'Dönemler ve Zihniyetler, 19. yüzyılda başlayıp günümüze kadar süren süreç içerisinde yaşanan farklı tartışmaları ve bu tartışmaların aktığı farklı mecraları bir araya getirirken, siyasal düşünce dünyamızın zenginlik, farklılık ve 'araz'larının bir dökümünü sunuyor
İletişim Yayınları’nın ‘Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce’ (MTSD) dizisi Dönemler ve Zihniyetler cildi ile tamamlanıyor. Dönemler ve Zihniyetler 19. yüzyılda başlayıp günümüze kadar süren süreç içerisinde yaşanan farklı tartışmaları ve bu tartışmaların aktığı farklı mecraları bir araya getirirken, siyasal düşünce dünyamızın zenginlik, farklılık ve ‘araz’larının bir dökümünü sunuyor. Siyasî düşünceye etki etmiş aydınlar; devlet zihniyeti; milliyetçilik, ırkçılık, faşizm; sol-sağ, ‘merkez’; Kürt sorunu; din, laiklik, İslamcılık; kadınlar, toplumsal cinsiyet; basın-medya, edebiyat, sanat; Batı-Doğu; tabular... Dönemler ve Zihniyetler, siyasî düşünceyi şekillendiren tartışmaların karşılaştırmalı bir muhasebesini sunuyor 9. Cilt Dönemler ve Zihniyetler’i Ömer Laçiner, Murat Gültekingil, Kerem Ünüvar ve Tanıl Bora ile konuştuk...
MTSD’nin son cildi yayımlandı. Öncelikle dokuzuncu cildin muhtevasından bahsedebilir misiniz? Bu cildi diğerlerinden ayırt eden özel başlıklardan söz edebilir miyiz?
Ömer Laçiner: MTSD’nin ilk cildi, ‘hangi alanlarda ve nereye kadar modernleşmek zorundayız’ sorunsalı içinde teşekkül eden Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi düşüncesinin birikimini ele alıyordu. Sonraki yedi ciltte, yeni bir eksende nasıl modernleşmeliyiz sorunsalına kurgulu Cumhuriyet dönemi siyasal düşüncesinin belli başlı mecralarının tek tek incelenmesi yapılmıştı. Dönemler ve Zihniyetler bu sorunsalın aşılmasının eşiğine vardığımız bir kesitte, Cumhuriyet dönemi siyasal düşüncesinin bir bütün olarak önümüzdeki döneme nasıl bir birikim, miras bıraktığını araştırıyor esas olarak.
Murat Gültekingil: Bu cildin özelliği, ayrı ayrı siyasal akımlar çerçevesinde ele alınan konulara, şimdi başka bir açıdan bakması. Özellikle, dönemsel bağlamları dikkate alan değerlendirmeler var dokuzuncu cildin yazılarında. Bunun yanında, siyasal düşüncelerin birbirleriyle etkileşimleri mercek altına alınıyor. Değişimleri, kopuşları ve devamlılıkları tespit etmeye çalıştık. Türkiye’nin siyasal akımları ve düşünceleri hangi etkilerle, hangi yönde değişiyorlar; değişmeden kalan ne oluyor?
Tanıl Bora: Cildin başlığına da çıkan ‘zihniyet’ kavramı bundan önemli. Farklı hatta bazen zıt fikirlerin, konumlanmaların bile arka planında duran ortak paydalar olabiliyor. Terminoloji değiştiren, farklı akımlara uyarlanan ama bir düşünme formatı olarak süregiden zihniyet motifleri. Bütün düşünce akımlarının böyle bir veçhesini görebiliriz: temel varsayımlarını, kurucu kavram ve değerlerini bu uzun erimli zihniyet yapılarından sıyıramayabiliyorlar, bu ‘derin’ zihniyet formatını yeniden üretmekten geri duramayabiliyorlar. Bu veçheye işaret etmek önemli bence. Elbette abartmamak, uçlaştırmamak kaydıyla; eninde sonunda sadece bu zihniyet yapıları vardır, düşünsel ayrışmalar, fikirler, akımlar yüzeydeki görüntüden ibarettir diyemezsiniz. Örneğin, Küçükömer’in tezleri zaman zaman böyle yorumlanabiliyor, zamandan ve zeminden kopuk, ebed-müddet geçerli, kesintisiz bir siyasal şema türetilebiliyor onun yazdıklarından. Kastettiğim, düşünce akımlarını ve onların pratikle alış verişlerini incelerken, zihniyet yapılarını da hesaba katarak bakmak. Bu, Praxis sürecinde, yavaş ve ‘zor’ değişeni teşhis etmeye ve çözümlemeye olanak tanıyacaktır. Dönemler ve Zihniyetler, siyasal yapıların ve siyasal düşüncelerin analizinde zihniyet kavramını kullanmak için bir itki, bir ilham sağlayabilirse, bu kıymetli bir katkı olacak.
Murat Gültekingil: Bu cildin önemli bir alt temasını daha söyleyelim: Sağcılık. Son derece güçlü bir ideoloji, sağcılık. Birçok farklı siyasal akımı yatay kesen bir düşünce çizgisi; sözünü ettiğimiz ‘zihniyet yapısı’nın bir örneği olarak görebiliriz. Türkiye’de birçok ideolojik ve siyasal çıkışı doğru yorumlamak için, sağcılık kavramını el altında bulundurmak gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, Demirel’in siyasal düşünce portresine (Liberalizm’den, yani yedinci ciltten sonra) bu ciltte yeniden yer verirken, onu öncelikle ‘sağcılığın’ timsali olarak ele aldık. Demirel’in siyasal düşünce yelpazesindeki yerini tayin etmek için en net, en şüphe götürmez kavram, sağcılıktır.
Dokuzuncu cildin iddiasını yerine getirebildiğini, toparlayacı olabildiğini söylemek mümkün mü? Yoksa bazı başlıkların -örneğin, İslamcılık ya da milliyetcilik gibi- fazlaca öne çıktığından mı bahsetmek gerekiyor?
Kerem Ünüvar: Aslında milliyetçilik ‘ortak bölenlerin en büyüğü’... Milliyetçilik karşısında tavır alamama/almama; İttihatçı milliyetçiliğin tarihsel tortularının güncel bağlamlarda sürekli depreşmesi meselesi hâla en önemli sorunlardan bir tanesi. Bundan bağımsızlaşamayan, sürekli beka kaygısı, komplo korkusuyla perçinlenen, edebiyattan tarihe, ilkokuldan ‘Devrim Tarihi’ dersine uzanan bir ‘kabul’ bütün bu silsileyle devam ediyor. Bunu mesele etmek, toplumsal zemini nasıl kemirdiğini tartışmak yalnızca solun değil, en beklenebilecek olanları söylersek liberalizmin ve İslamcılığın da gündemi olmalıydı. Oysa ‘Türk’ liberalizminde ve İslamcılığında az bulunan bir damar olarak kalıyor. Herkes bir yandan milliyetçilik ‘üzerine’ konuşuyor ama siyasal düşünce bundan bağışık kalabiliyor. Ciltte milliyetçiliğin ve bir bakıma akademik tartışma için fazlaca ‘avam’a ait sayılan İslamcılığın daha fazla makalede sorun edilmesi kaçınılmaz oldu diyebiliriz.
Tanıl Bora: Ciltlerin hacmini, o düşünsel birikimin önemiyle veya ağırlığıyla doğru orantılı gibi düşünmeyin. Örneğin Sol’la ilgili sekizinci cilt, sol üzerine çok düşünüldüğü, solda tartışma birikimi mebzûl miktarda olduğu için, böyle şişman. Ayrıca, ciltlerin başlıklarını, Türkiye’nin siyasal düşünce dünyasına bakmak için vesileler olarak da düşünebilirsiniz. Örneğin düşünce tarihinde görece zayıf bir eğilim olarak liberalizm, sadece liberal figürleri ele almak için bir çerçeve sunmaz, liberalizm bağlamından hareketle siyasal düşüncenin birçok uzun erimli meselesine bakmaya açılan bir penceredir.
Portreler konusunda belki de özellikle vurgulamak gereken bir nokta var: Dokuzuncu ciltte ele alınacak portrelerin özellikle çapraz değerlendirmelere tabi tutulacağına dair bir planınız vardı. Siyasal düşünce dünyamızda buna imkân veren örnekleri ciltte ele alabildiniz mi?
Tanıl Bora: Önceki ciltlerde belirli bir siyasal akım bağlamında ele alınmış kimi düşünce insanlarıyla ilgili, dokuzuncu ciltte de yazılar var. Örneğin, Hikmet Kıvılcımlı, Mehmet Ali Aybar, Doğan Avcıoğlu, Süleyman Demirel... Bu siyasal-düşünsel şahsiyetler, haklarında ilk akla gelen standart değerlendirmelerin berisine geçerek değerlendiriliyor. (Demirel’le ilgili, az önce sağcılık bağlamında Murat Gültekingil’in dediği gibi.) Onları, Türkiye’nin siyasal düşünce evreninin kimi es geçilmiş veya farkına varılmamış hususiyetlerine veya basitçe bazı özgül noktalara ışık tutacak tartışmalara vesile eden yazılar bunlar. Sonra, Refik Halit Karay, Ömer Lütfi Barkan gibi, belki doğrudan siyasal etkide bulunmamış fakat siyasal düşüncelerin güçlü dip akıntılarına karışan figürlerin portreleri çizildi. Çetin Altan, Aziz Nesin, Yalçın Küçük gibi, ‘kendine mahsus’ yanları belirgin, deyim yerindeyse ‘kültleşmiş’ figürler de unutulmadı. Kürt siyasal hareketinin düşünsel oluşumunun öncü figürleri olarak Sait Kırmızıtoprak ve Orhan Kotan hakkında yazılan portreler de bu cildin önemli katkıları arasında yer alıyor.
Genel olarak dizinin oldukça geniş bir bicimde çizdiği çerçeveye rağmen halen “şunları da ele alan yazılar olmalıydı” dediğiniz tartışmalar kaldı mı?
Tanıl Bora: Dokuzuncu cildin bir amacı da zaten bu türden eksikleri telâfi etmekti. Daha önceki ciltlerde, belirli bir akım çerçevesinde yer alabilecek konuları, unutulduğu veya yetiştirilemediği için dokuzuncu cilde aktardığımız da oldu. Ama yine de eksikler var tabii. Örneğin, yakında kaybettiğimiz Burhan Oğuz’un muazzam düşünsel emeğiyle ilgili bir muhasebe yapılabilirdi. Zihniyet dünyamızın ‘olmazsa olmaz’ bileşenlerinden komplo zihniyeti, gerçi bazı yazılarda değiniliyor, ama müstakil bir analizin konusu olabilirdi. Sonra, geçmişle hesaplaşma düşüncesinin eksikliği veya zayıflığı, üzerinde çalışmayı bekliyor; siyasal ‘unutma kültürümüzün’ analizine ihtiyaç var.
Murat Gültekingil: Türkiye’de siyasal düşüncenin bazı alanlarında, kendini değerlendirmeyle, analiz etmeyle ilgili bir birikim eksikliği var. Belki daha doğrusu, mesafe eksikliği. Örneğin sol düşünce cildi, solun her şeye rağmen kendini sorgulama alışkanlığı daha fazla olduğu için, çok kalın oldu! Ancak örneğin TKP’nin tarihinin değerlendirilmesiyle ilgili kapatılması gereken kocaman bir açık, bunu yapabilecek olanların kaçınması veya ihtiyatlılığı nedeniyle, hâlâ duruyor. Buna karşılık, milliyetçilik, muhafazakarlık, Kemalizm, kendisine eleştirel bakma eğiliminin fazla güçlü olmadığı akımlar. Onlarla ilgili bu açığı ise, bu alanlara dışardan bakan eleştirel analizlerin bolluğu dolduruyor. Değindiğim bu eksikler, zaaflar olmasaydı, kuşkusuz bütün tartışmalar ve bütün ciltler zenginleşirdi.
Siyasal düşünce dünyamızın yeni akim ve tartışmalara açıklığı, bunları söylem ve analizlerine eklemlemesi konusunda neler söylenebilir? Kendi üzerine/içine fazlaca kapalı bir düşünce dünyamız mı var?
Tanıl Bora: Aslında kendi üzerine kapanması bile eksik, diyeceğim! Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce’nin başlı başına önemli kazanımlarından biri, bence, Türkiye’deki düşünce hayatının keşfedilmemiş ne kadar çok teferruatı olduğunu fark ettirmesidir. Unutulmuş ne çok tartışma, ne çok insan var! Özgün buluşlar, elmas fikirler olmayabilir, fakat nice arayışlar, nice başlangıçlar var ki, o vadide söz söyleyenlerce üzerinden atlanmış veya farkına bile varılmamış. Farklı düşünsel akımlar zaten çoğunlukla birbirine bakmıyor, asıl önemlisi, siyasal akımların kendi içinde de kahredici bir tartışmasızlık ve eleştirisizlik hüküm sürüyor. (Eleştiri kavramını, sahih anlamıyla, ‘üzerine düşünmeyi’, kritik etmeyi belirtmek için kullanıyorum.) Bunun temelinde yatan ne? Düşünsel etkinliğin özerkliğinin ve öneminin tanınmaması ve anti-entelektüalizm mi? Toplumsal-siyasal değişmenin olağanüstü hızlı ve ‘lümpen’ çerçevesi mi? Bir etik mesele mi? Tartışılması gereken bir mesele. Son on-on beş yılda yeni dünya bilgileri ve tartışmaları Türkiye’de daha hızlı dolaşıma girer olduğunu söyleyebiliriz gerçi... Ama bu da çoğunlukla akademik dünya içine kapalı kalıyor ve çoğunlukla adaptasyonu aşamıyor, neticede siyasallaşamıyor.
Dokuz cildin sonucunda, bazı genel çıkarımlarda bulunabiliyor musunuz? “Sonuç olarak...” diye söyleyeceğiniz, ne olabilir?
Murat Gültekingil: Bütün siyasal akımların, veya çoğunun, geçirgen olduğunu fark ediyoruz. Kendileri bunun farkında olmasalar da, -ki çoğunlukla değiller!-, böyle. Çoğunlukla farkında değiller dedim; kendilerine dönüp bakmamalarıyla ilgili bir idraksizlik bu. Söz konusu geçirgenliğin farkında olmamak, üzerine düşünmemek, tabii büyük bir yüzeysellikle ve eleştirel/özeleştirel bakışın önünü kapanmasıyla da ilgili. Burada da milliyetçilik belirgin bir şekilde öne çıkıyor. Bütün akımlarda, milliyetçilik ‘sızması’ var. Liberal ama bir yandan da milliyetçi... İslamcı ama bir yandan da milliyetçi... Solcu ama bir yandan da milliyetçi... Dönüp dolaşıp önümüze çıkan ve dokuzuncu cilt yazılarında da çeşitli cephelerden üzerine bir nokta oldu bu. Sanki, her siyasal düşünüşün milliyetçilikle dolu bir ‘brüt’ü, bir de milliyetçilik ayıklanınca ortaya çıkan bir ‘neti’ var! Hep tartıştığımız düşünsel yoksulluk, biraz da işte o ‘brüt’ün fazla, ‘net’in ise az olmasına bağlı!
Tanıl Bora: Önceki soruya verdiğim cevabı yineleyeceğim. Düşünsel üretimin devamsızlığı, sağına soluna bakmaması, eleştiri ve özeleştiri zahmetine girmemesi... Buna bağlı olarak, unutma kolaylığı... Türkiye’de düşünce dünyasının temel karakteristiklerinden biri, bu.
DÖNEMLER VE ZİHNİYETLER
Modern Türkiye’de
Siyasal Düşünce Cilt 9
Yayıma Hazırlayan: Ömer Laçiner
İletişim Yayınları
2009, 1379 sayfa, 66 TL.