30
Mayıs
2024
Perşembe
KİTAP

Nerede eski casuslar

Ahmet Ümit, Bab-ı Esrar’da Mevlana ve Şems-i Tebrizi’den yola çıkarak onların ve bugünün boyutunda, iki kademede yürüyen bir serüven yaratmış. Emin Karaca’nın “Türk Basınında Kalem Kavgaları” kitabı kalem savaşlarının en önemlilerini bir araya getiriyor. John Hugues-Wilson’un “Kukla Ustaları” kitabında ise çeşitli dönemlerde, siyasi gelişmelere damgasını vurmuş casusluk olayları eski bir istihbaratçının gözüyle
anlatılıyor ve zevkle okunuyor.



Zaman tünelinde Şems ile Mevlânâ



İkiz kuleler patladı ve bütün dünya İslam’ı anlamaya, doğru yanlış öğrenmeye çalıştı. Bu öğrenme merakı içerisinde İslam kültürünün en özgün boyutu olan “Mevlevilik” de çok ilgi çekiyor.
Mevlânâ ve “şeyhi” Şems-i Tebrizi kendilerine küçük bir dünya kurmuşlardı; düşüncelerini kılıçla yaymaya kalkışmamışlardı. Onların düşünce sistemlerinin odağında “insan” vardı, “yönetme” ve dünyaya nizam verme hırsı yoktu.
Mevlânâ’nın “Mesnevi”si hâlâ okunan, okunabilen ve insanı anlamaya çalışan en temel eserlerden biri. Herkes okuyabilir, öğrenebilir. Eski Türkçenin güzelliklerine de bu yolla ulaşabilir.
“Bab-ı Esrar”da Mevlânâ ve Şems birer roman kahramanı. Roman kahramanı olmuş kişilerin asıllarına çok uygun olmaları gerekmez. Roman kahramanı, romancının yarattığı kişidir ve bazen aslından daha derin ya da aslına götüren nitelikler taşıyabilir.
Ahmet Ümit “Bab-ı Esrar”da (Doğan Kitap) Şems ve Mevlânâ’dan yola çıkarak, onların boyutunda ve bugünün boyutunda, iki kademede yürüyen bir serüven yaratmış. Polisiye edebiyat alanındaki bilinen ustalığıyla Ahmet Ümit, içinden zor çıkılacak bu konuyu da çok sürükleyici, okuyanı içine katan bir romana dönüştürmüş.
“Bab-ı Esrar”daki polisiye entrika, Mevlânâ ile Şems’in içinde yaşadıkları toplumu da bir yanıyla aktarmış oluyor. Bu, öyle kolay özetlenebilecek bir roman değil, çok hızlı okunacak bir roman da değil.
700 yıl öncesiyle bugün arasında, insanın değişmeyen sorularıyla kurulan paralellik, iki dünya arasındaki bağlar üzerinden ilerleyiş, romanın örgüsünü güçlendiriyor.
“Bab-ı Esrar”ı okumaya başlayanlar hızla Mesnevi’ye de yönelirse bu romanı okumayı, zevkini katlayarak sürdürebilir.


Polemik zevklidir ama düzeyli olursa



Şu satırları okuyalım: “Bizim Nazım’ın bir tek jurnalcisi vardır ki, o da kendisidir. Kellesine geçirdiği işçi takkesi ve sırtına vurduğu ceket, düğmeleri çözük mintanından dışarı fırlayan isyankâr kıllar, ütüsüz pantolonu ve yıkık omuzla, ayrık bacakla, kendisine yedi kat yerin dibindeki maden ocaklarından henüz çıkmış bir işçi edası vererek...”
Bu satırların yazarı Peyami Safa, 1935 yılında kendisine “jurnalci, muhbir” diyen Nazım Hikmet’e cevap vermektedir.
Nazım Hikmet de cevap verir: “Peyami ve benzerleri, sosyal temelleri çürümüş bir cins küçük burjuva münevverliğinin marka malı olmuş öyle nümuneleridir ki karanlık bir çıkmaz içinde çırpınır dururlar. Tabii bunları Peyami’yi tahkir için söylemiyorum. Bir doktorun bir hasta için veremdir demesi nasıl tahkir sayılmazsa, Peyami’nin bu sosyal hüviyetini anlatmak da hakaret ve küfür değildir...”
İki büyük yazar 1935 yılında olağanüstü Türkçeleri ile birbirlerine vurup duruyorlar, ta ki Nazım Hikmet’in 1938’de hapse girinceye kadar.
Türk basınında, Türk yazar ve gazeteciler arasındaki kavgalar her zaman bu kadar güzel bir Türkçe ile yapılmamış, bazen düzey öyle düşmüştür ki, çocuklara okutulmaması tavsiye edilir.
Yakın dönemlerde birçok ünlü gazeteci, yazar çok ağır polemiklere girmiş, bazıları da işi “şişmanlık” unsurunun kullanılmasına kadar vardırmıştır. Emin Karaca’nın “Türk Basınında Kalem Kavgaları” kitabı (Bizimkitaplar) kalem savaşlarının en önemlilerini bir araya getiriyor. Bunları kendi dönemleri içinde ele aldığımızda Türkiye’nin siyasi tablosunun önemli bir kesitini de görmek mümkün. Bazı kavga konularının 40 yılı aşkın süredir değişmediğini görmekse moral bozucu olabilir.
Bu arada Emin Karaca’nın kimseye “torpil” yapmadığını, kavgaları olduğu gibi aktardığını belirtelim.


Nerede eski casuslar


İktidar”ın ortaya çıkmasıyla birlikte “iktidar mücadelesi” de ortaya çıktı, iktidar mücadelesinden galip çıkmak için de “bilgi sahibi olmak” önem kazandı. Güçlü orduların tek başına savaşların kazanılmasına yetmediğini anlayan hükümdarlar karşı taraf hakkında bilgi sahibi olmak istedi. Böylece istihbarat örgütleri doğdu, çatışmalar büyüdükçe bu örgütler daha fazla önem kazandı.
Casuslar ve istihbarat örgütleri, haklarında en fazla efsane üretilen, çok korkulan insanlar ve kurumlar olarak hep varoldu. “İktidar” oldukça da varolacaklar. John Hugues-Wilson’un “Kukla Ustaları” kitabında (Can Yayınları) çeşitli dönemlerde, siyasi gelişmelere damgasını vurmuş casusluk olayları anlatılıyor. Kitabın alt başlığında “Dünya olaylarının ardındaki casuslar, hainler ve gerçek güçler” deniliyor. Buradaki “hain” kelimesi herkese göre değişen bir anlam taşır. Kime göre hain? O dünyada birine göre hain olan diğerine göre kahraman olabilir.
Haklarındaki rivayetler ve yorumlar değişse bile casus hikâyeleri her zaman ilgi çekicidir, tarihin perde arkasını oluşturdukları varsayıldığı için de yeni rivayetlere, efsanelere konu olurlar. “Kukla Ustaları” nda bilinen ya da az bilinen casusluk hikâyeleri, eski bir istihbaratçının gözüyle anlatılıyor ve zevkle okunuyor

Vatan
Yayın Tarihi : 30 Kasım 2008 Pazar 02:49:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?