30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

2008 Olimpiyatları ve Çin (I)


Olimpiyat yazıma bir senaryo üreterek başlamak istiyorum:

Tanrılar Tanrısı Zeus onuruna düzenlenen Olympia’daki spor yarışmaları, İsa’dan 776 yıl önceden beri yapılıyordu. İlk yarışmaların üzerinden 350 yıl geçmiş, Atina Perikles’in demokratik yönetimi altında altın yıllarına ulaşmıştı. Heredotos’un tarih, Protagoras’ın, Sokrates’in felsefe öğretileri, Sophokles’in, Euripides’in tragedyaları yanında, Akropol’de Tanrıça Athena’nın arkasında yükselen, mimaride geometrik oranların şahikasına ulaşmış Parthenon’a Phidias’ın heykeller yonttuğu, Hippodamus’un kentler planladığı uygarlık dünyasında sporun da, sporcunun da ön planda ve saygınlıkta olmasından daha doğal ne olabilirdi ki?

Xsanthipos, Atinalı iyi bir aileden gelen 16 yaşında, Apollon gibi güzel, Herakles gibi kuvvetli, tüvânâ bir delikanlı idi. Disk atışındaki yeteneği ‘hellonadikas’ın gözünden kaçmadı; ailesini ikna ederek onu Elis Gymnasion’una yazdırdı. Delikanlı iki yıl boyunca öğrenim gördüğü bu okuldaki zorlu antrenmanlardan sonra yarışmalara girmeye hak kazandı. O yıl yapılan Olympia’daki yarışmada artık şampiyon bir ‘discobol’du. Perikles, onu locasında kabul etti; zeytindalı taç ile onurlandırdı. O yıl, Dionysos da Atinalılara çok mükrim davranmıştı. Prytaneion’daki şölende yendi, içildi; tüm şampiyonlar gönüllerince eğlendi. Xsanthipos, artık toplum içinde herkesin sevdiği ve saydığı bir insandı. Agora’da dolaştığı zamanlar Atina’nın en güzel kızları etrafını alır, sarmal pelerini içindeki atletik vücudunu süzer, ona defne dalları ile örülmüş taçlar sunarlardı. Hayalindeki mutluluk denizinin enginlerinde, Poseidon’a yaklaştığı bir gün, sanki 7 kat gök yarılmışçasına çakan şimşeklerin, düşen yıldırımların içinde kaldı ve kendini ölüler ilâhı Hades’in huzurunda buldu. Hera’nın hizmetli kızları onu Olimpos Dağı’nın eteklerinde karşıladılar. Dağın zirvesinde, Tanrılar Tanrısı Zeus’un huzuruna çıkardılar. Zeus:

‘’Oğlum, sen artık ulu bir ruhsun. Delphi’deki kâhinlerime kulak ver: Bin yıllar boyunca ‘discobol’ heykelinle ölümsüzleşeceksin. Ben de diyorum ki: Olimpiyat yarışmaları dünya durdukça yaşayacak. Örneğin, 2500 yıl sonra, Atina’dan çok, çok stadion’larca uzaklıktaki Çin denen ülkede bile Tanrı Herakles yine senin yanında olacak, sen yine disk atacak, yine şampiyon olacaksın.’’ Diye gürledi.

Acaba Tanrılar Tanrısı Zeus’un andığı bu Çin ülkesi nerede idi? Zeus ile ejderha kılıklı Gökler Tanrısı Şang-Ti tanışıyorlar mı idi? Hayır, tanışmıyorlardı. Çünkü İletişim Tanrısı Elektronikos henüz zuhur etmemişti.

Bu senaryo bir yana; Çin de ‘Antik Yunan’dan hiç de aşağı kalmayacak düzeyde bir uygarlık ülkesi idi. Tanrı mertebesindeki Konfiçyüs, İsa’dan 550 yıl önce devlet ve ahlâk felsefesini, Lao-Çe, evreni esas alan Tao felsefesini yayıyor, ilk kâğıt, ilk matbaa, ilk pusula, ilk barut yapılıyor, ipekçilikte, porselende, çinide, güzel sanatlarda, mimarlıkta ileri düzeyde bulunuyorlardı. O dönemdeki komşularının iştahını celbeden bu gelişimlerini Çin Seddi’ni yaparak talandan kurtarabilmişlerdi. Ancak Çin Seddi, denizden gelen talancıları, batılı emperyalistleri önleyemedi. Koskoca Çin sömürge durumuna düştü. Sömürge yaşamındaki Çin, batının ‘afyon politikası’ ile bilim ve sanat alanında yozlaştı. O güne kadar böylesine rezîlâne politika görülmemişti. Sun-Yat-Sen’in 1911’de başlattığı mücadele ile ‘uyuyan dev’ üzerindeki mahmurluğu atmaya başladı. Taa ki Rusya’nın Ekim 1917 sosyalist devrimi sonrasında, Marksizm’in Çin’e ulaşabilmesine kadar. İç savaşta batı yanlısı Çan-Kay-Şek mağlup olarak Formosa adasına çekildi. Mao Zedung 1949’da ‘Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu. Çin’in 7-8 yılı sosyalist ekonominin benimsenmesi ile geçti. Bir 10 yıl da ‘kültür devrimi’ başarısızlığı sürdü. Şunu da unutmamak gerekir ki, yönetim sistemlerinin değişiminde belli bir süre acılar yaşanır. Bu her zaman ve her yerde böyle olmuştur. 1980’lerden sonraki yeni iktidarla başlatılan reformla Çin, rejimini ve benliğini kaybetmeden kapitalist ekonomiye doğru açılım politikasını başlattı.

Deng Şiaoping, daha 1950’lerde ‘Kuş Yuvası’ diye adlandırdığı, kısıtlı da olsa arz-talep dengesine göre bireysel işletme ve ticarete cevaz veren bir planlama yapmıştı. Bu planı 40 yıl sonra hayata geçirmiş, 1990’lı yıllarda uyguladığı ‘Açık Kapı’ politikası ile hâlâ geçerli olan komünist rejimle beraber açık piyasa ekonomisini Çin’e sokmuştur. ‘Kuş Yuvası’ teorisi, kısaca ‘Yuvanın büyüklüğü, kuşların içinde serbestçe yaşayabilmesi ve de belirli yerlere uçabilmesi ile orantılı olmalı.’ Şeklinde ifade ediliyordu. İleride değineceğim, yeni inşa edilen büyük Olimpiyat Stadyumuna da ‘Kuş Yuvası’ isminin verilmesinde dünyaya açılımın ve bu ekonomik yaklaşım teorisinin payı olmalı.

Dünya ticaretine açılan ekonomi politikası ile ticaret ve sanayi alanında hummalı bir çalışma ortamı içine girilmiş, köyünde boş boş oturan, mevsiminde çiftçilik yapan milyonlarca köylü, kentlerde sanayi işçisi durumuna gelmiştir. ‘Adama balık verdim bir gün doydu, adama balık tutmasını öğrettim, her gün doydu.’ Şeklindeki Çin atasözünü burada bir kere daha hatırlayalım. Kentleşme olgusu, birçok yeni sanayi ve liman kentlerinin kurulmasını gerektirmiştir. Şöyle ki: 1949’da nüfusu 2 milyondan fazla 58 kent varken, 1970’te 193, 1995’te 640 yeni kent kurulmuş bulunmaktadır. Sadece 17 milyon nüfuslu Şanghay, 13 milyon nüfuslu Pekin gibi önemli merkezlerde değil, diğer kentlerde de ticari ofis ve genel hizmetlerde kullanılan toplam 10 bin gökdelen bulunduğunu söylersem, ekonomik gücün ne derece büyüdüğünü belki bir nebze anlatabilmiş olurum. Çin ekonomisi, son hamleleri ile dünyanın 4’üncü hızlı büyüyen ekonomisi oldu. % 9,9 mal üretim hızı ile de ABD’ye nal toplatmaya başladı.

Çin’de işleyen trenler saatte ortalama 245 kilometre hız yapıyor. Denemeleri tamamlanan ve uygulamaya geçilen ‘manyetik levitasyon’ teknolojisi ile bu hız saatte 500 kilometreye kadar çıkabiliyor. Bu teknolojide ray yok. Yol boyunca elektrik enerjisi ile beslenen manyetik bobinler var. Tren, altında oluşan manyetik yastıkla yoldan 15 santim havaya kalkıyor. Kendi bünyesindeki mıknatıslarla da yol alıyor. Sürtünmenin minimuma inmesi ile yüksek hız elde ediliyor. Bu modern proje karşısında bizim gerçekleştirmeye çalıştığımız ‘hızlı tren’ projemizin ne kadar zavallı kaldığını hatırlatmaya bilmem gerek var mı?

Çin, sivil havacılık alanında da büyük atılım yapmıştır. 2006’da 114 havalimanından 332 milyon yolcu taşınmış. 2010’da, 190 havalimanından 3 bin uçakla 500 milyon yolcu taşınacak ve bu konuda ABD’den sonra 2’nci büyük ülke durumuna gelecek.

Yalnız Çin’in başında bir belâ var: Tibet. Olimpiyat meşalesinin ülkeler çapında taşınması sırasında Tibetlilerin yaptıkları nümayiş ve engellemelerle bu belâya tanık olduk. Aslında Çin, Tibet’e evvelden beri hâmîlik yapıyor, zaman zaman da baskı uyguluyordu. Çin, Tibet’i 1950’de fiilen işgal etti. Komünist rejimde, 1960’ların kültür devrimi sırasında Budist manastırları tahrip edildi. Aslında tahribatı yapanlar Çinliler değil yerli komünist işbirlikçilerdi. Komünist rejimden önce Tibet yaşanacak yer değildi. Dalay Lama yönetiminde ülkede büyük çapta yoksulluk ve salgın hastalıklar vardı. Ortalama ömür 30 yıldı. Çin, Tibet’in ekonomik yapısına, altyapılarına, eğitim ve sağlık hizmetlerine büyük yatırım yaptı. Son yıllarda dine karşı da müsamaha göstermeye başladı. Bütün bunlara karşın, Amerikalıların Kızılderililere yaptıkları gibi, Tibetlileri de belirli gettolar içinde yaşamaya mecbur ettiklerine dair iddialar var. Ülke kaynıyor, haydutlar, çeteler Çinli göçmenleri öldürüyor; buna karşı Çin hükümeti çok şiddetli askeri tedbirler alıyor ve harekât yapıyor. Bu nedenlerde 2008 Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapacak Çin’e karşı, bazı demokratik ülkelerde protestolar ve oyunları boykot etme eğilimleri gelişiyor. Bu eğilimlerin sonucunu Ağustos ayında göreceğiz.

2008 Pekin Olimpiyatlarından bahsedelim derken galiba Çin’e çok yer ayırdım. Olimpiyat oyunları ‘Antik Yunan’da, MÖ 776 yılında Peloponez (Mora) yarımadasındaki Olympia’da başladı. Tanrılar Tanrısı Zeus’un eşi Tanrıça Hera adına yapılmış ‘templ’ın önünde meşale yakılır, Tanrıça Nike adına taşınarak stadyuma getirilirdi. Antik Yunan’ın inkırazı ile bu seremoni ve oyunlar unutuldu. Antik Yunan’dan ilham alan Rönesans döneminde dahi bu önemli spor karşılaşmaları dikkati çekmedi. Ancak XIX’uncu yüzyılın sonlarında tekrar gündeme geldi. Fransız Pierre de Coubertin oyunları yeniden tesis etti. Olimpiyat oyunlarının sembolü olan iç içe geçmiş 5 halka, 5 kıtayı temsil ederek oyunları dünya çapına yaymış oluyor. Oyunların sloganı, Lâtince ‘Cirtius, Altius, Fortius’ (Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü) olarak saptandı. İlk modern Olimpiyat yarışmaları 1896’da anayurdunda, Atina’da yapıldı. Bunu Fransa, ABD, İngiltere, İsveç, Belçika, Almanya, Finlandiya, Avustralya, İtalya, Japonya, Meksika, Kanada, Rusya, Güney Kore, İspanya ve diğer ülkeler takip etti. Sadece Birinci Dünya Savaşı’nda 1916’da, İkinci Dünya Savaşı’nda 1940 ve 1944’te yapılamadı. 2008 Olimpiyatları için İstanbul, Pekin, Osaka, Paris, Toronto aday oldu. Sonuçta Beijing (Pekin) kazandı. 2012 Olimpiyatları ise Londra’da yapılacak.

Pekin olimpiyatlarının yapılacağı mekânlara ait mimari proje ve inşaatlara ikinci yazımda devam edeceğim.

Yayın Tarihi : 12 Mayıs 2008 Pazartesi 13:06:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.241.150.xxx Tarih : 13.05.2008 18:49:56

Aman dostum! Mitologyada da bizleri kıskandırdın. İşte çok yönlü bakışlı bir meslek insanlığının başarısı. Nefis bir yazı kompozisyonu ve dolu dolu bilgiler.


Nazmi Öner IP: 85.99.157.xxx Tarih : 16.05.2008 10:02:08

Öncelikle yorumunuzla verdiğiniz desteğe teşekkür ederim. Yazınız insanlık tarihinin anafikri gibi geldi bana. Özgür düşüncenin, akıl ve bilimin egemen olduğu yerlerde ve zamanlarda insanlık hep ileri giderken, akıldan uzaklaşıp, içe kapanıp evinsiz içeriksiz tartışmalara, ayrımcılığa ve sidik yarışına dönen dönemlerde de yerine çakılı kaldığı görülmektedir. Çünkü insan aklıyla yol almaktadır. Akıl devre dışı kalınca; bağnaz, tutucu, bencil ve radikalleşerek gelişen, dışlayıcı kurnaz davranışlarla kuşatılan varlık artık insan olmaktan çıkmaktadır. İnsana, “Keşke olanak olsa da, geri dönüp biz de yaşasaydık o günleri” dedirtecek derecede güzel çizmiş olduğunuz, bu antik Yunan tablosunda akıl egemen ve tanrılar tutucu, bağnaz değil. Akılı destekliyor. Aynı akıl çağını aynı dönemlerde yaşayan Çin de, 20. yüzyılın ikinci yarısında, binlerce yıl sonra yeniden akla dönünce uyandı, kıpırdandı ama canlanması, bilimi ve teknolojiyi kullanmasından çok sahiplenmesi ve yaratıcılığına soyunmasıyla oldu diye düşünüyorum. Tibet ve benzeri ülkelerin ise akıl ve bilimle işi yoktur. Onlar milliyetçi yaklaşımlarla içe kapanıp pislik üreten sistemler oluşturur ve bu oluşturdukları pisliğin içinde boğulup giderler. Sonra da bunları kurtarmak için Saddam, gibi, Myanmar’ın darbeci genaralleri gibi kurtarıcılar her on senede bir gelip kurtarır ama, bir de bakarsınız ki, halk kurtulmamış olup kurtarıcı kendisini kurtarmıştır. İşin ilginci, bu akıl dışı sarmala kapılan halklar da artık akıl bilim anlamında bir kurtulmayı kabule yanaşmazlar. Çünkü milliyetçilik ve bağımsızlık gibi iki güçlü afyonun etkisinde artık sağlıklı düşünemezler. İnsanlar bağımsızlığın, dışa bağımsızlık kadar, içerde kendi devleti karşısında da bağımsız ve özgür olması anlamına geldiğini kavrayamaz. Dışa karşı bağımsızlığı zedeleyecekse, felaket anında dünyadan gelen yardımları, generallerin ret etmesi, her felakette yüzbinlerin can vermesi bile olağan karşılanabilir.


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.234.168.xxx Tarih : 14.05.2008 10:43:09

Saygıdeğer Teoman. Mitologya konusunda seninle yarışmak haddim değil. Ben sadece bir fantezi yazdım. Sevgiler...