15
Haziran
2025
Pazar
KİTAP

Feryal Tilmaç’tan öyküler

Feryal Tilmaç’ın öyküleri, göz yaşının kaçınılmaz olduğu metinler. Şiddete maruz kalanların, tacize uğrayanların, ailesine karşı gelirken yine de çocukluğunu özleyenlerin, aşk acısı çekenlerin, geçmişle hesabını bir türlü kesememiş kadınların hikayeleri...

İlk kitabını beğendiğim bir yazarın yeni kitabı yayımlandığında, hemen kitapçılara koşan, bir çırpıda okuyanlardan değilim. Aksine ikircikli davranırım. Günlerce durur masamda. Yeni olan, eskinin gerisinde kalmışsa endişesinden, kitabı okumaya başlamam hayli zamanımı alır. Feryal Tilmaç, Mevt Tek Hecelik Uyku’yla çıkmıştı okurların karşısına. Şaşırtıcı bir ilk kitaptı bu. İçinde, ‘kelimeleri bıçak gibi kullanan’ bir yazarın kaleminden, ‘ayrıntılarla zengin’, ‘anlatımıyla sade, düşünceleriyle ihtişamlı’ öyküler yer alıyordu. Ardından Tilmaç iki antolojide; Kadın Öykülerinde İstanbul ve Kara İstanbul’da yer aldı, çeşitli dergilere yazdı. Mevt’ten sonra elimden geldiğince takip ettim yazdıklarını. Yine de, yeni kitabı Aradım Yaz Dediniz’e karşı benzer bir tedirginlik duymaktan kendimi alamadım. Ne var ki tedirginliğim boşa çıktı. Mevt’te Tirilobis varsa, şimdi de Sis Pus vardı işte... Sonra Kemer, Masal, Melek, İncir Çekirdeği ve diğerleri... Demek Tilmaç, söyleyeceklerinin tümünü ilk kitabında tüketen yazarlardan değildi.

Karin Karakaşlı, Mevt için “ilmek öyküler bunlar, bir ters bir düz, bir ölüm bir hayat” demişti bir yazısında. Yazar, yeni kitabında da bir ters, bir düz ilmekler atmaya devam ediyor. Başka başka hayatların hikâyelerini anlatırken, ayaklarını toprağa basıp, ellerini evlerimizin içine uzatıyor. Hayat ve ölüm arasında gidip gelirken de, yolunuz kimi zaman cenaze evlerine, mezarlıklara, kimi zaman kapıcı dairelerine ya da alışveriş merkezlerine düşüyor. En sıradan günde başınıza en olmadık işin gelebileceği gerçeği gibi, Tilmaç’ın öykülerini okurken, sanki bir kara bulut sürekli üzerinizde dolaşıyor. Kara İstanbul derlemesinde de yer alan Lodostop öyküsü sanırım bu halin iyi bir örneği...

Düşünün ki, gayet sıradan geçen hayatınızın gayet sıradan geçmesi olası yeni yılını kutlama akşamı... Bir alışveriş merkezinin önünde, eli kolu dolu, taksi bulmakta zorluk çeken bir kadını, yardım olsun diye arabanıza alıyorsunuz... Sonra yakınlaşıyorsunuz. Daha doğrusu kadının size yaklaşmasına izin veriyorsunuz. Bir kuytuya, -hem de Aşiyan Mezarlığı’nın yakınlarına!- çekiyorsunuz otomobili. Bu basit anlatımla öykü, küçük bir kaçamak ya da ‘hayatın küçük sürprizlerine açık olmak’ gibi duruyor değil mi? Ama ya hiç tanımadığınız bu kadının soluğu birden duruverirse?

İnsanı anlamanın tek yolu
Kitap, Olmayacak Şey ve Ey Kızkardeş! adını taşıyan iki bölümden oluşuyor ve ilk bölüm Attila İlhan’ın demlendikçe yalnızlığın aydınlanıyor muammer bey/ olmayacak şey bir insanın insanı anlaması mısralarıyla açılıyor. Bir insanı tanımak bu denli güçken, anlamak olmayacak iş gerçekten de. Fakat sayfalar ilerledikçe İlhan’ın mısralarının etkisi kayboldu üzerimden. Leyla’yla, Bay Tarafsız’la, Suzan, Cavidan Hanım, Zımniye ve diğer öykü kahramanlarıyla tanıştım. Bir kez daha fark ettim ki, ‘kurmaca’ metinlerin kahramanlarını tanımak, ‘gerçek hayat’ın yüzleri her daim flu insanlarını tanımaktan daha kolay. Hatta insanı anlamak, belki de yalnızca edebiyatla mümkün.

İkinci bölüm ise Nilgün Marmara’nın Yaslı yüreğin gözyaşı yasası/ Nasıl da kaçınılmaz kızkardeş! mısralarına yaslanıyor. Gözyaşının kaçınılmaz olduğu hikâyeler bunlar; şiddete maruz kalanların, kocasının kemeriyle kendini asan ölü bir bedenin, tacize uğrayanların, ailesine karşı gelirken yine de çocukluğunu özleyenlerin, aşk acısı çekenlerin, geçmişle hesabını bitirmemiş kadınların hikâyeleri...

Kemer öyküsü, bakmak istemeyeceğiniz ama görünce kolay kolay unutamayacağınız bir dehşetin fotoğrafı gibi... Eniştesinin tacizine uğrayan genç kız, ablasının intiharı ardından, artık içindekileri taşıyamayıp kusuyor kinini üzerinize... Yaşananlara sizi de ortak edercesine, adeta karşınıza geçip yarı çığlık yarı sayıklama, derdini anlatıyor, ablasının intikamını almaya ant içiyor. Tilmaç, onun kelimelerinin arasına hiç girmek istemezmiş gibi, noktasız virgülsüz aktarmış genç kızın sesini... Böylece yaşanan travmayı daha güçlü yansıtmayı başarmış:

“... ablam niye astı kendini ümütsizlik ne hallere koyuyor insanı bak ölmeseydi de sana gelse yaşatır mıydın verirken vurmadınız mı sırtına bağlamadınız mı beline kuşakları mavi kırzımı bana bak yüzüstü giriyorsun bu eve sırtüstü çıkacaksın demediniz mi sırtüstü çıktı o da ama dimdik ayakta asıldığı gibi tavandan öyle mağrur anlayamazsınız anlasaydınız vermezdiniz ter-ü tazeyken elin davarına...”

Konuk yazarlar; Tom Robbins ve Leyla Erbil
Kitapta diğerlerinden ayrışan iki de mektup yer alıyor: Kadınlar Sıcak Ülkelerden Dönen Vahşi Sakatları Severler ve Serzeniş. Üstelik biri Tom Robbins diğeri ise Leyla Erbil’e yazılmış! İlki Robbins’in öyküyle aynı adı taşıyan romanının kahramanlarından Domino’nun ‘sırrını’ açıklıyor. Serzeniş ise Leyla Erbil’in Cüce kitabındaki, Erbil’in deyimiyle Zenime, Tilmaç’ın ‘gerçek hayata’ taşıyıp kitabına misafir ettiği şekliyle Zımniye’nin hikâyesi... Zımniye serzenişte bulunuyor Erbil’e, adını değiştirdiği, kimi olayları farklı anlattığı, ‘gerçek hayatta’ ölmemişleri öldürdüğü için... Ben burada “hem ben korkarım, kelam canlıdır” cümlerini altını çimdim kalın kalın. (Kitabın cümle altlarını çizmeyi sevenler için azıcık yorucu olduğunu eklemeliyim.)

Bu iki mektup bana ilk kitaptaki Bankta Oturan Kim? öyküsünü hatırlattı. Orada yazar, Sait Faik’e selam duruyor, onun öyküsüyle paralel yürüyen bir öykü anlatıyordu. Anlaşılan o ki Tilmaç’ın kitaplarında, okurların karşısında yalnızca kendisi yok. Başka yazarlar onun kitaplarına adeta ‘konuk yazar’ oluyor. Bu karşılaşmalar, sözü edilen eserleri ve yazarları tanıyanlar için ayrıca keyifliyken, henüz tanımayanlara yeni okumaların kapılarını aralıyor.

Serzeniş metninden söz etmişken, bir parantez daha açalım. Tilmaç, yalnız kelimelerle değil, öykülerinin ‘şekliyle’ oynamayı da seviyor. Serzeniş’i bitirdiğinizde bunun tersten yazılmış bir mektup olduğunu fark ediyor; bu kez de yine ilk kitaptaki Kim Demiş? öyküsünü ve onun aslında bir amfi tiyatro gibi ‘inşa edildiğini’ hatırlıyorsunuz.

Mektubunda Zımniye, Leyla Erbil’e “Her insan kendi hikâyesini okumak ister çünkü başkasının gözünden görmedik mi kendimizi işte asıl o zaman ele geçirir bizi hiçlik. (Ölünce vücudumuzu yiyecek) karıncalardan bile kötüdür ne ki aitsiz kimlik” diye sesleniyor. Aradım Yaz Dediniz’i bitirince ben de Feryal Tilmaç’a aynı cümlelerle seslenmek istedim. Her şeye karşın o güzel ellerinize sağlık, yazan, bozan, dizen hayatımızın cümlelerini.

ARADIM YAZ DEDİNİZ
Feryal Tilmaç
Okuyan Us Yayınevi
2009
161 sayfa
12 TL.
 

Radikal Kitap
Yayın Tarihi : 19 Şubat 2009 Perşembe 16:50:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?