18
Mayıs
2024
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

Seydişehir'de sonbaharın arkasından gelen kış

          Bir sonbahar ayıydı. Küçük bir dağ köyündeydim. Köyün manzarası o kadar mazmundu ki, insanın maneviyat değerlerini, en üst safhalara çıkarıyordu. Köyü sarıp sarmalayan orman sık ve gürdü, adeta birbirlerini kucaklıyorlardı. Birbirlerine sanki destek oluyorlarmış gibiydiler, hayatta. Bense, onlardaki bu güçlü bağı, küçük bir evin penceresinden bakarak anlamaya çalışıyordum. Ne derece aklım alsa da.

          Sigaramdan derin bir nefes çektim, sankidumanını hiç bırakmak istemezcesine, ciğerlerimi yok etmek istercesine, çünkü karşımda ki manzara, yüreğimi parçalıyor, gözlerimi dağlıyordu. Küçük, benzi sararmış bir yaprağın hayat mücadelesi beni epeyce hüzünlendirmiş, gözlerim dolmuştu. Nedendir bilinmez, o yaprağı küçük bir çocuğa, bir yavrucağa benzetmiştim.

          Rüzgâr tüm gücüyle esmekteydi. Kararlıydı yaprağın canını almaya, yapraksa yaşamak istiyordu, direniyordu tüm gücüyle. İdeallerine daha ulaşamamış, hayatı tam anlamıyla öğrenememiş, daha da önemlisi fani hayattan tat alamamıştı doyasıya. Lanet olsun! Ömaten korkuyordu yavrucak.

          Azrail, daha da kuvvetli esmeye başladı, alabildiğine hızlı, alabildiğine muaccel. Yaprak ise, artık gücünün son demlerindeydi. Dayanamıyordu, hayata sıkı sıkıya sarılamıyordu. Son kez dönür baktı duayeni ağaca, "Elveda Anne" dercesine.

         Acımasız rüzgâr, kesmişti artık tüm hayat bağlarını yaprağın. Ruhunu teslim etmişti gayrı yaprak. Rüzgâr, işini yapmanın sevinciyle bir o yana, bir bu yana savurdu yaprağı, sonra diğer kardeşlerinin yanına bıraktı, cansız bedenini. Birden bir iniltidir koptu. Bu duruma dayanama-yan ağaç, bir yandan ağlıyor, bir yandan feryatlar yakıyordu yavrusunun ardından. Yavrusunu kaybetmenin hicranı dokunmuştu besbelli. Ne de olsa bir anneydi o' da. O ki, elleriyle besle-miş, büyütmüştü yavrusunu. Bu zamansız gelen ölümü hazmedemezdi, gel gelelim elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ne kadar da acımasızdı, hayat.

         Kızmıştı rüzgâra ağaç, hem de çok kızmıştı. yüzünden acısı ve öfkesi okunuyordu. Şimdi daha da doğrulmuştu ağaç, gökyüzüne doğru. Dallarını hızlı hızlı, kuvvetli kuvvetli sallamaya başladı. O dallar, sanki birer kol, birer eldi de, yavrusunun katilini döverek, öcünü almak istiyordu.

         Son bir sigara daha yaktım. Bu serüven etkilemişti beni. Göz yaşlarım içime aktı aktı. Yüreğim sancıyor, ciğerim sızlıyordu. Aşağılık bir dram, film gibi oynamıştı gözlerimin önünde. Can pazarlığının çekişmesine tanık olmuştum.

         Bu gün düşünüyorum da, ölümün ne zaman geleceği meçhul. Ne zaman kapıyı çalacağı. Hayır hayır biliyorum aslında, ölümle bir randevum olduğunu. Kayıtsız değilim bu gerçekliğe. Ne var ki hayat, o kadar tatlı ki, vezgeçilmek istenilmiyor kendisinden.

 

Ama gitmek gerek bazen,

Acının kavurduğu rüzgârdan,

Ardına bakmadan gitmek gerek bazen.

Seni beklemeyen sabahlara aldırmadan,

Bekleyeni, bekletme.

Ölümün de, bir vuslatı vardır.

Yayın Tarihi : 11 Mayıs 2004 Salı 20:44:51
Güncelleme :17 Ağustos 2005 Çarşamba 18:37:08


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?