gücü, bizi bu yaşanmışlıklara ortak ediyor.
Gerçekleri bellekte kaldıkları yerden gün yüzüne çıkaran imgesel metinlerle oluşturulmuş bu eser, tamamıyla yazara ait olan salt gerçekliği, okuyanı ve yazarı buluşturup onları beraber zenginleştirerek, bir düşünce teatisine dönüştürüyor.

GERÇEKTEN ÇOK HAYAL GÜCÜ

Bianciotti'nin kaygısı, kendi hayatını kendisinin yazmasıdır. Dolayısıyla Aşkın O Çok Yavaş Adımı ona bir anlamda "kendi hayatının masalcısı" (s. 165) olma imkânını sunar. Kişisel tarihini yazma peşindeki yazar için, bu, olmazsa olmaz bir şarttır. Çünkü söz konusu olan salt gerçekliği aktarmak ise, bu yazarın isteyebileceği bir şey değildir. Onun istediği, bu yaşanmışlıkların çağrışımlarının, bu yaşanmışlıklar üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra, bilincin şimdi onları hatırlarken oynadığı oyunları yazıya dökmektir.

Bu nedenle, gerçeklerden çok hayal gücüyle ilgilenen yazar, belli ki belleğinin rasgele anımsayışlarından memnun görünür. Memnundur, çünkü "Ben oldum olası, hayal gücü arılarının gerçekle yarattıklarını her zaman gerçeğin kendisine tercih etmişimdir." (s. 194) derken, gerçeklikle değil, sözcüklerin gerçeği çarpıtmasıyla, daha doğrusu sözcüklerin ve belleğin gerçeği süsleyerek sunmasından memnun olduğunu ifade eder. Bu anlamda yazarın, bir anımsama, geriye dönüş aracı olarak günlük tutmaması (s. 194) iyi isabettir. Çünkü günlük, şimdi belleğin serbest anımsamalarıyla anılarını yazmaya koyulan yazar için, o çok önemsediği hayal gücünü kullanmasına engel olacak, yaşanmışlıkları, yaşandıkları dönemin yazarının anlayış sınırlarına hapsedecektir.

AVRUPA'DA KORKU VE KARANLIK

Bianciotti'nin bu anı-romanının temel gerilimi kısaca, korku ve açlıktır. Bu iki kaotik unsurun çekiciliği her zaman olduğu gibi bu metinde de, okuyucunun ilgisini çeker. Yazar, yirmi beş yaşında Arjantin'den Avrupa'ya göç eder. Avrupa'da yaşayacağı süre içinde onu epey meşgul edecek korku, tam da içinde bulunduğu yolcu gemisi Cebelitarık Boğazı'ndan geçerken belirir. Nedeni anlaşıldığında alabildiğine büyük bir korkudur söz konusu olan. Çünkü yeni bir başlangıç için, yirmi beş yaşına kadar olan tüm kişisel geçmişine bir kalem çekmiştir. Ve henüz Avrupa'nın sınırı, onun eşiği olan bu boğazdan geçerken, "Genç bir geçmişten kaçmak, geleceği kollamak, benim de bütün yaşadığım buydu, çoktan arkamda bıraktığım ve küle dönüştürmek istediğim bütün bu yoldu" (s. 8) gibi gayet inançlı ve güçlü bir perspektif çizen yazar, çok değil bunu söyledikten bir paragraf sonra, yüreğinin sıkıştığını hissederek, korkunun içinde bir yerlerde yer edindiğini itiraf eder.

Korku, geçmişle gelecek arasındaki kopukluktan, buraya göç etmiş olmanın dayattığı yeni dünyanın, geçmişi hepten reddetmesidir. Hernán Cortés gibi "Gemilerini yakan" (s. 8) ve geçmişle, Arjantin'le bağını koparan yazar için korku, bir anlamda geriye dönüşün imkânsızlığından, yeni dünyanın bilinmezliklerinden kaynaklanır.

Burada, Aşkın O Çok Yavaş Adımı'nın tarihsel ve coğrafi çerçevesini hatırlatmakta fayda var. Hector Bianciotti 1955'te Arjantin'den sırasıyla İtalya, İspanya ve son olarak da Fransa'ya göç eder. Eser, Bianciotti'nin İspanya'da güç koşullarda geçen altı yıldan sonra Paris'e göç etmesini ve burada yaşadığı ilk on yılını kapsıyor. Romanın asıl gerilimi korku ve açlık unsurunun kullanılmasından gelir demiştik. Bu iki unsur, Paris'te görece daha iyi olan ilk on yıl da dâhil, roman boyunca sürüp gider. Kitabın arka kapağındaki bilgi yazısı, bu romanı şöyle tanımlıyor: "Aşkın O Çok Yavaş Adımı, Arjantin'deki diktatörlüğün karanlığından Avrupa'nın aydınlığına çıkmayı hayal eden genç bir Arjantinlinin yaşam serüveni". Oysa yazar, -çocukluğuna, ailesine yaptığı bir iki geçiş dışında- Arjantin'den ve onun karanlığından doğrudan ya da dolaylı hiçbir şekilde bahsetmez.

Hatta kahramanın yaşadığı güç koşullar düşünüldüğünde bu roman bağlamında- asıl karanlığın Avrupa'da olduğunu söylemek yanlış sayılmaz. Özellikle İspanya'da yaşadığı, kendi deyimiyle "mutlak yoksunluk içindeki umarsız açlık" (s. 91) yazar üzerinde unutulmaz izler bırakmışa benziyor. Açlık ve korku, yeni göç edilen coğrafyanın zorunlu sonucu gibidir. Fakat bu açlığa ve korkuya rağmen Avrupa Bianciotti için her zaman umutlarının kaynağı olmuştur. Gerçeğin soğukluğundan kaçarak onun üstesinden gelmek yaşadığı bu dönemde kendisinin tek silahı gibidir. Çünkü "umut tükenince her şey fazla gerçek oluyor" (s. 223) demekle gerçeğin kendisini tehdit eden hiçliğine vurgu yaparak, bu hiçliğin acısından, yıkımından umuduyla, hayalleriyle kurtulmaya çabalar.

Avrupa'ya göç ettikten kırk yıl sonra anılarını yazan ve şimdi iki romanıyla iki ödülü olan, 1996 yılında ise Fransız Akademisi üyeliğine seçilen Bianciotti kuşkusuz korkuyu ve açlığı çok gerilerde bırakmıştır. Fakat söz konusu olan anıları yazmaksa eğer, bunları yazıya döken Bianciotti'nin kaleminde bariz bir burukluğun izlerine rastlarız. Burukluk, yaşamın gelip dayandığı şimdide, yazarın çok önemsediği belleğinin serbest anımsayışlarında sık sık çıkar karşımıza. Örneğin metnin daha ilk paragrafında "Ayakta durabilmek için önce düşmeyi öğrenmek gerek" (s. 7) cümlesi, esere sinen bu kaybediş duygusunu romanın daha sonraki kurgusuna da yayar. Metnin ortasında karşımıza çıkan "Aslında ben tek bir şey öğrenmiş olmalıyım: insanın sonsuza kadar kaybolmadan önce, kayıplarıyla zenginleştiğini" (s. 142) cümlesi, birebir kaybedişe odaklanması bir yana, bu kaybedişi yaşamının, ardından da bu metnin bir anlamda üst başlığı olarak vurgulaması ilgi çekicidir.

 

Kitap: Aşkın O Çok Yavaş Adımı

Yazar: Hector Bianciotti

Yayınevi: Doğan Kitap

Erkan Canan
Yayın Tarihi : 16 Ekim 2005 Pazar 16:00:33
Güncelleme :17 Kasım 2005 Perşembe 17:08:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?