22
Mayıs
2024
Çarşamba
KİTAP

Felsefi Şiir ve Yücel Kayıran

Yücel Kayıran’la felsefi şiir üzerine...


Geçtiğimiz günlerde, tek ciltte, Felsefi Şiir ve Evet, Etik adlı iki kitabı yayınlanan Yücel Kayıran’la bu iki kitabı hakkında konuştuk...


Yücel Kayıran, özellikle 90’lı yıllardan günümüze, şiir, edebiyat ortamının en önemli şair ve eleştirmenlerinden biri. Kayıran’ın ayrıca felsefeci bir kimliği de var. Kayıran’ın ilk şiir kitabı Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu(Ekin Yay.) 1997’de çıktı. 2004’de yayınlanan Beni Hiç Göremezsin(Ekin Yay.) adlı ikinci şiir kitabı, 2005 Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülüne layık görüldü. Kayıran’ın üçüncü şiir kitabı Çalgın ise geçen yıl Metis Yayınları arasında çıktı. Kayıran’ın geçtiğimiz günlerde, Felsefi Şiir ve Evet, Etik adlı iki kitabı da Yapı Kredi Yayınlarınca tek ciltte yayınlandı.
Haberin devamı

Bir ciltte iki kitap. Felsefi Şiir ve Evet Etik. Bu iki kitap neden ayrı ayrı değil de bir arada yayınlandı. Eş zamanlı bir okuma mı gerekiyordu?

Şiir gibi, düzyazı kitapları da şairin veya yazarın yüz yüze geldiği problemin hikâyesini, bu problemin devamlılığını dile getirdikçe önemlidir.

Söylediğiniz gibi, bu kitap her ne kadar birinin adını taşısa da, bir ciltte yer alan iki ayrı kitaptan oluşuyor: Felsefi Şiir ve Evet, Etik. Felsefi Şiir, sadece kendi şiir anlayışımı dile getirdiğim yazılardan değil aynı zamanda Türk şiirinin temel problemleriyle hesaplaşan yazılardan oluşuyor. Evet, Etik ise, Türk şiiri ortamındaki pragmatist ve patronaj zihniyetin eleştirisi ile Türk şiirindeki tutarsızlıklar ile ithal ikameci şiir anlayışlarını irdeleyen yazıları içeriyor. Buna, Türk şiir ortamında yüz yüze geldiğim ve içime sindiremediğim problemlerle hesaplaşma ve bu problemleri aşmaya çalışma çabası da denilebilir. Dolayısıyla, beni felsefi şiir teorisine götüren sürecin başlangıcı Evet, Etik’te yer alıyor. Kuramlar durduk yerde ortaya çıkmaz; gerçeklikte yüz yüze geldiğimiz problemler karşısında, o problemleri aşma çabası sonucunda ortaya çıkar. Bu nedenle, bu iki kitabın aynı zamanda çıkmasını istedim. Yayınevi de tek ciltte basmayı önerdi.

Dünyagörüşü şiiri ile ideolojik şiire karşı felsefi şiiri savunuyorsunuz. İlk iki kavramda ne gibi bir karışıklık söz konusu ki ayrı ayrı kullandınız? Felsefi şiiri inşa ederken öncülünüz sayılabilecek referansınız var mıydı?

Descartes’ın bir sözü vardır. İnsanlar arasındaki anlaşmazlığın nedeni, insanların duygu ve düşüncelerini tam karşılayan kelimeleri kullanmamalarından kaynaklanır, diye. Birçok problemin kaynağında da benzer bir durum söz konusudur. Birçok problem, birbirinden farklı tecrübelerin veya farklı türden olup bitenlerin aynı kavramlarla tanımlanmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Dünyagörüşü, ideoloji ve felsefe kavramları arasında da böyle bir durum söz konusu. Türkiye’nin fikir ortamında olduğu gibi Türk şiir ortamında da her üç kavram birbirinin yerine, yani aynı anlamda kullanılıyordu. Felsefeci kökenli şairler tarafından bile. Felsefeyi, “soyut ya da somut kavramlarla kurulan sistemli bir dünyagörüşü” olarak tanımlamak bunlardan biri. Bu tanım, TDK’nun 1983 tarihli Türkçe Sözlüğündeki dünyagörüşü maddesine de ‘örnek’ olarak yer almaktadır. Şimdi, dünyagörüşü denilen şey ile, ideoloji veya felsefe denilen şey aynı şey değildir ve birbirinden farklı deneyimlere, birbirinden farklı tahayyüllere işaret ederler. Oysa, dünyagörüşü ile felsefe arasındaki ayrım, zaten 60lı yıllarda felsefede yapılmıştır. Dünyagörüşü, kişilerin tecrübeleri sonucunda dünyaya ilişkin, hayatın anlamına, insanların davranışlarına ilişin bir takım düşünceler toplamına varmasıdır. Böyle bir tecrübe, bedenin tecrübesidir. Dünyagörüşü, bendenin yaşadığı tecrübenin bilincidir. Dolayısıyla, bedenin yaşadığı tecrübeyi dile getiren şiir de, dünyagörüşüne dayalı bir şiir oluyor. İkinci yeni şiiri bu türden bir şiirdir örneğin. İdeolojiye gelince.. Tabii ideoloji kavramı, çok daha karmaşık hale getirilmiş bir durumda. Bununla birlikte, ideolojiler, yanılsama oluşturmaya ilişkin tasarımlardır ve her ideoloji bu tasarımlara ilişkin birçok fikir önermelerini dile getirirler. Dünyagörüşlerinde olduğu gibi, ideolojiler de, insanı değil, insan tasarımlarını dile getirirler. İslamcı insan tasarımı, milliyetçi insan tasarımı gibi.. Dolayısıyla, ideolojik şiir de, ideolojik argümanlara göre yazılan ve insanı değil, söz konusu ideolojilerin insan tasarımını dile getiren bir şiirdir. İdeolojik şiirler, aslında dönemsel şiirlerdir. Söz konusu ideolojinin dönemi bittiğinde, o ideolojiye göre yazılmış şiirlerin de dönemi bitmektedir. Bu arada, Marx’ın yapıtlarının, ideolojik bir metin değil, felsefi bir metin olduğunu da geçerken belirtmem gerekir çünkü yaygın olarak tam tersi bilinmektedir.


Felsefi şiire gelince.. Felsefi şiir, insanın varoluş durumuyla ilgili felsefi bir problemi gösteren bir şiirdir. İçinde yaşadığımız çağın koşullarında, siyasette, iktisatta, toplumsal ve bireysel ilişkilerde, pedagojide sözü edilen her türlü gelişmeye rağmen insanın yüz yüze geldiği veya içine sürüklendiği çıkmaz durumu bir problem durumudur. Dolayısıyla, felsefi şiir, insan varlığının, bugün içinde bulunduğu çıkmaz durumunun, şiirin asıl meselesi olduğunu gören bir bilinci dile getirmektedir. Bu poetika, şaire, insanın çağımızdaki varoluş durumuyla ilgili hakikatlerinin keşfini yapmayı yüklemekte ve ona filozofik bir değer atfetmektedir.

Türk şiirinde şimdiye kadar Felsefi Şiir diye adlandırılabilecek bir poetikadan söz edilemez miydi? Bunda, acaba olanı doğru adlandıracak bir felsefe eğitimi eksikliği mi söz konusuydu? İkinci soruda anılan kavramlar arasındaki karışıklık da aynı eksikliğin bir sonucu mu?

Felsefi şiir diye adlandırılan veya adlandırılabilecek bir poetika daha önce yok. Sadece Türk şiirinde değil, felsefi şiirin dile getirdiği problemler bakımından, farklı bir adla da olsa, Batıda da olduğunu sanmıyorum. Ama, benim felsefi şiir olarak tanımladığım şiir anlayışından hareketle bakıldığında, felsefi şiire örnek olabilecek şiirlerden söz edilebilir. Örneğin Yahya Kemal’in Atik-Valde’den İnen Sakakta; Cahit Külebi’nin Tokata Doğru; Zahrad’ın Gece Şarkısı; Melih Cevdet’in Ölü Timur Gökyüzüne Bakıyor, Ahmet Oktay’ın Birahane Longa; Mehmet Taner’in Kuru Ayaza Bıraktın Beni adlı şiirleri bunlardan bazıları.

Felsefe eğitiminin eksikliği meselesine gelince.. Bana göre, felsefe eğitiminin eksikliğinden çok, felsefeyi ideoloji ve dünyagörüşüyle karıştıran bir felsefe eğitimi söz konusu. Çünkü bu türden felsefecilerde, antik Yunan filozoflarına karşı bir soğukluk, bir tür düşmanlık, bir şekilde mevcuttur.

Felsefi şiir poetikanızda, günümüz Türk şiirinin insanı bitirdiğini, dile getirmediğini söylüyorsunuz. (Şiirde) insanı anlatmak ne demektir? İnsanı anlatmanın olanakları sınırlı mı? Bu anlamda “felsefi şiir” bir olanak mı?

Şimdi, insanın nasıl olması gerektiğine ilişkin tasarımları dile getirirseniz, insanı değil insan tasarımlarını anlatmış olursunuz. İnsanın belli bir döneminde yaşadığı bedensel bir arzunun şiirini yazarsanız, insanı değil, insanın o belli bir dönemindeki arzusunu anlatmış olursunuz. Bu meselenin bir yönü.. Diğer yönü ise.. Türk şiiri temelde bir izlek şiiridir. Ancak bu durum son yıllarda oldukça muhafazakâr bir hal almaya başladı. İzlek, bir meselenin sınırlandırılması demektir. Bu teknikle, örneğin, çocukluğunuzla, çocukluğunuzun içerdiği karmaşayla ilgili bir şiir yazamazsınız, ancak çocukluk şiiri yazabilirsiniz. Bu, Bertolt Brecht’in metaforuyla söylersek, bir çam ağacına küp biçimi vermeye benzer. Çam ağacına küp biçimini elbette verirsiniz ama sonuçta çam ağacı diye bir şey kalmaz ortada. İnsanın neliği bir problemle yüz yüze gelme anında görünür hale geliyor. Ancak bir problemle yüz yüze geldiğimizde, sınıfımızdan kaynaklanan eksiklik ve yetersizliklerimiz, ailelerimizden devraldığımız öfkelerimiz, duygusal çelişkilerimiz ortaya çıkıyor ve ruhsal bir karmaşa yaşıyoruz. Birincisi, bu hal, izlek temelli şiirle anlatılabilir bir durum değil. İkincisi, bu hal, herhangi bir ideolojinin sığasına sığdırılabilir bir durum değil. Çünkü problem durumunda, homojen bir ruh durumundan söz edilemez. Her problem, tarihsel, kültürel ve sınıfsal derinliklerini anımsatır bize. Felsefi şiir poetikası, insanın bu durumunu dile getirebilecek bir tahayyül olanağını dile getirmektedir.

Felsefi şiir poetikası bir ‘görme biçimi’ olarak neye, nasıl bakmamızı öneriyor? Batıya dönük mü, Doğuya dönük mü, içeriye dönük mü, hangisi?

Bu, çok önemli bir soru. Özellikle, felsefi şiir poetikasının hesaplaştığı zihniyet problemlerinden birini dile getirmesi bakımından. Doğu ve Batı kavramlarının neden ideolojik kavramlar olduğunu düşünmüyoruz ki? Yaygın Doğu Batı imgeleri, bu kavramları telaffuz edenlerin tecrübesini dile getirmekten çok onların hayali tahayyüllerini dile getirirler. Her iki kavram da ideolojiktir ve her ikisi de kısmi olarak bir tür evrensellik modelini dile getirme iddiasındadır. Dünyayı, dünyanın belli bir bölgesine indirgeyerek oradan açıklamaya çalışırlar. Oysa bu karşıtlığı sözünü ettikleri medeniyetlerin başlangıç aşamasında göremeyiz. Antik İslam felsefesi, bugün Batıyı oluşturan ana kaynaklardan biri olarak kabul edilen antik Yunan felsefesinden doğmuştu. Antik İslam felsefesi ile antik Yunan felsefesi arasında doğu batı çatışması yoktur. Farabi veya İbn-i Sina, duygusal veya düşünsel bakımdan kendilerini Aristoteles’in karşıtı olarak hissetmemişlerdi. Sorun, bugün yaygın olan doğu batı tahayyüllerinde.. Kaldı ki, her iki kavram, bugün, kendi içinde de homojen değil. Ortada bir doğu -batı tahayyülü söz konusu değil ki. Japonların doğusu ile Hintlilerin doğusu aynı değil. Yoksul Müslümanların doğusu ile Dubaili zengin Müslümanların doğusu aynı türden değil. Tersinden söylersek, insanı insan yapan özellikler bakımından, insan, her yerde aynıdır. Üzerindeki ideolojik örtüyü indirdiğimizde, doğu kavramı veya imgesi, bugün, tarihsel düzlemde özne olamamış veya özne olamayan toplumları, yenilmiş insanları dile getirmektedir. Benim için de, doğu kavramı, bu bakımdan vazgeçilmezdir.

Bütün bunların şiirle ilgisi ne diyeceksiniz? Marx’a atıfla söylersem, şairler de, tıpkı eğitimciler gibi, eğitilirler. Türk şiiri de, bugün yaygın olan bu doğu batı ideolojik tahayyülüne göre imge üretmektedir, örneğin gelenek idolüne atıf yaparak. Dolayısıyla, bu şiirler, insanı değil, geleneğin, doğu veya batı tahayyülünün insan tasarımını veya imgesini dile getirmektedirler, bu nedenle de ideolojik şiirdirler. Yani, bizim üzerimize, gelenek imgesinden veya doğu batı imgesinden yapılmış bir gömlek giydirmek istemekte. Biz bu gömleği çıkarıp atıyoruz üzerimizden. Ayrıca, geleneğin veya batılılaşma çabasının bize ne yaptığı da, felsefi şiirin temel sorunlarındandır.

Evet, Etik bölümündeki yazılar, insanlara bir ahlak dersi vermek ya da unuttukları bir şeyi hatırlatmak anlamına da gelebilir mi? Başlık bu olduğuna göre ciddi bir erozyon söz konusu galiba?

Hayır, kesinlikle hayır.. Benim kimseye ahlak dersi vermek gibi ne bir niyetim var ne de sınıfsal bir gücüm. Ders vermek, üst sınıflara, yani efendiye ait bir edimdir öncelikle. Ders verirken, ders verenin, o an haklı olup olmadığının bir değeri yoktur, asıl olan, üsttekinin alttakine haddini bildirmesidir. Ben, hayatında bir defa bir yenilgi görmemiş olanların değil, daima yenilmiş olanların veya yenilme halinde olanların sesi olmayı önemsedim. Fidel Castro’nun, Birleşmiş Milletlerdeki ilk konuşmasını yapmak için Amerika’ya giderken, gazetecilerin “kurşungeçirmez yelek giydiğiniz söyleniyor, doğru mu?” sorusu üzerine verdiği bir yanıt vardır. “Üzerimde daha güçlü bir yelek var” der Castro, “o da ahlak yeleğidir.” Benim de üzerimde, ahlak yeleğinden başka bir yelek yok. Ama ahlak, benim, sadece kendimi başkalarından koruduğum bir yelek değil aynı zamanda başkalarını da kendimden koruduğum bir yelek ahlak.

Benim takip ettiğim kadarıyla Türk edebiyatında kimsenin gönlünü kazanmış bir duruşunuz yok. Hatta sürekli kavga halindesiniz. Mesele nedir? Dolayısıyla Felsefi şiirin meselesi nedir?

Bu konuda özel bir çabam olmadı. Evet, Etik’te, Nietzsche’nin bir sözü epiğraf olarak yer alıyor. Bence mesele orada gizli. Şöyle diyor Nietzsche: “Seni övdükleri sürece şuna her zaman inan ki, henüz kendi yolunda değil, başkalarının yolundasın.”

Şiir enformasyonuna dayalı bilginin üreticileri kimlerdir? Epistemik poetikanın hükmediciliği şiirin bugünkü iktidarını mı işaret ediyor yoksa Türk şiirinin önündeki engelleri mi?

Şiir enformasyonu veya epistemik poetika derken kastettiğim, şiire ilişkin buluş veya keşfi kendisine ait olmayan ama hep başkasının keşifleriyle kendi şiirini sürdürenleri ve başkasının şiirsel söylemiyle şiir yazan şairlerdir. Bu anlayış ve bu anlayışa göre yazılan bu şiir, bugün Türk şiirinin ortalamasını oluşturuyor. Bu bakımdan da, bu şiir, hem Türk şiirinin bugünkü iktidarını temsil ediyor, çünkü iktidar daima ortalamanın beğenisini dile getirir, hem de Türk şiiri önündeki engelleri.

Felsefi şiir poetikasının varlık ve eleştirel başkaldırı nedenlerinin oluşumunda aynı zamanda felsefeci oluşunuzun bir etkisi yok mu? Felsefeci olmadan da aynı şeyleri söylemenin olanakları nelerdi?

Felsefi şiir anlayışının oluşumu, nedensel olarak felsefeci oluşuma bağlanamaz sanırım. Çünkü, felsefi şiir kuramının ortaya çıkışının nedeni, felsefeci olmak ise eğer, felsefi şiirin, benden önce ortaya çıkmış olması gerekirdi. Çünkü, benden önce de felsefeci olan şairler vardı. Dolayısıyla, felsefi şiirin, onlar tarafından kuramlaştırılması gerekirdi. Felsefi şiir gibi bir anlayışın ortaya çıkışı, hadi ben şu eğitimi aldım onu şiir ortamına aktarayım demekle ortaya çıkmaz. Öyle olsaydı, matematik veya Türk dili edebiyatı eğitimi almış şairler de matematik şiiri veya Türk dili edebiyatı şiiri ortaya koyabilirlerdi. Bir anlayışın veya bir kuramın oluşması, gerçeklikte yüz yüze geldiğiniz problemlerle ilgilidir. Bu problemleri ne kadar önemsediğinizle, onların ne kadar sizin canınızı yakmış olmasıyla ilgilidir. Yoksa onları aşacak çabayı bulamazsınız kendinizde. Ama felsefeci oluşumun bana kazandırdıklarını da inkâr edemem kuşkusuz. Felsefe, bana, problem nesnesini görebilmeyi, o nesneyi gözden kaçırmadan tanımlama yapmayı öğretti. Aynı hakikate bağlanmadan oluşan bir dostluğun, kişisel çıkar peşinde koşmaktan daha değerli olduğunu öğretti. Yüz yüze geldiğim problemler karşısında, iğneyle kuyu kazar gibi kaza kaza dağın da aşılabileceğini öğretti. Ama bunlar mizaçla da ilgili şeyler tabii.

YAVUZ YILDIRIM/NTV
Yayın Tarihi : 25 Eylül 2007 Salı 15:10:00


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?