30
Mayıs
2024
Perşembe
KİTAP

İyimser şeytan

Pessoa’nın ‘Şeytanın Saati’ adlı kısa anlatısı modern zamanlardan günümüze kalan bir söz. Ve öylesine yoğun bir gerçeklik hissi barındırıyor ki insanın içi ürperiyor

Can havliyle konuşmak istiyorum, soluk bile almadan, kan ter içinde. Başka çarem kalmadığı için istiyorum konuşmayı. Neden böyle olduğunu ve neden başka türlü olmadığını anlamak istiyorum. Belki beni bir duyan olur da yardım eder bana belki (gerçi hiç umudum yok, ama yine de belli olmaz, denemek gerek). Knut Hamsun’la konuşmak istiyorum mesela; Dostoyevski’yle, Ibsen’le ve elbette kendisi de kendisini alt-kişiliklere bölmüş olan Pessoa’yla konuşmak istiyorum. Pessoa alt-kişilikleri Alvaro de Campos, Alberto Caeiro, Ricardo Reis, Bernardo Soares aracılığıyla dünyayla ve başkalarıyla konuşuyordu, ama yine de bir bütündü, bütünlüklü bir varlıktı. Bu kişilikler onun varlığının doğal parçalarıydılar ve hepsinin de kendi bütünlüklü hayat hikâyeleri, bütünlüklü duygu dünyaları, süreklilik taşıyan iç dünyaları ve ruhsal gerçeklikleri vardı. Pessoa onlarla, bu parçalarıyla birlikte bir bütündü; o yüzden çok ıstırap çektiğini sanmıyorum; daha doğrusu ıstırap çektiğini düşünüyorum da ıstırabının doğallığından ve gerçekliğinden kuşkuya düşüp böylelikle onulmaz, neredeyse soysuz bir ıstırap yaşadığını sanmıyorum. Pessoa onlarla birlikte bir bütündü ve içsel bir sürekliliğe sahipti.
Huzursuzluğun Kitabı’nı okuduğumda çok daha iyi anlamıştım bunu. Yine Knut Hamsun’un Açlık romanında korkunç bir açlık çeken kahraman da, o kadar büyük bir açlık çekmesine karşın, umutsuz değildi, kendi hayatını delik deşik ederek kendisini ıskartaya çıkarmıyordu, açlığı kendisinin doğal bir parçası olduğu hayatın bir aksiliğiydi sadece. Dostoyevski’nin Raskolnikov’u ile Ibsen’in Hedda Gabler’i de kendi gerçekliklerinden kuşkuya düşme cehennemini yaşamıyorlardı. Yaşadıkları cehennem bu dünyanın içinde karşılarına çıkan, eninde sonunda anlaşılır olan bir şeydi. Bütün bu saydığım yazarlar, diğerleriyle birlikte Pessoa da, insanoğlunun keşif döneminin insanlarıdır. Dünya da, keşif de, keşfin sancıları da gerçekti. Modern çağın modernist keşiflerinin modernist insanlarıydılar. Öyle ki onlar insanın kendisinden söz etmesinin aynı zamanda gerçeklikten de söz etmek anlamına geldiği mutlu ve hatta iyimser çağlarda yaşıyorlardı. (Özne henüz erozyona uğramamıştı.)
Ortada keşfedilecek, görünenin arkasında açığa çıkarılmayı bekleyen ve en nihayetinde şu ya da bu şekilde açığa çıkarılan gerçeklikler vardı. (Şimdi artık yok!) Her şey gerçekti; bu anlamda Pessoa da sahici bir dünyada yaşıyordu. Istırabı onun gerçek bir yaşam dayanağı olmuştu. (Şimdi böyle bir dayanak yok!) Modernizm sonrası virtüel dünyada her şey bir hayale dönüştü; bir kudreti kalmadı. Öznenin de, onun söylediklerinin de.
Pessoa’nın sözünü edeceğimiz Şeytanın Saati adlı kısa anlatısı da modern zamanlardan günümüze kalan bir söz; ve öylesine yoğun bir gerçeklik hissi barındırıyor ki insanın içi ürperiyor. Anlatının kahramanı sıradan evli bir kadın olan Maria bir gün bir partiden eve dönerken birden Şeytan’la bir sohbete girişiyor. Yalnız bu hiç de fantastik bir sohbet değil. Sohbet de, şeytan da gerçek. Şeytanın Saati modern zamanların gözde temalarından biri olan Yazgı’ya odaklanıyor; Şeytan’ın ve hatta Tanrı’nın bile Yazgı karşısında çaresiz kaldığını söylüyor. Anlatıda konuşan şeytanın bizim kendisi hakkındaki fikirlerimizle uyuşur hiçbir yanı yok. O da Tanrı’nın kendisine verdiği ve yerine getirmesi gereken görevleri yerine getiriyormuş. O da bir melek aslında. Öyle söylüyor. Yalnız anlatının sonunda Maria’nın bu olağan dışı deneyimden etkilenip herhangi bir dönüşüm mü geçirdiğini yoksa bunu her gün karşılaşılan sıradan bir olay olarak mı değerlendirdiğini bir türlü anlayamıyoruz. Her zamanki gibi gene kocasını yanağından öpüp yatmaya gidiyor.
Dünya öyle ya da böyle dönmeye devam ediyor.

ŞEYTANIN SAATİ
Fernando Pessoa
Çeviren: Işık Ergüden
Can Yayınları
2008, 43 sayfa, 5 YTL.

Radikal - Kitap
Yayın Tarihi : 25 Kasım 2008 Salı 12:14:30


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?