15
Mayıs
2024
Çarşamba
KÜLTÜR/SANAT

Cenneti beklerken Cenneti aramak

17. yüzyılda İstanbul’da yaşayan bir minyatür ustası olan Eflâtun efendi, çocukken Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinden devşirilen bir “Devşirme”dir. Eşini ve oğlunu kaybedeli çok olmamıştır. Eflatun, yasak olmasına rağmen en sevdiği iki kişinin suretlerini cesetlerine bakarak Batılı tarzda resmeder..
Osmanlı Devleti’nin Doğu vilayetlerinden birinde bir isyan çıkmıştır. Bu isyanın lideri Şehzade Danyal yakalanmış ve hakkında ölüm fermanı verilmiştir. Eflâtun’dan idam edilecek şehzadenin kimliğinden emin olabilmek için isyancının ölmeden önce Batılı tarzda bir portresini yapması istenmektedir. İnfaz sonrası Batılı tarzda yapılmış resim ve bal dolu bir torba içine konulan Şehzadenin kellesi bozulmadan İstanbul’a ulaştırılmalıdır. Öldürülen ve kellesi kesilen kişinin bir olduğu, bu sayede doğrulanacaktır.

Bu filmin ben de özel bir yeri var. Film içinde aynaların kullanımıyla oluşturulan metafor etkisi hayal perdesi ile verilecek ve geçişler, adı yine “ayna” olan hayal perdesi ile yapılacaktı. Ancak dönüşümü sağlayacak aynada bir metafor olmadı ve filmde gerçek aynalar kullanıldı. Bu arada olan bana oldu. Derviş Zaim’le konuşup anlaşan ben üç ay sakalla gezmek zorunda kaldım. Gelişen şartlar gereği yönetmen tercihi ile senaryoda var olan hayal perdesi sahneleri çıkarıldı.
Bunu geçip filme dönersem, senaryoyu ilk okuduğumda da aynı duyguyu yaşamıştım, bilenler bilir... Joseph Kessel’in Atlılar adlı bir romanı vardır. Bu kitap filme çekildiğinde başrolünü Ömer Şerif oynamıştı. Afganistan’ın bizdeki cirit oyununa benzeyen savaş oyunu buzkaşi anlatılıyordu Atlılar’da. Romanın güçlü karakterleri filmde de aynı güçlü etkiyi veriyorlardı. Öfkeleri, kıskançlıkları, nefretleri yoğundu. Güçlü olduklarını sürekli kanıtlamak ihtiyacındaydılar. Tüm bu frenleyemedikleri şeref, cesaret, gurur gibi tutkuları içinde huzursuzdurlar, yalnızdırlar. Karakterlerin insan yüreğinin bir yerlerinden şöyle bir ses duyuluyordu gizliden gizliye; “Kendi postu içinde yalnızlıktan boğulup kalmak istemeyen herkes kendini bir başkası için gerekli hissetmek ister. İnsan bazen korumak bazen de sığınmak ister.”

Yolculukta kullanılan müzik ve görüntülerin birbirleri ile uyumu ve sunulan güzel manzaralar, farklı kamera açıları, atlıların sularda yansıyan görüntüleri film içindeki gerçek ve hayal duygusuna göndermeler yaparken, seyirciye Anadolu’nun zenginliklerini izlettirdi.

Filmin başkarakterlerinden Osman ve adamlarının kullandığı silahların, özellikle kılıçların turistik olması etkiyi azaltan etkenlerden. Osman’ın elindeki gerili yayla ilerleyip yayı boşalttığı sahnede hedef görmeden boşa attığı o kadar belli ki... Bu filmde oyunculuğunu çok beğendiğim Mesut Akusta’nın bir iki küçük hatasından biri olarak dikkatimi çekti.

İlk gelinen kervansarayda dikkatimi çeken noktalar arasında ilki; çatıda bekleyen eli mızraklı çerilerdi. Orada dikilip duracakları söylenen çeriler hazır olda beklemekte, rahat hareket etmemekteydiler. İkincisi ve en aklıma takılanı gıcırdayan tahta oda kapısı idi. Açık kapı sürekli rezesi etrafında dönüp gıcırdarken yine aynı açık kapı Eflatun’un çağırılışında vurulunca han kapısı gibi efekt verdi. Dışarı çıktığımızda Osman’ın boğazına bıçak dayadığı kişinin durumu ve kavga sahnelerindeki acemilik bu bölümün biraz atlandığını gösterdi. Zaten kalabalık sahnelerdeki ayrıntı olamayacak kadar güçlü ayrıntılar sinemamızda hep atlanır olagelmiştir nedense...
Yine Şehzade Danyal’ın tutulduğu varsayılan ( çünkü tutulan Şehzade Yakup’tu ) kervansaraya girişte Osman’ın atının yularının atın ayağına takılması ve bunun hiçbir oyuncu ya da figürasyon tarafından düzeltilmemesi gözümden kaçmadı. Atın ayağına dolanan yular atın sakatlanmasına yol açabilirdi. Bu, tıpkı yokuşta bırakılan aracın frenini çekmek gibi o dönemin gündelik bir davranışıydı ve yapılmaması beni rahatsız etti.
Filmin hikâyesi Osmanlıyı hayli uğraştıran Düzmece Mustafa hikâyesini çok andırıyor ama kesin bir şey söylemeden geçiyor.

Bu dönem, dönem olarak III. Murad, III. Mehmet dönemi sezinlendiriliyor. Ancak ilginç olan dış bağlantılı Şehzadenin üzerindeki İspanyol etkisi. Kendi adı Danyal – Daniel, oğlu Yakup –Jacop kökeninden geliyor. Annenin adı ise Dulcina. Ve film içindeki kültür atlaması, Diego Velazquez’in “Las Meninas – Nedimeler” tablosunun ortaya çıkması ile başkalaşıyor. Yine de burada senaryodan kaynaklanan soluk bir söylem vardı. Şehzade Danyal’ın Papazlar tarafından kışkırtıldığına, davet edildiğine dair bir iki cümle Şehzade Yakup’un ve isyancı liderinin cılız söylemlerinde yitip gitti.  ( Hasan Hüseyin KARABAĞ ) 
Yayın Tarihi : 12 Ocak 2007 Cuma 18:11:21
Güncelleme :12 Ocak 2007 Cuma 18:13:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?