19
Mayıs
2024
Pazar
KİTAP

Hayatın kendisi bir yutturmaca

YUTTURMACA
Rasim Açba, Cinius Yayınları, 2008, 266 sayfa.
İnsanlık iflah olmaz bir sefil miydi? Akıl çağının üzerinden geçen üç-dört yüzyıl sonra bile eski tuzağa düşebiliyor insanlık. Yerli yabancı televizyon kanalları, basit, dogmatik yaklaşımlarıyla komik yargılarla insanlara seyrettirebiliyorlar kendinlerini. Bazı ülkeler, sağlık, işsizlik, geçim, şehir suyu veya enerji, ahlaki kokuşma ve eğitim soruları yokmuş gibi başörtüsü sorunuyla uğraşıyorlar. Güney Amerika'da ne dümenler dönüyor? Rusya'daki Putin mi, Yugoslavya'daki iç savaş ve katliamlar mı? Derken Ortadoğu'da neler oluyor? İsrail mi,Yoksa Mısır mı? İran, Irak mı yoksa Suriye mi? Her türlü yutturmaca herkesin hayatına normal gündem olarak nasıl girmeyi başardı?
Rasim Açba, tüm bu sorulara cevap arayarak kurgulamış hikâyesini. Yutturmaca, yazarın ilk romanı olmasına rağmen, sürükleyici kurgusu ve komplo teorilerinin prim yaptığı günümüzde güncelliğiyle öne çıkıyor. Roman, Demir adlı iri yarı esmer, yüreği sevgi dolu bir köylünün hikâyesi. Demir depo görevlisi olarak başvurduğu firmada çekilen bir reklam filminde oynama teklifi ile kendisini bir komplo teorisinin baş oyuncusu olarak bulur. O artık uygarlığın geleceğini istemeden elinde tutmaktadır. Bu rolü de aslında kendisi istememiştir, ona zorla verilmiştir. Aktör olmadığı halde dışında gelişen bir olayda aktördür. Kahraman olmadığı halde, kahraman olan, gerçekte hiç olmayan bir insanın sürükleyici hikayesinin başkahramanıdır artık.
Demir'in bu işe girmesine vesile olan Nazım Bey ve Nuran Hanım, İstanbul'un yorucu yaşamını geride bırakmak için bir köye yerleşirler. 1970'li yıllardan beri yaşadıkları bu şehir bütün enerjilerini emmiş, sonunda şehirden soğumuş ve bir cehennem olduğuna karar vermişlerdir. Yerleştikleri köyde, köpekleriyle birlikte dingin bir hayata yelken açmışlardır. Köylülerle dostluklarını kuvvetlendirmiş, yalan trafiği olmayan yeni hayatlarında yeni dostluklara da yelken açmışlar-dır. Bu yeni hayatlarında tanırlar Demir 'i. İşleri olduğu zaman İstanbul 'a gelmek zorunda kalan Nazım Bey, bu kısa ziyaretlerden bile sıkılıp, bir an önce dingin hayatına dönmek için acele eder olmuştur. Böyle bir ziyaret sırasında, iş arayan Demir için daha önce tanıdığı birinin ona vermesi aracı olur. Nazım Bey, Demir için hazırladığı yeni hayatın farkında değildir aslında. O sadece çocuklarına ekmek götür-mesi için Demir'e iş bulmuştur. Demir ise; farkında olmadan kendisini dünyanın en tehlikeli insanı haline dönüştürecek yuttur-maca bir hikâyenin içinde bulur kendini.
Rozerin Bolluk

Hayatın gerçek sırrı


KABALA SIR
Michael Berg, Çevirmen : Işıl Ölmez, Goa Yayınları, 208, 108 sayfa.
Evren vermek üzerine kurulmuş bir sistemdir, vermek evrenin doğal akışıdır. Ağaçlar meyve verir, güneş, ısı ve ışık verir. Fiziksel dünyada hiçbir şeyi vermeden alamayız, hatta dahası, ancak verdiğimiz kadarını alırız. Vermenin, paylaşmanın bilincine ulaşmadan elde ettiklerimiz asla kalıcı olmayacak, yoluna girmiş gibi görünen hayatımız kısa süre sonra eski halini alacaktır. Hepimiz bir şeyler istiyoruz, daha çok, daha çok istiyoruz.
Michael Berg'in yazdığı Kabala Sır, özet haliyle yaşamın özünü anlatıyor. Michael Berg'in amacı dünyadaki amacımıza dair gündelik kavrayışımızın, kelimenin tam anlamıyla, nasıl tersine olduğunu göstermek. İşte size kitaptan bir alıntı: "Çok eskiden Yakup adında fakir bir mum yapımcısı vardı. Adam elmasların alelade çakıl taşları kadar çok olduğu esrarengiz bir adadan bahsedildiğini duymuştu. Böylece Yakup evinden ayrılıp en yakın limana doğru yola koyuldu. Orada elmas adanın gerçekten var olduğunu öğrendi, ama acele etmesi gerekecekti. Adaya sadece her yedi yılda bir, bir tekne gidiyordu ve o da az sonra yola çıkıyordu! Yakup tekneye koştu.
Adaya vardığında duyduklarının hepsinin doğru olduğunu gördü! Her yer kumsaldaki kum taneleri gibi elmaslarla doluydu. Eve döndüğünde nasıl zengin olacağını hayal ederek dizlerinin üzerine çöken Yakup torbalarını ışık saçan değerli taşlarla doldurdu.
Nasıl olduysa tam o sırada ada sakinlerinden biri ona yaklaştı. 'Torbalarını bu değersiz çakıl taşlarıyla doldurarak zamanını boşa harcıyor-sun' dedi yeni gelen. 'Yedi yıl burada kalacağın için kendine bakmanın bir yolunu bulsan iyi edersin. Bir mesleğin var mı?'
'Ben mum yaparım' dedi Yakup. 'Çok güzel. O zaman mum yapmaya başlasan iyi olur.' Yakup aynen bunu yaptı ve çok geçmeden giderek büyüyen bir iş kurdu. Aslında, kendisiyle rekabet edecek başka bir mum yapımcısı olmadığı için adadaki en önemli adam haline geldi. Daha Yakup farkına varamadan yedi yıl geçmişti.
Nihayet bir gün tekne geldi.
Bunu gören Yakup telaş içinde eşyalarını toplayarak tekneye bindi. Eve döndüğünde ailesi sabırsızlıkla bavullarına baktıktan sonra gözlerini hayret içinde Yakup'a dikti. 'Hazine nerede?' diye sordu karısıyla çocukları. 'Gideli yedi yıl oldu. Bir tomar mumla geri döndün!'
Yakup gülmekle yetindi. Anlamıyorlar mıydı? Mumlar onu adada önemli bir insan yapmıştı! Konuşmak için ağzını açtığında birden hakikati gördü. Ya gitmesindeki amacı unutmuştu; hâlâ evden ayrıldığı sırada sahip olduklarından daha değerli bir şeyi yoktu."
Gerçek neşe ve doyuma ulaşmanın tek yolu paylaşan bir varlık haline gelmektir. Artık Sır'ı öğrendiniz! Neden neşeli ve doyumlu bir haya-tın sizi es geçmeye devam ettiğini sorabilirsiniz.
Tülin Penso

Hamlet'in Ofelya'sını unutmayın


OFELYA
Lisa Klein, Çeviren: Yeliz Üslü, Artemis Yayınları, 2008, 424 Sayfa.
Hamlet'i okumamış olanlar bile hikâyesi hakkında az ya da çok bilgi sahibidir. Hatta biraz düşünürseniz televizyonda, kitaplarda veya diğer insanlardan duymuş olduğunuz detayları hatırlayabilirsiniz. Mesela şu 'Olmak ya da olmamak' sözünün bu oyunda geçtiğini bilirsiniz. Peki Ofelya'yı hatırladınız mı? Evet, Hamlet'in sevgilisi Ofelya. İşte bu kitapta Hamlet'in hikâyesini bir de Ofelya'nın penceresinden görüyoruz. Tabii William Shakespeare'in yazmış olduğu halinden oldukça farklı bir şekilde...
Annesini doğar doğmaz kaybetmiş olan Ofelya'nın tek sahip olduğu şey babası Polonius ve sevgili ağabeyi Laertes'tir. Ancak babasının hırsları yüzünden küçük yaşta ailesinden kopmak durumunda kalan Ofelya saraya gelir ve çok geçmeden kraliçe Gertrude'un gözdesi olur. Onu eğitmekle görevli Elnora'dan çok şey öğrenen Ofelya, sarayda göze çarpan bir karakterdir ve Danimarka prensi Hamlet'in ilgisini çekmesi çok uzun sürmeyecektir. İki genç aralarındaki ilişkinin onaylanmayacağını bildikleri halde aşklarını dolu dizgin yaşarlar. Ancak Hamlet'in babasının öldürülmesi ve annesinin amcasıyla evlenmesi onda onulmaz yaralar açar. Daha sonraysa kral babasının bir cinayete kurban gittiğine inanan Hamlet, yavaş yavaş akıl sağlığını kaybetmeye başlar. Ofelya'nın Hamlet'in durumu ve saraydaki kaostan ötürü bir seçim yapması gerekmektedir. Ya kaçıp hayatını
kurtaracak ya da canını tehlikeye atma pahasına sarayda kalacaktır. Ofelya'nın tek destekçisi ise Hamlet'in can dostu Horatio'dur. Ofelya'yı uygulaması gereken çok ölümcül bir plan beklemektedir...
Daha önce 'Hamlet' (1996) ve 'Rosencratz ve Guildenstern Öldüler' gibi filmlere ve pek çok kitaba da ilham kaynağı olan Hamlet, bu defa Lisa Klein'ın ellerinde yeniden hayat buluyor. Ancak Lisa Klein'ın Hamlet yorumu kesinlikle alışık olduğumuza benzemiyor. Klein'ın Ofelya'sı Shakespeare'ninkinden çok daha dinamik ve güçlü. Rosencratz ve Guildenstern karakterlerini de orijinaldekin-den farklı görüyoruz. Yine de Lisa Klein'ın romanı da son derece mantıklı ve temel olarak Shakespeare'nin metnine dayanıyor. Yani yine bir trajediyle karşı karşıyayız!
Mart ayında Artemis Yayınları Genç Dizisi'nden çıkan Ofelya ustalıkla yazılmış ve onu muhteşem bir roman yapan bütün unsurlara sahip: Aşk, komplo, tehlike, umutsuzluk ve umut, aldatma, cinayet,
delilik ve gizem... Anlayacağınız bu kitapta eksik olan hiçbir şey yok -fazladan birkaç yüz sayfadan başka!
Seçil Ersek


SUDA YÜRÜME ŞİİRLERİ
Ali Selçuk, Yom Yayınları, şiir, 37 sayfa
2002'de Nâzım Hikmet Gençlik Şiir Ödülü'nü kazanan Ali Selçuk, 1977 doğumlu genç bir şair. 'Suda Yürüme Şiirleri' ise kendisinin ilk kitabı.
Selçuk'u kutlar, şiirlerinin devamını dileriz. Kitapta yer alan 'Bulut ve Su' isimli şiir şöyle: "babalarla çatışmalı dıştan // içinden tekrarlamış bunu / kırmızı ışıkta bekleyen adam / avuçlarını ayırmış birbirinden / otomobiller apartmanlar yarılmış // yürümüş adam // içinden çıkmalı annelerin // tekrarlamış bunu içinden / kırmızı ışıkta bekleyen kadın / avuçlarını ayırmış birbirinden / otomobiller apartmanlar yarılmış // yürümüş kadın // ellerinin sokakları kesişmiş // uyanmışlar uzun bir heceye // ve // masal başlamış"


TROYA'NIN DÜŞÜŞÜ
Peter Ackroyd, çeviren: Mehmet H. Doğan, Yapı Kredi Yayınları, roman, 207 sayfa
Peter Ackroyd, 'Troya'nın Düşüşü'nde, hayalperest kahra-manı Heinrich Obermann'ın hikâyesini anlatıyor. Fakat Ackroyd'un romanındaki Obermann karakteri, bir zamanlar Türkiye'ye gelerek Ege kıyılarındaki Hisarlık'ta arkeolojik kazılar yapan Alman arkeolog Heinrich Schliemann'ın ta kendisidir. 1860'ların sonunda, Homeros'un İlyada'da anlattığı Troya'nın, Hisarlık olduğuna inanan Schlemann, tezini ispatlamak için Troya'da kazılara başladı. Tezinin doğruluğunu ispatlamak için kimi zaman aşırıya da kaçarak bilimsel olmayan yollara başvuran Schliemann, aslında tam bir hayalperestti. İşte roman, Obermann karakteri üzerinden, Schliemann'ın bu ünlü hikâyesini kurguluyor.


BEN NE ZAMAN BÜYÜDÜM?
İnci İlhan, Cinius Yayınları, öykü, 108 sayfa
'Ben Ne Zaman Büyüdüm?', "Ben hep yazarak anlatmayı seçtim," diyen ve çocukluğun-dan itibaren yazmaya başlayan İnci İlhan'ın ilk kitabı. İlhan'ın bu kitaptaki öyküleri, bireyin varoluş sıkıntılarından, gündelik hayatın hızı nedeniyle unutulan, önemsenmeyen ayrıntılara kadar uzanıyor. Kitaptaki öykülerin öne çıkan yönü de, İlhan'ın didaktik olmaktan özellikle kaçınarak yazıyı birebir paylaşımın, hatta okurla dertleşmenin bir imkânına dönüştürmesidir denebilir. Okuyucuya sorular soran İlhan, kitaba adını veren öyküsüne şöyle başlıyor: "Ne kadar zaman oldu, asla değişmez dediğim duygularım, düşüncelerim değişmeye başlayalı...
O kadar dik, o kadar köşeli düşünmeyeli kaç yıl oluyor?"


BUSE CİNAYETİ
Mehmet Murat Somer, Merkez Kitaplar, roman, 207 sayfa
Mehmet Murat Somer'in ikinci romanı olan 'Buse Cinayeti', aşk-siyaset-şantaj üçgenindeki ilişkileri hikâye ediyor. Gündüzleri bilgisayar programcılığı yapan, geceleri de bir travesti kulübü işleten Burçak, bir gün, çalışanlarından Buse'nin öldürüldüğünü öğrenir. Bu cinayetin peşine düşen Burçak, öldürülen Buse, ya da eski adıyla Kız Fevzi'nin oldukça karmaşık ilişkiler yaşadığını öğrenir. Büyük bir siyasi partinin önde gelen isimlerinden olan bir erkekle aşk yaşayan Buse, bu nedenle öldürülür. Fakat onu öldürenlerin asıl amacı, siyasetçiye şantaj yapmaktır. Bu arada, Somer'in 'Peygamber Cinayetleri'nden hatırlanacak isimsiz dedektifi de, cinayetin arkasındaki gizleri çözmeye çalışacaktır.


DALI VE BEN: SÜRREALİST BİR HAYAT
Stan Lauryssens, çeviren: Baysan Bayar, April Yayıncılık, anlatı, 296 sayfa
Stan Lauryssens, 'Dali ve Ben: Sürrealist Bir Hayat' isimli bu kitabında, yakın tarihin ünlü simalarıyla olan maceralarını anlatıyor. Belçikalı sanat eserleri komisyoncusu Lauryssens bu işini icra ederken, yolu Salvador Dali, Andy Warhol, Beatles grubu üyeleri, Frank Sinatra, Pablo Picasso ve Elvis Presley'e kadar uzanan, birçok ünlü figürle kesişiyor. Lauryssens'in kitabı, kendisinin, Dali başta olmak üzere, bu şahısların pek bilinmeyen özelliklerini, bunlarla nasıl tanıştığını, onlarla nasıl bir ilişki kurduğunu ve bunlarla yaşadığı maceraları anlatıyor. Lauryssens'in bu isimleri oldukça eğlenceli ve akıcı bir dille anlattığını da belirtelim.


IZA'NIN ŞARKISI
Magda Szabó, çeviren: Hakan Tansel, Kanat Yayınları, roman, 240 sayfa
Magda Szabğ, 'Iza'nın Şarkısı'nda, kahramanları Bayan Szöcs ve kızı Iza arasındaki ilişki üzerinden kuşak çatışmasını hikâye ediyor. Bayan Szöcs, kocası öldükten sonra, Budapeşte'de yaşayan kızı Iza'nın beraber yaşama teklifini kabul eder. Evini, kasabasını, geçmişini geride bırakan Szöcs, tek bir ayrıntısı bile geçmişine ait olmayan bu "yeni" hayatında, gün geçtikçe yabancılaşmaya, kabuğuna çekilmeye başlar. Modern çağa bir türlü
adapte olamayan Szöcs, günün birinde tekrar kökenlerine dönmeye, unutamadığı geçmişine gitmeye karar verecektir. Szabğ, kadının köklerine duyduğu özlemi, kızı ile yaşadığı kuşak çatışması ekseninde
ve samimi bir dille anlatıyor.


YAŞAMAK EŞİTTİR YAZMAK: GÜRSEL AYTAÇ KİTABI
Yayına hazırlayan: Yıldız Ecevit, M. Osman Toklu ve Sevil Onaran, Hece Yayınları, inceleme, 344 sayfa
Alman edebiyatı profesörü Gürsel Aytaç, Türkiye yazınına çeviri, inceleme, eleştiri ve tanıtım yazıları gibi, birbirinden oldukça farklı alanlara katkıda bulunmuş, değerli bir isim. Önemli bir çabanın ürünü olan, 'Yaşamak Eşittir Yazmak: Gürsel Aytaç Kitabı', Aytaç için kaleme alınmış çok sayıda yazı ile kendisiyle yapılmış bir söyleşi-den oluşuyor. İlk gençlik yıllarında başladığı yazılarını, sonraları da aksat-madan sürdüren Aytaç, Türkiye edebiyatına onlarca kaynak kitap sundu. Bu çalışma, Aytaç'ı, edebiyat bilimci, eleştirmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi ve aynı zamanda insan yönleriyle ele alıyor.


ATEŞ KARINLI
J. C. Michaels, çeviren: Didar Zeynep Batumlu, Sel Yayıncılık, roman,
191 sayfa
'Ateş Karınlı'da, kahramanları Caroline ve kurbağası Ateş Karınlı'nın varoluş felsefesiyle örülmüş hikâyeleri anlatılıyor. Ateş Karınlı, evcil bir hayvan olarak rahat bir yaşam sürmek ile vahşi doğada maceralı bir yaşam arasında seçim yapmaya çalışan küçük bir kurbağadır. Caroline ise boşanmış anne ve babasının yeniden birlikte yaşamasını isteyen ve ne olması gerektiği arasındaki farkı anlamaya çalışan genç bir kızdır. Caroline ile Ateş Karınlı'nın yollarının kesişmesi, romanın asıl olay örgüsünü, ağırlık noktasını oluşturur. Michaels, alt başlığı 'Düşüncenin Kalbine Bir Yolculuk' olan bu romanını, Sartre, Dostoyevski, Heidegger ve Kierkegaard gibi önemli düşünür-lerin fikirleri üzerine inşa ediyor. Dolayısıyla romanda merkezde olan, Caroline ve Ateş Karınlı'nın öyküsü, bir anlamda, felsefi fikirlerin estetik bir biçimde ifade edilme aracıdır.


BİZ HİÇ MODERN OLMADIK
Bruno Latour, çeviren: İnci Uysal, Norgunk Yayıncılık, felsefe,
181 sayfa
Kuşkusuz modern hayat, beraberinde getirdiği sıkıntılar ve hayal kırıklıkları nedeniyle, hiçbir zaman bir "altın çağ" olamadı. Fransız antropolog Bruno Latour'a göre, bu modernlik süreci hiç başlamadı bile. Yani kitabın başlığında da belirttiği gibi, 'Biz Hiç Modern Olmadık'.
Altbaşlığı 'Simetrik Antropoloji Denemesi' olan kitapta, Latour, modern anayasanın hep asimetrik kaldığını, şeyleri temsil etmekle yükümlü bilimsel iktidar ile özneleri temsil etmekle yükümlü siyasal iktidar arasında hep bir ayrım icat ettiğini ve bu ikisi arasında kurulan ağların gücünü görmezden geldiğini savunuyor. Latour, "Modernler hem gerçekliği, hem dili, hem toplumu, hem de varlığı istemekte pekalâ haklıdırlar. Haksız oldukları nokta onların sonsuza dek çelişkili olduklarını sanmaktır," diyerek modern, antimodern ve postmodern süreçleri masaya yatırıyor.


ÖZALLI YILLAR: BİR RÜYANIN ARDINDAN
Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, editör-söyleşi: Semra Topçu, kendi yayını, anı, 416 sayfa
Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, Turgut Özal'la, Anavatan Partisi'nde (ANAP) uzun yıllar çalışmış bir isim. Kendisinin, özellikle hayatının ANAP'lı ve Turgut Özal'lı dönemleri-ne odaklanan bu kitabı, dört bölüm- den oluşuyor. Kitabın, 'Türkiye'nin Zor Yılları' başlıklı birinci bölümünde, Kurtcebe'nin siyasete girmeden önceki hayatı anlatılıyor. İlk bölümden sonraki üç bölümde ise Alptemoçin, hayatını kendi dilinden, 'nehir söyleşi' tarzında anlatıyor. "İki dönem tek başına iktidar olup, ülkeyi yöneten ve büyük atılımlar yapan bir parti, ne yazık ki, en sonunda yüzde beş oy alarak eridi gitti. Ne hazin bir gelişme... Sanki senelerin çabasıyla inşa edilmiş dev bir müessesenin, iş bilmez bir evladının kaprisleri yüzünden batması gibi..." diyen Alptemoçin'in anıları, aynı zamanda, yakın siyasî tarihe dair önemli ayrıntılar da barındırıyor.


DEVİNİŞ PROJESİ
Ömer Çelebi, Cinius Yayınları, roman, 399 sayfa
Ömer Çelebi, 'Deviniş Projesi'nde, üç Türk profesörün oluşturduğu plan çerçevesinde gerçekleştirilen, büyük bir operasyonun hikâyesini anlatıyor. Olay örgüsünün zaman aralığı 2007 ile 2013 yılları arasında geçer. Bu üç profesör, dünyayı kurtaracak bir barış projesini uygulamaya geçirmeye karar verir. Bu projenin gizli tutulması ise projenin başarıya ulaşmasının biricik koşulu olacaktır. Fakat bu esnada, farklı ülkelerin istihbarat kurumları ile muhtelif gizli örgütler, projenin öğrenilmesi konusunda büyük bir tehdit oluşturur. Barış dışında, dünyada yaşanan birçok olumsuzluğa da çözüm olabilecek proje, dünyadaki verili siyasî dengeyi de alt üst edecektir. Üç Türk profesörünün dünyayı daha yaşanılır kılma çabalarını eksen alan kurgu, dünyanın bu halde kalmasında çıkarları bulunanlarla, dünya barışını sağlamaya çalışan karakterler arasındaki çatışmayı tasvir ediyor.


AT ÇALMAYA GİDİYORUZ
Per Petterson, çeviren: Deniz Canefe, Metis Yayınları, roman, 214 sayfa
Norveçli edebiyatçı Per Petterson, 'At Çalmaya Gidiyoruz'da, hayatının yaşlılık dönemlerine varmış Trond karakterinin geçmişiyle yüzleşmesini, tabiri caizse "günah çıkarmasını" hikâye ediyor. 67 yaşına gelen Trond, kenti ardında bırakıp Norveç ormanlarında inzivaya çekilir. Fakat bu esnada, uzun yıllardır geçmişinde kaldığını zannettiği tesadüfler yeniden karşısına çıkar. Trond'un henüz on beş yaşındayken başına gelen bu ilginç tesadüfler, o zaman olduğu gibi şimdi de hayatını alt üst edecektir. Roman yayınlan-masının hemen ertesinde, Norveç Kitapçılar Ödülü ile Norveç Edebiyat Eleştirmenleri Ödülü'nü kazandı. Kitap çevrildiği diğer dillerde de beğeniyle karşılanmıştı.


HAYATA VE AŞKA...
Erol Göka, Aşina Kitaplar, deneme, 254 sayfa
'Hayata ve Aşka', psikiyatrist Erol Göka'nın, insanın ruh ve düşünce dünyasına odaklanan denemelerinden oluşuyor. Hayatın anlamının olup olmadığı, aşırı bilginin zararları, marka anlayışının yarattığı kimlik krizi, neden gençlere düşman olunduğu, aşık olunup olunmadığının nasıl anlaşılacağı, evliliğin insana aykırı olup olmadığı, internet ilişkileri ve aşkları, kitapta yer alan ve aşk ile hayata odaklanan çok sayıdaki konudan birkaçı. Ruh dünyasının dönüşüme uğradığını ve birçok okura ulaşmak istediğini söyleyen Göka, kitabının, bu yeni ruh halinin ürünü olduğunu söylüyor. Kitap, psikiyatriye ilgi duyan okurların ilgisini çekebilir. Göka'nın denemeleri anlaşılırlıyla dikkat çekiyor.


YOLUN YARISINDA: RALLİLERDE 35 YIL
Mithat Diker, Geniş Kitaplık, anı, 136 sayfa
Ralli dalında birçok ödülün sahibi olan Mithat Diker için, hayat ve yol aynı anlamlara geliyor. Diker'in anılarından oluşan bu kitap, kendisinin yollarda otomobil yarışlarıyla geçen otuz beş yılına dair anılarından oluşuyor. Kitabın en ilgi çeken yönü, bu spora uzun yıllarını vermiş bir ismin, Türkiye'nin ralli spor tarihine dair önemli anekdotlar anlatmasıdır denebilir. Zira bu otuz beş yıl, Diker'in kişisel hayatının izdüşümü olmasının yanında, Türkiye'de gittikçe yaygınlaşan bu sporun tarihçesi anlamına da geliyor. Diker'in anıları, kendisinin 1970'li yıllardaki gençlik dönemlerinde, gizli gizli başladığı yarışlar ile 2000'li yıllardaki profesyonel mücadelelerini kapsıyor.


ORDU VE DİN
Faik Bulut, Berfin Yayınları, inceleme, 660 sayfa
Araştırmacı-yazar Faik Bulut, 'Ordu ve Din'de, 1826 yılından 2007'e kadarki ordu-din ilişkisini inceliyor. Türkiye'nin yakın tarihinden başlayarak Atatürkçülük ve şeriatçılık, ordu ve irtica, tarikatçılık, toplumun İslamlaşması ve farklı cemaatlerin gizli ve açık faaliyetlerinin bugüne kadarki seyrini inceleyen Bulut, şimdi yeniden alevlenen laiklik ve şeriat tartışmaları konusunda önemli ayrıntılar sunuyor. İlk baskısı 1994 yılında yapılan ve resmi belgeler ışığında Türkiye'deki İslamcı faaliyetleri ordunun aynasından göstermeyi amaçlayan kitap, yeni bilgi ve belgelerle de güncellenmiş. Bu aralar yoğunlaşan ordu-islamcı çatışması düşünüldüğünde, Bulut'un kitabı, hâlâ önemli veriler barındırıyor.


GÜLŞEFDELİ YEMENİ
Hüseyin Su, Hece Yayınları, öykü, 117 sayfa
Hüseyin Su'nun, diğer kitapları dışında, 'Tüneller', 'Ana Üşümesi', 'Aşkın Halleri' ve 'Bir Yağmur Türküsü' isimli öykü kitapları bulunuyor. Su'nun ilk yayımlandığı 1998 yılında Türkiye Yazarlar Birliği ödülü kazanan 'Gülşefdeli Yemeni' isimli bu kitabı da, kendisinin sekiz öyküsünü bir araya getiriyor. Su'nun bu öykülerinde de, çocukluğun saf ve temiz duyguları, yitip giden güzellikler, kaybedilen manevi zenginlikler, yeninin aile ve birey üzerindeki etkisi ve kuşaklar arasındaki çatışma gibi konular işleniyor. Öykülerin, Su'nun, Türkçeyi kullanmadaki maharetiyle öne çıktığı söylenebilir. Yazarın öyküleri özellikle öykü takipçisi okurların ilgisini çekebilir. Kitap, Hüseyin Su ile tanışmak için iyi bir fırsat.


KÖYLÜ DEVRİMCİ BÖRKLÜCE MUSTAFA
Yılmaz Gruda, Berfin Yayınları, şiir, 39 sayfa
Yılmaz Gruda, 'Köylü Devrimci Börklüce Mustafa'da, eserine konu olarak seçtiği Börklüce Mustafa'yı, eskilerin vekayinâme dediği, epik yönleriyle öne çıkan bir destan-şiirle anlatıyor. Kitaptan bir alıntı: "hiç yaşamadın acının böylesini:/bir engerek gibi ısıra-parçalaya aktı durdu tenimde-/yırtarak aldılar yensiz, yakasız giysimi /haykırdı kırbaç yarıklarını çıplaklığım-/vurdular yüzüm üstü bir kalas çarmıha/kırıldı bir fanus gibi!-/sökercesine gerdiler kollarımı/mıhladılar avuçlarımdan/yüreğime kadar yırtıldı etim-/varyozlarla kırdılar dizlerimi/ayak kemiklerimi kırdılar-/apışlarımı kanatarak ayırıp bacaklarımı/ mıhladılar tabanlarımdan-/hançerle oydular küreklerimi, kaba etlerimi(...)"


DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE SINAVDAN KAÇ ALIRIM?
Hakan Karadaş, Carpe Diem Yayınları, felsefe, 171 sayfa
Hakan Karadaş, genç okurlar için kaleme aldığı 'Düşünüyorum. Öyleyse Sınavdan Kaç Alırım?'da, ünlü filozofların, fizikçilerin üzerinde kafa yorduğu bazı temel felsefe kavramları ile ilgili değerlendirmelerini sunuyor. "Bizler hiçbir kitaba sığmayacak kadar büyük, BBC belgeselleriyle açıklanama-yacak kadar karmaşık bir mucizenin içindeyiz aslında. Adına hayat denen bir mucize bu," diyen Karadaş'ın seçtiği metinlerin de, soyut ve kuru bilgiler olmaktan öte, hayatla olabildiğince iç içe metinler olmasının, kitabı daha eğlenceli ve zevkli kıldığını belirtelim.
'Düşünüyorum Öyleyse Sınavdan Kaç Alırım?', alternatif
bir felsefe okuması.


KIZLAR MANASTIRI
Sabit Sümer, Nokta Kitap, roman, 256 sayfa
İlk romanı 'Gölge Kardeşliği', ikinci romanı 'Akdeniz Hep Oradaydı' ve öykülerinden oluşan 'Yağmurda Eriyen Adam'la hatırlanacak Sabit Sümer'in 'Kızlar Manastırı', 1862 yılındaki Kapadokya'nın Karvalli'sinden günümüze uzanan bir tarihi-gerilim romanı. Rumlarla Türklerin
beraber yaşadığı 1862 yılının Karvalli'sinde, rahibe adayı Maria manastırdan kaybolur. Kendisi, Mülazım Sadık ve kolcularının tüm çabalarına rağmen bulunamaz, üstelik bu esnada, manastırdaki dört genç kız daha ortadan kaybolur. Bundan tam yüz yıl sonra, Atina'da yaşayan genç Yannis, kâbuslar görmeye başlar. Maria'nın kâbuslar yoluyla kendisini kurtarmasını istediği Yannis, olayın esrarını çözmek için Karvalli'ye gidecektir. Sabit Sümer'in kitabı 'Kızlar Manastırı' hem aksiyon hem de
tarih meraklısı okurun ilgisini çekecek türden bir roman.


HAS BAHÇENİN GONCA GÜLÜ: MİHRİMAH SULTAN
Muhterem Yüceyılmaz, Nesil Yayınları, roman, 240 sayfa
Muhterem Yüceyılmaz, 'Has Bahçenin Gonca Gülü: Mihrimah Sultan'da, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'dan olma Mihrimah Sultan'ın oldukça kırılgan hayatını hikâye ediyor. Osmanlı'nın gücünün doruğunda olduğu bir dönemde, taht mücadelelerinde kardeşlerinin yitip gittiğini gören, sarayın protokol kurallarından sıkılan Muhrimah Sultan, gün geçtikçe içine kapanacak, yalnızlaşacaktır. Mihrimah Sultan, bu sıkıntısının üstesinden gelmek için, ebru sanatını öğrenmeye ve kendini hayır işlerine adamaya karar verecek, fakat bu çabaları da yalnızlık duygusunu azaltmayacaktır. Muhterem Yüceyılmaz romanında sadece bir sultanın değil, bir insanın, bir kadının, bir ruhun, bir yüreğin hikâyesini anlatıyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah üzerine okumak isteyenlere duyurulur.


AKIL VE TOPLUMUN ÖZGÜRLEŞİMİ
Ahmet Çiğdem, İletişim Yayınları, inceleme, 135 sayfa
Ahmet Çiğdem, 'Akıl ve Toplumun Özgürleşimi'nde, Jürgen Habermas'ın epistemolojiyi toplumsal bir teori olarak kurma çabalarına odaklanıyor ve
eleştirel bilgi teorisinin tarihsel ve toplumsal kökenlerini ele alıyor. Çiğdem, 'eleştirel teori', 'akıl ve toplumun özgürleşimi', 'toplumsal teori olarak bilgi teorisi' ve 'epistemoloji' gibi kavramları, Frankfurt Okulu ve Habermas üzerinden inceliyor. Çiğdem, bir yandan Okul'un ve üyelerinin tarihini verirken, diğer yandan da eleştirel teorinin modern dünyaya yönelttiği keskin yargıları da ele alıyor. Kitap, Habermas ve eleştirel gelenekten başlayarak, epistemolojinin akıl ve toplumun özgürleşimi anlamında sunduğu imkânlara kafa yoruyor. Jürgen Habermas Üzerine Bir Çalışma altbaşlığını taşıyan kitap, alanında önemli bir kaynak kitap.


ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA KÜRT CİVANLAR
Emine Uçak Erdoğan, Yarımada Yayınları, tarih, 104 sayfa
Emine Uçak Erdoğan'ın 'Çanakkale Savaşı'nda Kürt Civanlar' başlıklı bu çalışması, adı üstünde, Çanakkale Savaşı'na katılan ve kimisi burada ölen Kürt gençlerini anlatıyor. Dolayısıyla çalışma, Kürt sorunu söz konusu olduğunda, ilk etapta dillendirilen cümlelerden olan, "Kürtlerle Türklerin
Çanakkale'de beraber savaştıkları" şeklindeki cümleden hareketle yapıldı. Erdoğan'ın bu savaşa katılanların yakınlarıyla görüşerek kaleme aldığı kitabı, Kürtlerin Çanakkale Savaşı'na katılımına odaklanan ilk çalışma olması yönüyle ilgi çekici. Cephede bulunmuş Kürt portrelerine yer veren Emine Uçak Erdoğan, beraberinde büyük acılar getiren
bu savaşı, insan hikâyelerinden yola çıkarak anlatıyor. 18 Mart öncesi Çanakkale üzerine okuma yapmak isteyenler için...


SEÇİLMİŞ DÜŞÜNCELER
Friedrich W. Nietzsche, çeviren: Sâmih Tiryakioğlu, Assos Yayınları, deneme, 144 sayfa
Aforizma yazı tarzı, bilindiği gibi, Nietzsche'nin en usta olduğu tarzlardan biri. 'Seçilmiş Düşünceler' ise Nietzsche'nin muhtelif eserlerinden derlenmiş aforizmaları, özdeyişleri barındırıyor. Kitaptan bir tadımlık: "Modern çağın en genel belirtisi: İnsan kendi gözünde saygınlığını inanılmaz derecede kaybetmiştir. Yaşamın uzun süre merkezi ve acıklı kahramanı olmuştur. Sonra, yaşamda hiç değilse kesin olana, bir değer taşıyana olan yakınlığını kanıtlamaya çalışarak -ahlâk kurallarının ana kurallar olduğuna inanıp insan saygınlığını ayakta tutmak isteyen bütün metafizikçiler gibi- Tanrı'yı elden kaçıran kimse, bu yüzden ahlâka olan inancına daha çok sarılır."


HAYVAN HAKLARINA GİRİŞ
Gary L. Francione, çeviren: Renan Akman ve Elçin Gen, İletişim Yayınları, inceleme, 328 sayfa
Gary L. Francione, 'Hayvan Haklarına Giriş'te, "Çocuğunuz mu köpeğiniz mi?" diye sorarak, hayvan hakları konusunda sık dillendirilen "insanca muamele"nin hiçbir geçerliliği olmadığını savunuyor. Francione, hayvanlar insanların malı olduğu sürece, hayvanların acısını azaltmaya yönelik hukuksal düzenlemelerin bir anlam ifade etmeyeceğini söylüyor. Hayvanlar hakkında söylenenler ile gerçekte onlara uygulanan muamele arasındaki tutarsızlığı anlama çabasıyla, hayvanların ahlakî statüsünü irdeleyen Francione, mal sahibinin çıkarlarının her zaman malının çıkarlarından öncelikli olacağını ve bu durumda hayvanların payına yine zulüm düşeceğini söylüyor.


NAR: TOPLU ŞİİRLER 1
Haydar Ergülen, Merkez Kitaplar, şiir, 241 sayfa
Haydar Ergülen'in toplu şiirlerinin birinci cildinden oluşan 'Nar', şairin 1982-1997 arasında yayınlanmış 'Karşılığını Bulamamış Sorular', 'Sırat Şiirleri', 'Sokak Prensesi', 'Eskiden Terzi' ve '40 Şiir ve Bir' isimli kitaplarını bir araya getiriyor. Ergülen'in ilk kitabında yer alan 'Haydutluk Üzerine Ortaçağ Söylencesi'nden bir alıntı: "kente üç haydut gelmiş seyre koşalım dostlar / görelim yiğitlikleri sürecek mi kafes içinde / haydutluğun şanındandır mülkümüze göz koymak / umarım mil çekilir kem gözlerine // kente üç haydut gelmiş birisi uzun ince / kara gözleri yatak odalarımızda söylence / soylu beyler gibi erkekçe alışmalıyız / karılarımızın romantik ihanet geleneğine (...)"


KARANLIĞA KARŞI YAZILAR
Ümit Zileli, Cumhuriyet Kitaplar, siyaset, 261 sayfa
Ümit Zileli'nin 'Karanlığa Karşı Yazılar', kendisinin 'İşbirlikçiler' isimli dizisinin üçüncü kitabını oluşturuyor. İlk baskısı 1999 yılında yapılan kitap, ağırlıklı olarak Zileli'nin Türkiye siyasetine dair kaleme aldığı yazılardan oluşuyor. Kitabı güncel kılan, bugünkü laiklik-şeriat tartışmalarına ışık tutan yanı, Refahyol dönemi ve 28 Şubat sürecinin öyküsünü ayrıntılarıyla vermesi.
O günlerde yaşanan İslamcı yapılaşma, bu yapılaşmanın iktidara uzanışı ve ardından yaşanan çalkantılı dönem, kitapta ayrıntılı olarak ele alınıyor. Kitapta yer alan yazıların önemli bir kısmı da, yine o dönem yaşanan Susurluk kazası ardından ortaya çıkan kirli ilişkileri konu alıyor.


GÜNÜN KISA TARİHİ
Nazife Şişman, Timaş Yayınları, sosyoloji, 170 sayfa
Nazife Şişman, 'Günün Kısa Tarihi'nde, günlük hayatın nasıl yavaş yavaş dönüştüğünü ve hayata eklenen yeni gelişmelerin ardından, iz bırakmadan giden ayrıntıları anlatıyor. Şişman, şimdinin içindeki dönüşümü, gen teknolojisi, koleksiyonculuğun arka planındaki sömürü, ölüm gerçeğiyle baş etmenin yeni yolları gibi ilginç noktalar üzerinden değerlendiriyor. Yazıların bir özelliği, bireyin, özellikle de gündelik hayatı tüketirken, şimdiyi hiç düşünmeden geçiştirdiğini örnekleyerek vermesi. Birbirinden farklı parçalar ve ayrıntılardan bütüne varmaya çalışan Şişman, "ambalajlı mutluluklar", "seküler hayaller" ve "seyirlik bir dünya" gibi kavramlarla, değişen ve dönüşen şimdiyi anlatıyor.


NEDEN BEN, NEDEN BU, NEDEN ŞİMDİ?
Robin Norwood, çeviren: Mehveş Çağlı, Meta Yayınları, kişisel gelişim, 240 sayfa
Robin Norwood, 'Neden Ben, Neden Bu, Neden Şimdi?' isimli bu kitabında, çoğu insanın, hayatının bir durağında kendine sorduğu bu sorulara, reenkarnasyon çerçevesinden cevap vermeye çalışıyor. "Bu kitapta, süptil enerjilere ilişkin yoğun çalışma ve tefekkürün bana zorluk ve sıkıntıları nasıl birer nimet olarak görmeyi öğrettiğini anlatacağım," diyen Norwood, 'Bireysel ve ailevi karma', 'Duygusal bağlılıkların zorunlu doğası', 'Ebeveynlerimizi nasıl seçeriz ve doğumumuzun sonuçları', 'Geçmiş yaşamlarımız ve günümüzdeki problemler' ve 'Dönüşüm yolu olan bağımlılık' gibi kavramlar üzerinden, sıkıntılara "ruh" yardımıyla deva sunmayı amaçlıyor.


1900'DEN 2000'E HALK ŞİİRİ
Bekir Karadeniz, Atılım Üniversitesi Yayınları, antoloji, 735 sayfa
Bekir Karadeniz, öykü, şiir ve çeviri gibi, edebiyatın farklı alanlarında ürün vermiş bir isim. Kendisinin '1900'den 2000'e Halk Şiiri' isimli bu antolojisi de, hem halk şairlerinin biyografilerini hem de bu şairlerin seçme şiirlerini bir araya getiriyor. Daha önce de folklor çalışmaları yapmış, halk şairleri biyografileri hazırlamış Karadeniz'in çalışması,
180 halk ozanı ve şairin 823 şiirini barındırıyor. Kitapta ayrıca, Karadeniz tarafından kaleme alınan bilgilendirici bir giriş yazısı da bulunuyor. Antolojiye alınan çok sayıda şairden ve Karadeniz'in daha önceki çalışmalarından da görüleceği gibi, eser, oldukça uzun soluklu bir çabanın ürünü.

Radikal
Yayın Tarihi : 18 Mart 2008 Salı 19:43:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?