22
Mayıs
2024
Çarşamba
KÜLTÜR/SANAT

Cenneti Beklerken Cenneti Aramak 2

17. yüzyılda İstanbul’da yaşayan bir minyatür ustası olan Eflâtun efendi, çocukken Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinden devşirilen bir “Devşirme”dir. Eşini ve oğlunu kaybedeli çok olmamıştır. Eflatun, yasak olmasına rağmen en sevdiği iki kişinin suretlerini cesetlerine bakarak Batılı tarzda resmeder. Nakkaş Eflâtun, üzüntüsünü minyatür yaparak gidermeye çalışırken bir yandan da kaybettiği yaşama sevinci nedeniyle, sevdiklerine kavuşacağı günü, “Cenneti” beklemeye başlar. Çocuk yaşta yitirdiği oğlunun hayali gözünün önünden gitmez. Eflatun efendi dönemin hakim inancının hissettirdiği baskı ile yaptığı Batılı tarz resimler yüzünden vicdan azabı içindedir. Bu kıvranmalarını artık minyatür yapmamakla sonlandırmak amacındadır.
Yaptığı Batı tarzı resimler sonrası kendini sorgulamaya başlayan Eflâtun, bu ruh hali içindeyken bir Vezirin konağına götürülür.
Osmanlı Devleti’nin Doğu vilayetlerinden birinde bir isyan çıkmıştır. Bu isyanın lideri Şehzade Danyal yakalanmış ve hakkında ölüm fermanı verilmiştir. Eflâtun’dan idam edilecek şehzadenin kimliğinden emin olabilmek için isyancının ölmeden önce Batılı tarzda bir portresini yapması istenmektedir. İnfaz sonrası Batılı tarzda yapılmış resim ve bal dolu bir torba içine konulan Şehzadenin kellesi bozulmadan İstanbul’a ulaştırılmalıdır. Öldürülen ve kellesi kesilen kişinin bir olduğu, bu sayede doğrulanacaktır.
Neredeyse hayatla ilgisini kesmiş, çok sevdiği resimden bile soğumuş, sessiz, sakin bir kişiliği olan Eflâtun efendi bu resmi yapmak için görevlendirilir. Yanına aynı ocaktan yetiştiği Osman adlı savaşçının liderliğinde bir grup atlı verilir. Görevleri, isyanın başı olan Şehzade Danyal’ın idamı öncesi Batılı tarzda resmini yapmak ve kesilecek kellesi ile birlikte bir an önce İstanbul’a dönmektir. İsyan nedeni ile Anadolu büyük bir karışıklık içindedir. Şehzade Danyal Anadolu’da kimsenin yerini bilmediği eski bir kervansarayda tutulmaktadır.
Grup yola çıkar. Kimsenin dikkatini çekmeden Anadolu içlerine gelirler. Yol üzerinde eşkıyaların saldırısına uğramış bir menzilde köle kız Leyla ile karşılaşırlar. Kızın ağlayıp yalvarması üzerine arkalarında bırakmayıp onu da yanlarına alarak yola devam ederler. Konakladıkları bir kervansarayda saldırıya uğrayıp kayıp verirler.
Nihayetinde Şehzade Danyal’ın esir tutulduğu ıssız kervansaraya gelirler. Eflâtun efendi istemese de aldığı emir üzere resmi yapar. Ancak resmini yaptığı kişi Şehzade Danyal değil, oğlu olduğunu söylemektedir. Şehzade Yakup kaçmaya çalışsa da yakalanıp iple boğulur. Eflâtun efendi, şehzadenin ölmeden önce yazdığı mektubu kimse görmeden kuşağına sokar. Kesilen kelle bir torbaya konup Dilsiz Mustafa’ya teslim edilir. Mustafa aldığı emirle Eflâtun efendiyi yolda öldürecektir. Leyla’nın uyardığı Eflâtun efendi, yolda Mustafa’yı yaralayıp kaçar ve yeniden geldiği kervansarayda isyancıların eline düşer. Osman ve Leyla’da yakalanıp getirilir. Burada şehzadenin ölümünden sorumlu olmadığını ispat eden Eflâtun efendi ve Leyla, Şehzade Danyal’ın isteğiyle tabloya ek yaparak ölümden kurtulurlar.
İstanbul’a dönen Eflâtun efendi Vezirin konağında sorguya alınır. Önceden yapıp kuşağında taşıdığı Şehzade Danyal’ın resmi, Eflâtun efendinin kurtuluşu olacaktır. Yine de ek yaptığı tablo ve Şehzade Danyal’ın kesik başı ile Vezirin konağında karşılaşınca sarsılır. Sorgu ve sual sonrası bir kese altınla salıverilirken isyanın liderlerinden biri ile yüz yüze gelip her şeyi anlar. Eflâtun efendi ve Leyla evlenip nikah kıyarlar. Çırağı Gazal efendinin de sağ olduğunu gören Eflâtun efendi, artık ölüm yerine yaşamayı ve Batı tarzında resim yapmayı düşünmektedir.

***
Bu filmin ben de özel bir yeri var. Film içinde aynaların kullanımıyla oluşturulan metafor etkisi hayal perdesi ile verilecek ve geçişler, adı yine “ayna” olan hayal perdesi ile yapılacaktı. Ancak dönüşümü sağlayacak aynada bir metafor olmadı ve filmde gerçek aynalar kullanıldı. Bu arada olan bana oldu. Derviş Zaim’le konuşup anlaşan ben üç ay sakalla gezmek zorunda kaldım. Gelişen şartlar gereği yönetmen tercihi ile senaryoda var olan hayal perdesi sahneleri çıkarıldı.
Bunu geçip filme dönersem, senaryoyu ilk okuduğumda da aynı duyguyu yaşamıştım, bilenler bilir... Joseph Kessel’in Atlılar adlı bir romanı vardır. Bu kitap filme çekildiğinde başrolünü Ömer Şerif oynamıştı. Afganistan’ın bizdeki cirit oyununa benzeyen savaş oyunu buzkaşi anlatılıyordu Atlılar’da. Romanın güçlü karakterleri filmde de aynı güçlü etkiyi veriyorlardı. Öfkeleri, kıskançlıkları, nefretleri yoğundu. Güçlü olduklarını sürekli kanıtlamak ihtiyacındaydılar. Tüm bu frenleyemedikleri şeref, cesaret, gurur gibi tutkuları içinde huzursuzdurlar, yalnızdırlar. Karakterlerin insan yüreğinin bir yerlerinden şöyle bir ses duyuluyordu gizliden gizliye; “Kendi postu içinde yalnızlıktan boğulup kalmak istemeyen herkes kendini bir başkası için gerekli hissetmek ister. İnsan bazen korumak bazen de sığınmak ister.”
Atlılar ve Cenneti Beklerken arasındaki benzerlik bunun çok ötesinde filmin yaydığı ışıkta, auorasındaydı. Ömer Şerif’in çıktığı yolculuktan değişmiş ve dönüşmüş olarak dönmesi onun kaybettiği tek bacağının acısını ve yokluğunu bile hissettirmiyordu. Sakat ve tek bacaklı olan adam, örnek aldığı tek boynuzlu koç gibi buzkaşiyi kazanır. At üstünde şeref turunu atarken içi yün dolu çizmesini çıkarıp tek ayağı ile kalınca asıl yengisi o zaman taçlanıyordu.

***
İşte Eflatun efendiye sığınan sevdikleri yitip gitmiş, onun seveceği, sığınacağı kimse de kalmamıştır.
Film, Yeniçerilerin mızrağa takılmış bir kesik başı dolaştırdıkları kanlı sahne ile açılır. Nakkaş Eflâtun ve çırağı Gazal efendiler içeride tüm bu vahşetten uzakta resim yapmakla meşguldürler. Eflâtun kayıplarının ardından motivasyonunu yitirmiş ve bir daha resim yapmayacağı kararını vermiştir. Ancak Vezir konağından gelen davet bu kararını engeller.
Osmanlıyı konu alan filmlerden alışık olduğumuz kahraman motifi ile hiç ilgisi olmayan Eflâtun efendi, tam aksine bir anti kahramandır. Yolculuğa çıkmak istemeyip çırağı Gazal efendiyi öne sürecek kadar korkak, ama rehin alınan çırağını kurtarmak için de mutlaka geri dönmeyi kafasına koymuş bir adam kararlılığında görüntü verir bize.
Film atlıların konu edildiği bir minyatürün harekete geçmesi ile Anadolu’ya taşınır. Bu geçişler ve sahneler görsel güzelliği ve filme sağladığı işlevselliği nedeni ile sıkça kullanılır. Mevsimin ve Kayseri yöresinin etkisi ile güzel manzaralar eşliğinde atlılar yol alırlar. Eşkıyalar tarafından basılmış menzilde köle kız Leyla ile karşılaşırlar. Eflatun efendi sessiz, silik, kendisine saldıran yaşlı bir adam karşısında bile korkup sinen bir kalem efendisidir. O, Vezirin kullandığı “Cihana hem adalet hem güzellik yaraşır” sözünün güzellik kısmındadır. Geri dönmek için çırağının verdiği akla uyup kendini sakatlar, elini keser. Fakat Osman, “Mecbursun ve memursun” deyip aldığı emirden geri adım atmaz.
Ancak kendisinden daha güçsüz bir kişi olan Leyla’yla karşılaşması Eflatun efendi de koruma içgüdüsünü canlandırır. Yine de arkalarından gözü yaşlı bakakalan kızı yanlarına almaları gerektiğini söyleyemez. Kızın yanlarına alınma kararını grubun başı olan Osman verir. Osman, kahramanımız gibi durmaktadır.
Eflatun efendi, Anadolu’daki iktidar kavgasının tam ortasında kendi kişiliğinin ve aşkının mücadelesini verirken kendini bulacaktır.
Yolculukta kullanılan müzik ve görüntülerin birbirleri ile uyumu ve sunulan güzel manzaralar, farklı kamera açıları, atlıların sularda yansıyan görüntüleri film içindeki gerçek ve hayal duygusuna göndermeler yaparken, seyirciye Anadolu’nun zenginliklerini izlettirdi.
Filmin baş karakterlerinden Osman ve adamlarının kullandığı silahların, özellikle kılıçların turistik olması etkiyi azaltan etkenlerden. Osman’ın elindeki gerili yayla ilerleyip yayı boşalttığı sahnede hedef görmeden boşa attığı o kadar belli ki... Bu filmde oyunculuğunu çok beğendiğim Mesut Akusta’nın bir iki küçük hatasından biri olarak dikkatimi çekti.
Tek boyutlu minyatür çizimli kervansarayın katlanarak üç boyutlu hale gelmesi, güzel bir buluş, başarılı bir efektti. Minyatürlerin kullanıldığı sahneler ve onlara hareket verilmesi farklı bir estetik değere dönüşmüş. Film, metaforları çok iyi kullandı. Aynaların belki de gereğinden çok kullanılması bu metaforların etkisini azalttı. Hele kullanılan, çok iyi bulunmuş, dönemi hissettiren sırları hafif dökülmüş aynaların çerçevesi günümüzden olmasaydı daha iyi olurdu. Çerçeveler gündelik olunca bu etki ben de daha da azaldı.
İlk gelinen kervansarayda dikkatimi çeken noktalar arasında ilki; çatıda bekleyen eli mızraklı çerilerdi. Orada dikilip duracakları söylenen çeriler hazır olda beklemekte, rahat hareket etmemekteydiler. İkincisi ve en aklıma takılanı gıcırdayan tahta oda kapısı idi. Açık kapı sürekli rezesi etrafında dönüp gıcırdarken yine aynı açık kapı Eflatun’un çağırılışında vurulunca han kapısı gibi efekt verdi. Dışarı çıktığımızda Osman’ın boğazına bıçak dayadığı kişinin durumu ve kavga sahnelerindeki acemilik bu bölümün biraz atlandığını gösterdi. Zaten kalabalık sahnelerdeki ayrıntı olamayacak kadar güçlü ayrıntılar sinemamızda hep atlanır olagelmiştir nedense...
Yine Şehzade Danyal’ın tutulduğu varsayılan ( çünkü tutulan Şehzade Yakup’tu ) kervansaraya girişte Osman’ın atının yularının atın ayağına takılması ve bunun hiçbir oyuncu ya da figürasyon tarafından düzeltilmemesi gözümden kaçmadı. Atın ayağına dolanan yular atın sakatlanmasına yol açabilirdi. Bu, tıpkı yokuşta bırakılan aracın frenini çekmek gibi o dönemin gündelik bir davranışıydı ve yapılmaması beni rahatsız etti.
Filmin hikayesi Osmanlıyı hayli uğraştıran Düzmece Mustafa hikayesini çok andırıyor ama kesin bir şey söylemeden geçiyor.
Dönem olarak III. Murad, III. Mehmet dönemi sezinlendiriliyor. Ancak ilginç olan dış bağlantılı Şehzadenin üzerindeki İspanyol etkisi. Kendi adı Danyal – Daniel, oğlu Yakup –Jacop kökeninden geliyor. Annenin adı ise Dulcina. Ve film içindeki kültür atlaması, Diego Velazquez’in “Las Meninas – Nedimeler” tablosunun ortaya çıkması ile başkalaşıyor. Yine de burada senaryodan kaynaklanan soluk bir söylem vardı. Şehzade Danyal’ın Papazlar tarafından kışkırtıldığına, davet edildiğine dair bir iki cümle Şehzade Yakup’un ve isyancı liderinin cılız söylemlerinde yitip gitti.
Sözüm bizim filmlerimizdeki arkada fonda duran oyuncu ya da figürasyon sorununa... Şehzade Danyal’ın ordusu olarak akın eden insanların üzerindeki kıyafetler ve duruşları o kadar iğreti idi ki Şehzade Danyal o ordu ile nasıl Mehdi’nin müjdelediği kurtarıcı olacak ben inanamadım. Eminim yönetmen de oyuncular da inanmamışlardı.
İşkence sahnesinde kulağı kesilen Osman’ın ağzındaki kan ne kadar gerçekçi ise, kulağını kesen kamanın üzerindeki deri parçaları ne kadar gerçekçi ise, kesilen kulağın hiç kanamaması da o kadar şaşırtıcı idi. Osman’ın can verdiği sahne tüm basitliğine rağmen insanın kanını donduracak kadar gerçekti. Filmin başından beri güç timsali olarak önde olan Osman’ın bir anda yalvaran, canı için af dileyen konuma düşmesi, Eflatun efendiyi belki ilk defa öne çıkardı. Eflatun efendi ne kadar zeki olduğunu, elindeki kozların nasıl oynanması gerektiğini gösterip kendi canını ve Leyla’nın canını kurtardı.
O Eflatun efendi ki İstanbul’a dönüşte gittiği Vezir konağında tüm korkusuna rağmen çırağı Gazal efendinin akıbetinin ne olduğunu birkaç kez sorabildi.
Filmdeki esas olarak kullanılan kervansaray yüklendiği anlamlarla tam bir metafor görevi gördü. Önce varılacak hedef, Şehzade Yakup’un hapishanesi, korunaklı mekan, sonra Şehzade Danyal’ın karargahı, Eflatun’un rüyası ana kucağı ve gece sığınaktı.
Film içinde aydan ateşe geçiş yapılan, ateş başında geçen sahnede, tezhip figürlerinin alev dillerine, alev dillerinin tezhip figürüne dönüşmesi minyatürlerin film içindeki kullanımları kadar estetik ve zekiceydi. Film başta bir minyatürün canlanması ile Anadolu’ya taşınırken yine bir geçişle bir anda İstanbul’a dönüverdi. İstanbul görüntüleri bilgisayardan çıkmış bile olsa güzeldi.
Filmin sonunda, Eflatun efendi kendini ve sevebileceği, uğruna mücadele edebileceği birini bulmanın huzuru içindedir. Yaşadığı sosyal toplumdan, bulunduğu sanatsal gerçeklikten başka bir boyuta taşınmak ister. Artık Batılı tarzda resim yapmayı da deneyecektir. Bu kendi yaptığı oğlu ve eşinin karakalem çalışmaları şeklinde değil, yolculukta gördüğü tarzda olacaktır. Çünkü Eflatun efendi bundan böyle yolculuğa çıkan miskin adam değil, yolculuktan değişmiş ve dönüşmüş olarak dönen adamdır.
Eflatun efendi rolündeki Serhat Tutumluer sanki soyadı ile koşut, tutumlu ve tutarlı bir oyunculuk sergiliyor. Korkularına, zaaflarına, zayıflığına rağmen bir anti kahramanı bizim gözümüzde kahraman kılabiliyor.
Filmde Osmanlı kültür ve estetiğinin en önemli motiflerinden biri olan minyatür temel alınarak sinemamızda farklı bir anlatım dili deneniyor. Bu Türk sinemasının kendi kültür değerleri ile barışmasından daha çok, geç kalınmış bir tanışma olarak ortaya çıkıyor. Cenneti Beklerken, Osmanlı süsleme sanatları olan minyatür, hat ve tezhip sanatlarının ( ki hepsi film içinde çeşitli biçimlerde karşımıza çıktılar ) zenginliğini hatırlatması ve yerinde kullanılınca ortaya koyduğu estetik değerleri göstermesi açısından önemli bir görev üstleniyor. Çağdaş sanatın günümüzde geleneksel sanatlardan beslenip farklı disiplinlerin bir arada olabileceğini ispatlaması açısından önem taşıyor.
Günümüzde değişik ülke sinemalarının kendi kültürel alt yapıları ve geçmişlerinden yola çıkarak yaptıkları filmler, dünya sinemalarında haklı olarak yer almalarına neden olmuştur. Bugün kişilikli bir Japon, Çin, İran ve son dönem Kore sinemasından söz ediyorsak bunun altındaki temel neden budur. Umarım Cenneti Beklerken, Türk sinemacılarına ilham verip ufuklarını genişletebilecek, özgün bir sinema dili oluşturulmasında referans alınacak bir film olur.
Cenneti Beklerken, konusunun yalınlığına, senaryodan taşınan küçük kusurlarına rağmen son yıllarda çekilen filmler arasında özel bir yerde olacaktır. Görüntünün ve müziğin iyi ve doğru oyunculukla bütünleştiği Cenneti Beklerken, seyirciye güzel bir seyirlik olmanın ötesinde zengin bir okuma alanı sunacaktır.
Şimdi yazacağımın konumuzla ilgisi yok ama eminim yerine ulaşır.
Bana bir film borçlusun Derviş usta!.. (Hasan Hüseyin KARABAĞ )





Yayın Tarihi : 22 Ocak 2007 Pazartesi 22:42:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?