60. Frankfurt Kitap Fuarı'nın beş günlük serüveni artılarıyla, eksileriyle tamamlandı. ECE KOÇAL Frankfurt'a gitti, kokteyllerinden güvenliğine kadar fuara dair notlarını bir araya getirdi.
"Film şeridi gibi gözlerin önünden geçmek" sadece "hayat" için mi kullanılır? Yoksa bir kitap fuarı da insanın gözlerinin önünden film şeridi gibi geçebilir mi? Geçen hafta salı günü, Frankfurt Kitap Fuarı kapılarını açmadan bir gün önce içeri girip, beş gün sonra çıkanlar benzer bir tanımlamayı yapacaktır... Açılıştan bir gün önce ortalığın karma karışık, adeta toz-duman hali, son gün saat 17.00'de fuarın kapandığını söyleyen anonstan kısa bir süre sonraki haliyle aynıydı. Yani, ilk gün insana "Bu fuar yarına nasıl hazır olacak!" dedirten görüntüydü.
Cevaba siz diyin Alman çalışkanlığı, ben diyeyim Alman disiplini...
Geçtiğimiz hafta düzenlenen 60. Kitap Fuarı'nın Türkiye için ayrı bir önemi vardı. Bu yıl onur konuğu olan Türkiye'nin yazarlarından yayınevlerine kadar camianın her parçası benzer bir heves içerisinde yollara düşmüştü. Salı sabahı 08.25'teki Türk Hava Yolları uçağında yayıncıların, basın mensuplarının yanı sıra ilk gün konuşma yapacak Nazlı Eray, Ayşe Kulin gibi isimler vardı. Kimi ilk kez, kimi de onuncu kez bu dünyanın en önemli kitap fuarına gidiyordu. Tabii çoğunluk ilk kez böyle bir deneyimi yaşayacaktı. Onlar için ilk başlarda, fuar gerçekten korkutucu bir alandı.
FUAR ALANI NASIL BİR YER?
10 bölümden oluşan bu kompleks, hepsi birbirine bağlanan birçok binadan oluşuyor. Taksi şoförlerine (aralarında Türkler çok fazla) fuar alanına gideceğinizi söylediğinizde, "Peki ama neresine?" cevabını almanız işten bile değil. Zaten fuarın tamamını gezmek de öyle kolay değil. Bir de yapılan okumalara, panellere katılacaksanız, zaten geriye zaman kalmıyor. Onur konuğu Türkiye olduğu için gün boyunca her saat farklı bir yerde Türk edebiyatı üzerine etkinlikler vardı. Her günü ciddi anlamda planlayan ve etkinliklerin birçoğuna katılmaya çalışan biriyseniz, devamlı oradan oraya koşturmanız gerekiyordu. Neyse ki her şey söylenen saatte başlıyor ve bitiyordu. Ama bu, organizasyonda eksiklik olmadığı anlamına gelmiyor. Akreditasyonları yapıldığı halde resmi törene katılamayan yazarlardan basın toplantılarına giremeyen gazetecilere veya havaalanında bir saat bekletilen şairlerimize kadar, pek çok kişi mağdur oldu.
Fuarın yıldızı, dünyanın neredeyse tüm dillerine çevrilen kitapları, 100 milyonluk satış rakamına ulaşan Paulo Coelho'ydu. Diğer yıldız ise tabii ki Orhan Pamuk'tu. Fuarın bu yılki onur konuğunun Türkiye olmasında önemli derecede etkisi olan Pamuk, her an her yerdeydi. Resmi açılışta ve fuarın en merkezi alanında sohbetlerin düzenlendiği mekân olan Das Blaue Sofa'da konuştu; bazı panelleri de izledi. Hep ilgi odağıydı; röportajlar yaptı, imza verdi, fotoğraşarı çekildi, hatta onu sarılıp kucaklayanlar da oldu.
Kitaplarını İspanyolca yayımlayan Random House Mondadori ve Almanca yayımlayan Hanser, stadlarındaki duvarlarında Orhan Pamuk'un büyük boy fotoğraşarına yer vermişlerdi. Bu arada bilmeyen biri için İletişim Yayınları'nın Orhan Pamuk'un yayınevi olduğunu anlamak çok zordu.
ALIŞVERİŞ VAR, FİŞ YOK
Fuarı arşınlayan tek yazar Pamuk değildi tabii...
Elif Şafak, Kazanılmış Katmanlar sergisini gezdi; Mine Söğüt, Yılmaz Erdoğan'la Metin Üstündağ'ın panelini izledi; Pınar Kür, standları ziyaret etti. Murathan Mungan, Nazlı Eray, Oya Baydar, Hilmi Yavuz, Refik Durbaş, Murat Belge, Jale Parla, Ahmet Çiğdem, Hasan Bülent Kahraman, İlhan Tekeli, Kürşat Başar, Esmahan Aykol, konuşmalarından sonra Türkiye standına giden yazarlardan bazıları...
Frankfurt Kitap Fuarı aslında profesyollere yönelik bir fuar olmasından dolayı, özellikle ilk üç gün yayıncılar için bir nevi alışveriş ortamıydı. Önceden ayarlanan görüşmeler yapıldı; hazırlıksız gelenler ise kitaplarıyla ilgilenen yayıncıları bulmaya çalıştı.
Talipleri oldu tabii, ama sonuçları öğrenmek için daha çok erken. Çünkü burada en önemli sorunun Türkçeden kaynaklandığını söylüyor editörler. Pek kimsenin Türkçeden kitap çevirmek gibi zahmetli bir işe girmek istemediğini anlatıyorlar. Zaten ünlü yayınevlerinin standlarına yaklaştıkça 'ilgi'nin ne demek olduğu, toplanan kalabalıktan çok daha iyi anlaşılıyor. Örneğin, İngiliz Penguin yayınevinin standında 50 kadar masa vardı ve her birinde ayrı bir iş görüşmesi yapılıyordu. Burada belirtmek gerekirse, Türkiye'den katılan 100 yayınevine ayrılan standlar, dörder metrekareydi. Bir önceki yıllarla karşılaştırınca, "Buna şükür," diyenler hiç de az değil.
Zaten dili dünyada çok bilinmeyen ülkelerin işleri kat kat zor. Fuarı şöyle bir dolaşınca bile bunu anlamak mümkün. Renkli ve çekici standlarla, bu sorunla baş etmeye çalışıyor bazı ülkeler...
BÜYÜLEYİCİ KİTAPLAR
Bunun yanı sıra her biri ayrı bir bölümde yer alan mizah, çocuk, yemek ve sanat kitapları, fuarın renkli yerleriydi. Gerek standların tasarımı gerekse kitaplar oldukça ilgi çekiciydi. Taschen'deki Art&Architecture, True Crime, The Circus gibi kitaplar, elden ele dolaşıyordu. Phai-don'un yeme-içme dünyasıyla ilgilenenler için hazırladığı A Day at elBulli, Creale, 1080 Recipes gibi kitapları da konuyla ilgisi olmayanlar için bile cazipti. Aynı standdaki Wallpaper City Guide'lar, New York'tan Cape Town'a kadar pek çok şehrin güncel bilgilerini barındırıyor. Ama İstanbul aralarında yoktu, belirtelim. Dorling Kindersley'in veya Lonely Planet'in rehberleri ise daha ayrıntılı bilgi arayanlar için ideal.
Aynı katta Google'ın da bir standı vardı. "Kitap fuarında Google ne alaka?" demeyin. İlk kez 2004 Frankfurt Kitap Fuarı'nda tanıtılan Google Book Search için oradaydılar. Google'ın birçok kütüphanedeki kitabı dijital ortama aktararak dünyanın dört bir yanındaki insanlara ulaşılabilir kıldığı bu hizmetten herkesin yararlanmasını istiyorlardı.
Fuarda yabancı standlar arasında güvenlik konusunda dikkat çeken bir şey vardı. Ama sadece İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nin yayınevlerinin bulunduğu 8 nolu bölümde. Sadece bu alana girerken özel bir güvenlikten geçiyordunuz.
Görevliler uygun gördükleri kişileri durdurup, çantalarını arıyordu.
VE KOKTEYL SAATİ...
Fuarın akşamüstü saatlerı hep daha keyişi.
Kapanmaya yakın, pek çok yayınevinde kokteyller başlıyor. Şampanyalar, şaraplar, kanepeler...
Yorgunluklarını böyle atan yayınevleri, konuklarını da daha iyi ağırlamış oluyor. Ağırlamak konusunda, Türkiye'nin de geri kalır yanı yok! Bazı yayınevleri lokumdan şaşmazken, fuarın meydanı olan Agora denilen alandaki sergilerin bulunduğu çadır hep doluydu. Türkiye'den gelen yedi serginin bulunduğu bu çadırda, Türk kahvesi ve baklava ikram ediliyordu. Serginin ilgi görmesinde ikramların ne kadar payı vardır bilinmez ama yazar Esmahan Aykol da bir sohbette "Devamlı gidip bir baklava yiyip, kahve içiyorum," demişti.
Hafta sonu halka da açılan fuar, bu iki gün boyunca çok kalabalıktı. Her ne kadar o iki günde de kitap satışı yapılmasa da, yüzlerce ziyaretçi 25 avro verip, bilet alıp, alanı dolaşıyordu. Bu da bir panelde kesinlikle oturacak yer bulamamak veya bir sosisli sandviç için uzun kuyruklar beklemek anlamına geliyordu. Ki beş gündür sosis yiyen biri için aç kalmak, daha cazip hale gelebiliyor. İlla kitap satın almak isteyenler içinse, fuarın ana girişinin önünde kurulan kitap tezgahları tam bir cennet. Eski kitaplardan renkli albümlere kadar pek çok seçenek vardı. Bu kitapçıları da geçtikten sonra, ziyaretçileri en son Nâzım Hikmet uğurluyor.
Duvara asılmış büyük pankatta hem ürkçe hem de Almanca olarak şu cümle yazıyor: "Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler..."