19
Mayıs
2024
Pazar
KİTAP

'Biraz Marksist taklidi yaptım'

Ahmet Soysal, Versus yayınlarından çıkan son kitabı Devrim Düşüncesi’nde eski zamanlarda kaldığı düşünülen adeta bir nostalji konusu haline getirilen devrimi ele alıyor. Her türlü direnişin, politik olduğunu söyleyen Soysal, Marksizm’den faydalanabileceğimizi ama ‘bugüne uymayan bu gözlüğü’ takmamamız gerektiğini de belirtiyor...

“Umut kadar kırılgandır devrim sözcüğü ama umut kadar da gerçektir...” Bu kitap bu anlamda bir gereklilikten mi doğdu?
‘Devrim Düşüncesi’, 1999’da yayımlanan ‘Birlikte ve Başka’ (Kabalcı) kitabının ilk bölümünün uzantısında yazılmıştı. İlk bölümün adı, ‘Toplumsal Felsefe ve Politika Taslakları’ydı. Aslında, 1982 sonundan 95’e kadar bazı arkadaşlarla çıkardığım Beyaz dergisinde yer almış yazılardan oluşmuştu bu bölüm. Devrim Düşüncesi’nde, bakış açısını somut devrimci pratiğe çevirdim.

Kitap hem böyle bir devrimci el kitabı gibi hem de devrimin kendisi değil fikri üzerine bir felsefe kitabı gibi... ‘Devrim mücadelesi nasıl yapılır’ı da anlatıyor sonuçta...
Evet, bunları genel çizgilerle ele alıyor. Eylem konusunda felsefi bir bakış açısından yola çıkıyor. Eylem nedir, bir eylemin yaşamsal (fenomenolojik) koşulları nedir? Sonra: Siyasi güç nedir? Siyasi tavır alışın zorlukları nelerdir? Siyasi ifade nedir? Bu sorular, aynı zamanda kitabın bölüm başlıkları. Kitaba devrimci bakış açısı egemen. Yani eylem konusu, devrimci eylem konusuna bağlanıyor. Kitapta ‘salt felsefi olan’dan salt siyasi olana geçişler vardır. Devrim, yalnızca felsefi bir konu değil. Buna göre, devrim ele alınırken felsefe siyasi pratiklere, tarihe, ekonomiye, medyatik düzene, güncelliğe gönderme yapmak zorunda.

O sorulardan biri de senin tarafından ‘bitmeyen ve hep geri dönen soru’ da tanımlanan bir soru: ezildiklerinin aktif bilincine sahip ezilenler çoğunluğunun oluşturduğu dönüştürücü grup, makro-iktidar düzeyindeki kavgada eylem birliğini ve hedef birliğini nasıl sağlayacaktır? Mesela Seattle ve Genova’daki küreselleşme karşıtı hareketler bunu sağlamış mıdır? Bu karşı çıkmaları devrimci buluyor musun?
Küreselleşme karşıtı hareketlere kitabımda biraz değiniyorum. Karşı gelenlerin bir platformu olarak tasarlanabilir bunlar. Bu noktada birçok hedef beliriyor: ekonomik, ekolojik, kültürel... vs. Oysa, politik hedef biraz bulanık görünüyor. Küreselleşmeyi devirirsek ne olacak? İktidar sorusu yok mu olacak. ‘Yerelliklere’ dönmek, iktidarı nasıl ortadan kaldıracak? Bu bulanıkla birlikte, küreselleşme karşıtı hareketlerde devrimci bir potansiyel olduğu söylenebilir. Belki yönlendirilebilir.

Mesela Genova’daki hareketin içinde sadece Marksistler yoktu. Jose Bove vardı. O da söyleşi yaptığımızda ‘ben hiç Marks okumadım’ demişti bana... Kitapta, Marksist terminolojiyi artık büyük ölçüde bırakmanın yararı vardır. İşçi sınıfının devrimci potansiyeli vardır ama başka grupların da vardır...’ diyorsun... Kültürel savaşlar mı daha geçerli bugün?
Marksizm ile bağ karmaşık bir soru. Birçok yönden Marksist öğretinin, klasik ya da akademik şekliyle, günümüzün sorunsallarına yanıt vermediği besbellidir. Oysa yine de Marksizmin, tabii ki en başta Marx’ın kendi yapıtının, felsefeyi ve siyasi düşünceye getirdiği temel kazanımlar vardır. Bunları göz ardı ederek devrimci politikadan söz edilemez. Marksizmin bir katkısı da, ‘sınıf kavgası’dır. Tabii ki artık proleterya devrimci niteliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Tabi ki başka sınıflar, gruplar da karşı koyma özelliğini içinde barındırmaktadır. Oysa, yine de en başta emekçilerin sınıfsal nitelikli savaşımlarının iktidarları sarsma olasılığı bulunmaktadır... Hala işçi direnişçileri etkin olabilir. Ben ‘sınıf kavgası’ yerine başka bir kavrama, ‘antagonizma’ kavramına ağırlık veriyorum kitapta.
Marksizmin çok önemli bir başka katkısı ‘emperyalizm’ konusundadır. Küreselleşme çağında biçim değiştirmiş olsa da emperyalizm etkindir. Tabii ki analizleri güncelleştirmek gerekmektedir. Ben kitapta ‘hegemonya’ kavramına vurgu yapıyorum.

Sen kendini Marksist olarak tanımlıyor musun? Eski bir Marksist olarak ya da?
Marx’ın düşüncesinin öznellik temelli olduğuna değindim. Oysa sonradan Marx, düşüncesinin doğrultusu gereği analizlerini daha nesnel bir alana çevirmiştir: ekonomiye, üretimin karmaşık süreçlerine. Marksizmde bireye ilişkin ahlaki düzlemdeki sorunlar derinleştirilememiştir. Özgün ve derinlikli bir marksist ahlak, adalet ve hukuk düşüncesi geliştirilememiştir. Bu yüzden, ben kitapta bu konulara değinirken, sol liberal bir çağdaş düşünür olan John Rawls’a başvurmak gereğini duydum. Marksizmdeki eksiklerden biri, onun, libido ve arzu konusunu dışa püskürtmüş olmasıdır. Tamam, politik savaşımın arzunun fantazmlarıyla kaybedecek vakti yoktur. Oysa çoğu mikropolitik karşı gelme eyleminin kaynağında arzu vardır. Kaldı ki marksizmin bastırdığı ütopik sosyalizmde arzu merkezi bir konumda yer alabilmektedir: Charles Fourier... Bütün bu nedenlerden dolayı, ben Marksist olmadım. Ama biraz marksist taklidi yaptım. Çünkü yine de en cesur ve romantik biçimde onlar karşı geliyorlardı 70’lerde, 80’lerin bir bölümünde... Onlarla biraz çalıştım.

Sanat yapıtının görünür olması güç odaklarıyla ilgili’

Peki sanat yapıtına ve sanatçıya Marksizm ne söyler? Mesela Charles Taylor, Marksist düşünürler devrim neden patlak vermedi neden yarın devrim olmadı diye düşünmek yerine Marksist ahlak deneyimi üstünde odaklansalardı kültürel yaşamımız farklı olurdu, diyor. Bir özgürlük kuramı mıdır Marksizm bir sanatçı için? Bir sanat yapıtını Marksizm’le okuyabilir miyiz?
Özgürlük sadece ahlakla ilgili bir konu değil. Marksizm, Troçki’nin birkaç ‘liberal’ değinmesi dışında, sanatçıya pek özgürlük bırakmamıştır. Sanatı işlevselleştirmiştir. Çok sanatçıyı, şairi, edebiyatçıyı ezmiştir Rusya’nın sosyalist rejimi... Ve başka sözüm ona sosyalist rejimler! Aslında sanat ile politika birbirine çok uygun değildir! Marksizmin ihtiyaca indirgeyerek yok saydığı arzu boyutu sanatta temeldir. Yine de marksizm sanat yapıtını okumak için bize yardımcı olabilir. Özellikle, sanat yapıtını politik iktidar-ekonomik güç odağında konumunu anlamamamıza yardımcı olabilir.

Sanat yapıtına nasıl devrimci ve eleştirel yaklaşılabilir? Sanat nesnesi ve devrimcinin konumları üzerine ne düşünüyorsun?
Bence sanat yapıtının ‘ne’ olduğundan da önemli olan, onun konumlanmasıdır. Ne yaptığından çok, neyi nerede gösterdiğin... Sanat yapıtının, bugün görünür olması için, politik-ekonomik-medyatik (hepsi birbirine bağlı) güç odaklarının açtığı konumlarda yer alması gerekmektedir. Bu, kendini ve işini devrimci diye niteleyen sanatçı için zor bir durumdur. Ya hiç görünmeyeceksin bugünkü koşullarda ya da karşı çıktığının seni kabulü için uğraşacaksın.

Kültürel direniş tâbirinden ne anlamalıyız?
Kültürel direniş nedir? Eğer direniş varsa, bu her zaman politiktir. Böyle kültürel-politik bir direniş, bireysel çabaların bir araya gelip örgütlenmesiyle olanaklıdır. Alternatif konumlar üretmek zorunluluğu ortadadır. Sorun, alternatif konumun da belirlilik, görünürlük kazanmasıdır. Oysa egemen medya sistemleri, egemen politik-ekonomik odakların emrindedir. Bunları alt etmek nasıl mümkün olabilir? Direniş, iktidarın ölçüsünde olmalıdır. Bu yüzden makro-politika önemlidir.

Radikal
Yayın Tarihi : 5 Haziran 2008 Perşembe 16:44:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?