14
Mayıs
2025
Çarşamba
ANASAYFA

Kentlerin Kimliği (V)

Kalkınmakta olan ülkelerde ve de bizde, günümüzün değişen ekonomik koşulları nedeni ile kırsal kesimden kentlere olan göçlerle kent nüfusunda aşırı artışlar yaşanmaktadır. Tarım araçlarının gelişimi ile kırsal kesimde rençber istihdamının azalması, buna karşın kentlerde ticaret, sanayi ve hizmet sektöründe işçi talebinin artışı sürdükçe bu göçler devam edecektir.

Gelişmiş ülkelerde kırsal nüfus oranı % 5’lere kadar düştü. (Bizde bu oran % 33 mertebesindedir.) Göçlerle oluşan aşırı nüfus artışları, kentlerde sağlıksız yapı toplulukları oluşturdu. Çarpık yerleşme ve ilkel inşaat teknikleri ile üretilen yapılar, düzensizliği, alt yapılarının yetersizliği ve depremlere dayanıksızlıkları yanında sosyal dengesizlikler yaratması ile de yönetimlerce çözülmesi gereken önemli problemler yumağı haline geldiler. Kentsel dönüşüm projeleri, ekonomik destekli yasalarla çözülmediği ve yeni kentliye kentlilik bilinci verilmediği sürece sorun devam edecektir.

Hava ulaşımındaki devrim, tüm dünya metropollerini yakın komşu durumuna getirdi. Havalimanı terminalleri kentlerin yeni kapısı oldu. Kentler arası ekonomi, turizm, spor, sanat ve kültür faaliyetleri, uluslararası ilişkiler boyutuna ulaştı. Ülkelerin bu ilişkilere ayak uydurabilmesi, kentlerde uygar yaşamın engelsiz sürdürülebilmesi, planlamada işlevlerin doğru yerlere yerleştirilmesi ve organize edilmesi ile doğru orantılıdır. Ancak terör eylemleri sürdükçe, dünya barışı sağlanmadıkça yapılan planlamalar kentin ve kentlinin huzurunu sağlayamayacaktır.

Uluslar arası ilişkilerin artışı ile kent kimliklerini belirleyen değişik istatistikler gündeme gelmeye başladı. Örneğin, en fazla uçağın inip kalktığı kent, 12 bin uçuşla New York; en kalabalık kent, 34 milyon nüfusla Tokyo; en çok senfoni orkestrası olan kent, yedi orkestra ile Moskova; … gibi karşılaştırmalar yapılmaktadır. Bu karşılaştırmalarda Londra başı çekmektedir. Londra, müzelerinde en fazla kültür mirası bulunduran, en uzun metro hattına sahip olan, 300 dille en fazla yabancı dil konuşulan kent olarak tanıtılmaktadır.

Biraz da yurdumuz kentlerinin kimlikleri üzerinde bir fikir jimnastiği yapalım: Bursa, eski haliyle Osmanlı eserleri, yeşili, ipekçiliği ile anılırken şimdilerde otomotiv endüstrisi ile anılır oldu. Konya, Mevlâna Türbesi, sema gösterileri ile bir dini merkez kimliğinde. Edirne, Selimiye Camii ile büyük bir kimlik kazanmış. İzmir, göç almasına rağmen ülkenin en uygar ve en batılı yaşam kenti. Divriği, Karabük’e demir cevheri gönderen kent olarak anılırken artık muhteşem Ulu Camii ile anılıyor. Mardin, yerleşim özelliği ve taş yapıları; Diyarbakır, surları ile birer mimarlık mirasımız. Antalya, son yıllarda kitle turizmi ile dünya çapında bir kimlik kazandı.

Bir de halkın kentlere uygun gördüğü kimlikler var: Adana, kebabı ile; Gaziantep, baklavası ile; Balıkesir, höşmerimi ile; Afyonkarahisar kaymağı ile; Erzurum dadaşları ile; Aydın efeleri ile anılıyor. Görülüyor ki halkımız, kent kimlikleri tanımında kentlerin mimarlık miraslarından ziyade yiyecek ve hamaset üzerinde yoğunlaşıyor.

Ankara’nın, bizler için manevi bir kimliği vardır. Cumhuriyetimizin başkentidir. Simgesi Anıt-Kabir’dir; her halde Osmanlı taklidi Kocatepe Camii değildir; görgüsüz Estergon Kalesi hiç değildir. Ben İzmir doğumlu ve İstanbul kökenli olmama karşın, Ankara’ya gidince heyecanlanır, son yıllarda her ne kadar kimliğini bozmaya çalışsalar da Cumhuriyeti ve devrimleri içimde hissederim. Yahya Kemal’e de hiç hak vermem.

Kızılay’da, trafik karmaşası içinde kaybolan, günden güne küçülen parkı ve ‘Türk! Öğün, Çalış, Güven Anıtı’nı arar, bulurum. Gözlerim eski Kızılay binasını arar, yeni yapılan binayı içime sindiremem. Orhan Veli’nin ‘.. /Mektuplar gelir adreslerine: /Şen Yuva Apartmanı, bodrum katı, /Kutu gibi bir dairede otururlar, /... /Kızılay Bahçesine gidilir sabahları; /Kumda oynasın diye küçük Yılmaz, /Kibar çocukları gibi.’ şiirini mırıldanırım. Sıhhiye Meydanı’ndaki Hitit anıtı, Vedat Dalokay’ı hayırla anmama vesile olur. Ama insanların serbestçe dolaştığı, çevresi kültür yapıları ile çevrelenmiş bir meydan bulamamamın da üzüntüsünü çekerim.

Peki, İstanbul’un kimliği nedir?

Tabii ki İstanbul, üç büyük imparatorluğun bıraktığı kültür ve mimarlık mirasıdır.

Gel gelelim bu günkü iktidar, İstanbul’a ticaret ve finans merkezi kimliği vermek için çaba harcıyor. Bir kentin ulusal ve uluslar arası ticaret ve finans merkezi olabilmesi, büyük ofisler, gökdelenler, Merkez Bankası ve diğer bankacılık sektörünü bir araya toplayan imar planları ile gerçekleşmez. Gerçekleşme, ekonomik kural ve koşulların o kent lehine işleyebilmesi ile oluşur.

Bir ara İstanbul’a kimlik kazandıracağı iddiası ile Hayırsız Ada’ya devasa Mevlâna heykeli, Haydarpaşa Mendireği üzerine Fatih Sultan Mehmet heykeli dikmek gibi ‘kel alâka’ garabetlerden söz ediliyordu.

Bilmiyorlar mı ki İstanbul’un kimliği, Bizans surları, Aya Sofya, Süleymaniye, Sultanahmet ve diğer camileri, Topkapı Sarayı, Anadolu ve Rumeli Hisarları, Kız Kulesi, Galata Kulesi, sarayları, Yenikapı buluntuları ve daha birçok dünya mirası eserleridir.

Çeşitli kültürlerin bıraktığı birikimidir. Edebi, edebiyatı, güzelim dili, dost insanlarıdır.

Kapalıçarşı’sı, Mahmutpaşa’sı, Balık Pazarı ve cıvıl cıvıl kaynayan çarşılarıdır. Gece – gündüz dinmeyen enerjik yaşamıdır.

Eşsiz siluetidir. Boğaz’ı, Haliç’i, Adalar’ı ve diğer doğal güzellikleridir.

‘Yine bir gül nihâl aldı bu gönlümü’, ‘Şehnaz Longa’ şarkılarıdır. ‘Lüküs Hayat’ operetidir.

Kumrusu, martısı, tekir, sarman kedileri; erguvanı, çınarı, servisi, lâlesidir.

Rakısı, favası, uskumru dolması, imambayıldısı, hünkâr beğendisidir.

Hatta ne derseniz deyin, Boğaz köprüleridir. İstanbul, bütün bunların bileşimidir.

‘2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti’ seçilmesi boşuna değildir.
 

Yayın Tarihi : 15 Şubat 2009 Pazar 00:36:59
Güncelleme :15 Şubat 2009 Pazar 00:41:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?