16
Haziran
2025
Pazertesi
KİTAP

Yıllar içinde Selçuk Baran

1972: Haziran beni çok etkiledi. Melodramın etrafında içe o kadar işleyen hikâyeler yazabilmek!.. Misafir odalarının dokunulmamışlığı, birdenbire melodramdan çıkarak, yaşanmamış bir hayata, birçok hayata savrulup gidiyor. “Konuk Odaları” çok etkileyici bir hikâye. 

Bütün o melodram öğeleri, zambaklar, leylak dalları, kar yağmış ceviz ağacı, bahar döllerini savuran kavak, coşumcu resmin bütün bu beylik imkânları, Selçuk Baran yazınca, bir mesafe edinip içe atılmışlıklar kuşanıyor.

“Beylik” olan, Selçuk Baran yazınca, yepyeni bir sahicilikle ve kendi, eski çağrışımlarını yadsımayarak beliriyor. İlk kitabıyla “yazarların hikâyecisi” olmak, belki böyle bir şey.

1975: Haziran, yayımlandığı günden beri, baş ucu kitaplarım arasında. “Konuk Odaları” öyküsü, bana boyuna, Cihangir’deki evimizi, onun konuk odasızlığını hatırlatıyor. Gerçi, iyi ki konuk odasızdı diyemiyorum. Misafir geldiğinde, aklanır paklanır, bir konuk odası görünümü edinirdi. Annemle babam, “Konuk Odaları”ndaki genç kadın kadar mutsuz bir evlilik mi sürmüşlerdi, için için soruyorum.

Vedat Günyol, Çehov duyarlığı demiş. Belki. Bununla birlikte, “Kavak Dölü”, sadece bu hikâye, ya da, “Işıklı Pencereler” o kadar bize ait ki, başka bir coğrafyada, başka bir ekinsel ortamda yaşanmaları, olup bitmeleri mümkün değil. (Necatigil’in “Konuk Odaları” için bana söylediği: “Kadınların yalnız dünyası…” Fakat acaba sadece kadınların mı, yoksa evlilerin yalnız dünyası mı, hele Necatigil yaş grubundaki evlilerin…)

1977:Anaların Hakkı yayımlandı. Selçuk Baran gibi önemli bir hikâyecinin yayınevi bulmakta zorluklar çekmesi, edebiyatımızın değer ölçütleri konusundaki çaresizliği sergiliyor. Sadece “Bahçede” hikâyesi, sadece “Kayalık Yoncaları”, Selçuk Baran’ın yaşayan en iyi hikâyecilerden biri olduğunu kanıtlarken, Anaların Hakkı’nı iyi niyetli ama küçük bir yayınevi okurla buluşturmaya çalıştı. İddiacı, markacı yayınevleri bildikleri yolda, edebiyatımızın asıl değerlerini ezip geçmeye yeltenerek ilerliyor.

Aynı kader, Bir Solgun Adam’ın başına başka türlü geldi. Gerçi Milliyet Yayınları’nda çıktı, ama, Türkçenin en güzel romanlarından biriyken ilgi devşirmedi.

1979: Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda Selçuk Baran’ın Bozkır Çiçekleri ancak mansiyon alabildi. Orhan Hançerlioğlu’nun gürül gürül sesi, ödülün kaderinde, sonucunda galiba çok etkili oldu. Orhan Pamuk’la Mehmet Eroğlu birinciliği paylaştılar. Hançerlioğlu, Issızlığın Ortasında’yı Freud çizgisinde diye epey hırpaladıktan sonra Selçuk Baran ‘narin’ ve o kadar güzel romanıyla gürültüler patırtılar arasında ancak bu kadar dikkat çekebildi.

Bozkır Çiçekleri’ni Milliyet Yayınları galiba yayımlamayacak. Kim bilir ne zaman, hangi yayınevi?..

1990: Argos için Selçuk Baran’dan hikâye istedim. Yayımlamaktan uzak duruyor. Yıllar geçtikçe içe kapandı. Özgür’de 1987’de Bozkır Çiçekleri çıktığında, üç yıl önce, Refik Ulu bizi Cennet Bahçesi’ne çağırmıştı. Selçuk Baran’ı o günden beri görmemiştim. Haziran’ı imzalayan o harikulade güzel ve etkileyici genç kadın çökmüş, öyle çökmüş ki, aynı insan olduğunu söylemek zor.

Yazdığı, bitirdiği, ama yayımlamadığı hikâyeleri varmış. Artık yayımlamak istemiyormuş. Hiçbir şey istemiyormuş.

“Arjantin Tangoları”nı beni kırmamak için verdi. İnanılmaz güzellikte bir hikaye. İnanılmaz acı. Sevinçlerden, uçarılıklardan sonra sonsuz bir yaşama bezginliği. İnanılmaz bir yaşama bezginliği.

Telefon etmek, söylemek istedim. Ama cesaret edemedim.

2000:Bir ilân: Güz Gelmeden yayımlanmış. Güz Gelmeden, Selçuk Baran’ın yayımlanışını ‘göremediği’ son romanıymış. Selçuk Baran ölmüş! Binlerce kez yankılandı: ölmüş! Ölmüş! Haberim bire olmamış.

Sonradan araştırınca, o da bir iki gazetede, silik soluk haber verişle geçiştirilmiş ölüm. Türkçenin en iyi yazarlarından birinin ölümüne aldırışsız kalışımız, sürüklendiğimiz her türlü yıkımı gözler önüne seriyor.

Enis Batur’un, telefonda, “Arjantin Tangoları”nın da yer aldığı hikâye dosyasını hemen yayımlayacaklarını söylemesi aklıma geldi, yine o burukluk. Güz Gelmeden’in hüzünlü duyurusunda Enis’in payı olmalı.

Bu yıl bir telefon görüşmesi; Ülkü Uluırmak, Selçuk Baran’ın son dönem arkadaşlarından. İçe kapanıp gidişi anlatıyordu…

2007: Eşik Cini dergisi, Nalan Barbarosoğlu’nun çabası, Selçuk Baran günü düzenlendi. Katılım umduğumdan fazlaydı. Özlü konuşmalar, hakkı yenmiş bir yazara saygıyı dile getirdi.

2008:Yapı Kredi Yayınları, Ceviz Ağacına Kar Yağdı’yı yayımladı, Selçuk Baran’ın bütün öyküleri. TRT 2’de, Not Defteri’nde bu değerli eseri tanıtmak isteği. İnci Aral’ın eşsiz yazısı hemen: Selçuk Baran’ın yazmaktan ‘vazgeçişini’ derin bir iç sızısıyla kaleme getirmişti İnci Aral. Bu yazı, yayımlandığı günden bu yana, içtenliğiyle, üzülüşüyle bende sonsuz gönül borcu. İnci Hanım’ın Not Defteri’ne söyledikleri de.

Ceviz Ağacına Kar Yağdı, hiç değilse bu kez, okurla Selçuk Baran’ı buluşturacak, öyle diliyorum. 1960’larda başlamış bir yazı çabasına has okurlar yakınlık uyacak. Yazarından esirgediğimiz sevgi, bu kez…

Hikâyeciliğimizin en usta yazarlarından birini, yayınevlerinin, edebiyat çevrelerinin, sağırduyarlı okurların nasıl, neden susturduğu konusunda bir iki kişi çıkıp konuşacak, bu trajik durumu bir iki kişi araştıracak. Çehov piyeslerindeki bekleyiş gibi umuyorum.

Selçuk Baran’ın 1988’de, “Mor Hikâye”de söyledikleriyle noktalamak istemiyorum:

“Bir an önce unutun beni. Tek istediğim, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutmak.”

Bir zamanlar yaşamıştı ve bazılarımız onu, yazdıklarını hiç unutmadı.

Zaman
Yayın Tarihi : 13 Ekim 2008 Pazartesi 17:34:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?