4
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun

Yârim İstanbul’u mesken mi tut’tuun, ammaan,
Gördün güüzeel’leeri beeniii unuuttun amman.

Bu güzel türkü, 1950’lerden sonra gelişme gösteren kırsal kesimden kentlere, özellikle ’’taşı toprağı altın’’ İstanbul’a göçü konu alan bir Kayseri türküsü. Burada dile getirilen göç olayı, Orhan Kemal romanlarına konu olan, bugün de geçerliliğini sürdüren yoksul kırsal kesim insanlarının, örneğin Güneydoğu’dan Çukurova’ya pamuk hasadına gidip hasat sonu köylerine geri dönen ‘’mevsimlik işçi’’ olayından ayrı bir olaydır. Büyük kentlere, özellikle İstanbul’a devamlı çalışma ve yerleşme amacıyla göç edenlerden söz ediyorum. ‘’İstanbul’u mesken tutan’’ bu göçmenler, büyük oranda boşalmış olan köylerine bir daha kolay kolay geri dönmek istemezler. Sadece cebi para görenler, bir süre sonra ailelerini aldırır ve yasak savma kabîlinden de olsa köylerine kurban kesmeye ve dedenin elini öpmeye gider ve de bir an evvel kente dönmeye bakarlar.

Zaten ‘’doğduğun yer değil, doyduğun yer’’ ilkesi, tarihimiz boyunca alın yazımız olmuştur.

Kitlesel göç nasıl başladı?

1950’lerde başlayan liberal politikalar paralelinde oluşan tarımda makineleşme, tarım işçisi istihdamını düşürmüş, buna karşın büyük kentlerde, özellikle İstanbul ve çevresinde gelişen sanayi tesislerindeki işçi talebi göç olayını hızlandırmıştır. Sanayi hamlesi ardından gelen yan sanayi ve inşaat sektöründe canlanma ve de hizmet sektöründe artan talep, göçlerin daha da katlanarak büyümesine neden olmuştur.

Bir söz vardır. ‘’Efendim, sanayi yerleşimleri niçin İstanbul ve çevresini (Kocaeli ve Bursa) seçti, buna niçin mâni olunmadı? Bu gibi tesislere Anadolu’da teşvik verilse idi, İstanbul’a bu kadar yığılma söz konusu olabilir miydi?’’

İyi de bu dediğiniz ancak devletçi politikalarda geçerlidir. Devletçilik, halkı ön plana alır, kâr faktörü daha sonra gelir. Liberal politikalar ise kâr faktörünü öne alır. Özel sektörün, sanayi tesisi kurması için, ham madde temini ve mâmûl madde ihracını kara, deniz, demir, hava yolları ile, imalât safhasında en bol ve çeşitli enerjiyi ve en ucuz emeği temin ettiği, finans kaynaklarıyla en yakın ilişkiye girebildiği büyük şehirleri, özellikle İstanbul ve çevresini seçmesinden daha doğal bir şey var mıydı?

Pamuğun yetişmediği yere bez fabrikası, demir cevherinin ve kömürün yanına değil de taşıma ile işleneceği sapa yere demir-çelik tesisleri kurmak, ancak devlet babanın yapabileceği fedakârlıklardır. Bu gibi yatırımlar, bölge bazında istihdam yaratır, çevre ekonomisine katkı sağlar ama yüksek mâliyetleriyle hiçbir zaman dünya rekabetine açılamaz.

Göçler sonucu oluşan nüfus profili

1927 yılı nüfus sayımına göre Türkiye nüfusu 10 milyon 127 bin kişi idi. 2013 yılı nüfusu 76 milyon 667 bin olarak hesaplanmış. Yine 1927 yılı nüfus sayımına göre İstanbul nüfusu 704 bin kişi idi. 2013 yılında İstanbul nüfusu 14 milyon 160 bin kişi olmuş. Bu demektir ki 86 yılda Türkiye nüfusu 7,6 misli, buna mukabil İstanbul nüfusu 21 misli artmış.

İşte bu rakamlar, hesaba kitaba sığmayan müthiş göç olgusunu gösteriyor. Yine istatistiklere göre İstanbul’a en çok göç veren il Sivas; daha sonra Kastamonu, Trabzon, Ardahan, … olarak sıralanıyor. İstanbul’daki Sivaslılar, çoğunlukla Üsküdar, Şişli, Sarıyer, Kâğıthane, Bağcılar ilçelerini; Kastamonulular, Fatih ve Bayrampaşa ilçelerini, Trabzon, Ordu, Giresun, Samsun, Rizeliler, Güngören, Eyüp, Ümraniye, Beykoz, Maltepe ilçelerini, Mardinliler ise Eminönü semtini ikamet yeri olarak seçmişler.

İstanbul nüfusunun 3’te 2’si İstanbul dışında doğmuş kişilerden oluşuyor. Ne var ki İstanbul dışı doğumlu kişilerin çocukları, çoğunlukla İstanbul’da doğduklarına göre bu oran bir süre sonra İstanbul doğumlular lehine gelişme gösterecektir. Keza ilk göçlerde erkek nüfus çoğunlukta iken bu fark da kapanmaya başlamıştır. Tabii ki burada önemli olan atalarından gelen aile geleneklerini muhafaza etmekle beraber, kent kültürüne uyum sağlayabilmeleridir.

İstanbul, onlara kırsal kesimdeki yoksulluk ve yoksunluklarına nazaran, genellikle inşaat ve imalât sanayiinde, satış işlerinde, ulaştırma ve hizmet sektöründe çalışma olanakları ve daha iyi yaşam koşulları sağlayabilmektedir.

İlk kitlesel göç dalgasının yaşandığı yıllardan bu yana İstanbul, üç göbek nesil gördü. Birinci göbek, inşaat ve sanayi emekçisi ve ticarî işler hamalı bir nesildi. İkinci göbek, girişimci oldu, sınai üretim ve inşaat ve de küçük çaplı ticaret alanlarında söz sahibi olabildiler. Üçüncü göbekten büyük iş adamları çıktı. Günümüzün genç nesli ise kırsal kesimde bulamayacakları kültür ortamına İstanbul’da kavuşma olanağına kavuşmuş oldu.

İstanbul kenti göçlerle ne kaybetti, ne kazandı?

Şüphesiz ki İstanbul kentinin, iç göçler nedeniyle kaybettikleri kadar kazandıkları da vardır.

Kent göçlerle ne kaybetti?

Kentin en belirgin kaybı gecekondulaşma olayıdır.

Göç olgusundan evvel İstanbul’un Batı yakası Suriçi ve sur dışında Bakırköy, Yeşilköy’de sonlanır; Kuzey yakasında Kasımpaşa, Galata, Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş’tan Sarıyer’e kadar Boğaziçi köyleri; Anadolu yakasında Kadıköy, Kartal, Adalar ve Üsküdar’dan Beykoz’a kadar Boğaziçi köyleri uzanırdı. Bu yerleşimler dışında yemyeşil mesire yerleri, plajlar ve yazlık köşkler dikkati çekerdi.

Göçlerden sonra bu ‘’Güzel İstanbul’’ elden çıktı. Gültepe, Kuştepe, Sanayi, Zeytinburnu, Güngören, Esenler, Bağcılar, Avcılar ve daha pek çok Hazine arazisi gecekondu ve kaçak yapılar tarafından işgal edildi. İlk dönemlerdeki bahçelerine sebze dikilen, hayvan beslenen ve de gözü fazla rahatsız etmeyen köy tipi gecekondular, politik nedenlerle çıkan imar afları ve tapu dağıtımları ile hukuken yerleşik nizam vasfı kazandı ve İstanbul’un 3’te 2’si kaçak yapılaşma, betonlaşma ve kat ilâveleri ile çirkin, çürük ve sağlıksız yapılar topluluğuna dönüştü.

Eskiden beri var olan münferit göçlerle gelenler, kent yaşamına ve İstanbul âdâbına kolay uyum sağlayabilmişlerdi. Kitlesel göçlerle gelenler ise, hemşeri dayanışması ile belli bölgelere topluca yerleştiler. Bu gibi grupların içe dönük yaşam biçimleri ve kırsal bölge alışkanlıkları kentte de devam etti. Ne var ki kırsal kesim alışkanlıklarının kolay terk edilemeyeceğini kabul etmek, kent yaşamına uyum sağlamalarında yaşanan zorlukları normal karşılamak, bu arada atadan gelen geleneklerine de saygı duymak gerekir. Bilir misiniz ki İstanbul’a yerleşenlerin –ki her halde çoğunluğu kadındır- yüzde 11,5’i Boğaziçi’ni, yüzde 17’si Adalar’ı hiç görmemiş; denizi geldikleri otobüsün camından görmüşlerdir. Buna karşın, sahip olmayı ihmal etmedikleri TV, cep telefonu, internet gibi elektronik teknoloji araçları, kentleşmeyi ve kent âdâbını benimsemeyi hızlandıran faktörler olmaktadır.

Kent göçlerle ne kazandı?

Birçok İstanbullunun menfi kanaatlerinin aksine, Anadolu göçlerinin İstanbul’a çok şeyler kazandırdığına inanıyorum.

Sultan II. Abdülhamid’in despot yönetiminden sinmiş Osmanlı İstanbullusu, riayetkâr, ‘’evet efendim, sepet efendim’’ci, Bab-ı Âli’yi en yüksek makam gören, orada ‘’salla başını, al maaşını’’ çalışmaya can atan, girişimcilikten uzak bir aile yapısı çizerdi. Osmanlı ekonomisini canlı tutanlar, genelde girişimci azınlık mensuplarıydı.

Cumhuriyet’in azınlıklara uyguladığı çeşitli baskılar, mülklere el koymalar, 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs politikası nedeniyle ülkeden kovmalar sonucu sermaye el değiştirmeye başladı. Göçlerle gelen Anadolu insanının küçük çapta da olsa girişimciliği, daha sonra piyasaya yerleşen ‘’Anadolu Kaplanları’’, ekonomik boşluğu doldurdu. Bu girişimciler memleketlerinde kalsalardı tarım emekçisi, bilemediniz tarım ağası olacaklardı. İstanbul’un onlara verdiği olanaklar, içlerinde var olan cevheri ortaya çıkardı, İstanbul ekonomisine canlılık verdi.

Göçler, sadece İstanbul’un ekonomik dünyasına değil, sanat dünyasına da değerler armağan etmiştir. Bir örnek vereyim. Batman-Garzan doğumlu Ahmet Güneştekin, Beyoğlu’nda kurduğu atölyede kendi kendini yetiştirmiş, bugün ABD’de açtığı sergilerle dünya resim piyasasının en önemli ressamlarından biri olmuştur.

Şanlıurfa’da, bir mağarada dünyaya gelmiş İbrahim Tatlıses -beğenirsiniz veya beğenmezsiniz- ününü Türkiye dışına da, Ortadoğu’ya, Yunanistan’a yaymış sanatçımızdır.

Keza İstanbul, Anadolu mutfağını ve kebap kültürünü göçler sonrası tanımıştır.

Yukarıda kente göç eden, yerleşen ve gelişen üç göbek aileden söz etmiştim. Bunun birçok örneğini çevremizde görüyoruz. Burada yakından tanıdığımız, baba dostu bir aileyi isim vermeden anlatmak istiyorum. Bu saygıdeğer insanların dedesi Afyonkarahisar’ın bir köyünden İstanbul’a göç ediyor. Evvelâ zahire ticareti ile girişimciliğe adım atıyor. Daha sonra demir ticareti yapan bir şirket kuruyor. İkinci kuşak, sanayi sektöründe başarılı üretimlere imza atıyor. Üçüncü kuşak holdingleşiyor, aynı zamanda İstanbul’un, dolayısıyla Türkiye’nin kültürüne katkıda bulunmaya soyunuyor. Filarmoni Orkestrası kuruyor ve yaşatıyor. Arkeolojik değerler konusunda yayınlara başlıyor. Birçok konuda kültürümüze katkıda bulunmaya devam ediyor.

Şimdi sizlere soruyorum. Anadolu kökenlilerin göçlerle gelerek İstanbul ortamında gelişme göstermeleri, kendileri kadar İstanbul kenti için de kazanç sayılmaz mı?


yerguvenc@gmail.com  

 

Yayın Tarihi : 4 Şubat 2014 Salı 11:47:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Yılmaz Ergüvenç IP: 85.107.16.xxx Tarih : 4.02.2014 15:40:42

NOT: Sehven bir husus belirtilmemiş. Harita www.renklisistem.com kaynaklıdır.


yasar ertas IP: 5.61.150.xxx Tarih : 7.02.2014 16:29:34

Memketimde göcler konusu Zevlesi cikmis boyunduruktan kurtulan öküzün kurtulmasi ile hem öküzün hem arabanin nereye gidecegi kontrolsüz serbest kalarak bir yerlere gitmesidir. Zaten Göc atalarimizdan kalan bir huy bir mirastir.Eski zamanlarda kimse kimseye sormadan habire göc edermis .Zaman simdiki zamana gelmis bu huy hep devam etmistir.Hala isteyen istedigi yere göc eder.Ne yasalari ne kurallari ne yasalari uygulayacak ne kurallari uygulacak kisler vardir. Birde bakarsinizki Karma karisik bir göc olur bu göctede surasi iyi göc yeridir duyulur duyan oraya gelirde gelir. Kural ve kaideler calismazmi her kafadan bir ses cikarGelinen yerde yerlikten cikar gelenlerde geldiklerinden pismanlik duyarlar. ÖRNEK MEMLEKETTE; Bir zamanlar bir sehre isci vs.gerk duyulus baslar yasalar kurallar koymus Her kimki biraya baska sehirden gecekse.1-kazanclarinin %15 orani fazladan para verilecek denmis 2-Is yeri Hazir denmis3-tasinma parasi vs ödenecek denmis.vs. bu sehire göc baslamis. plan prensipte hesap kitab dolmus, bu madeler kaldirilmis.Gün gelmis fazlalik olmus bu fazlaliktan tersi bir kural kaide cikarilmis kim terk edecekse bu bu sartlar var demis.Mesela bu fabrika buradan baska sehre tasinacak demis isteyen gelir gelmeyen cikisini tazminatini alir. Bir ileri iki geri denge saglanmismi saglanmis NOT: Tabiki bu örnekte bas kural ve kaideliri örnek göstermisimdir. Bunun diger kaideleri sira sira var ve uygulanmistir.