22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

AKM’’ler Yıkılamaz


Son günlerde İstanbul, Taksim Meydanı’nda bulunan AKM (Atatürk Kültür Merkezi)’nin yıktırılması yeniden gündeme geldi. 2010 yılındaki etkinliklere, yerine yapılacak yeni bir bina ile katılmamız için galiba yasa bile hazırlamışlar.

Bizim bu yıkma hastalığımız, hâlâ üzerimizden atamadığımız kadir bilmezliğimizden mi, göçebe ruhumuzdan mı geliyor, bilemiyorum. Yıllardan beri kentlerimiz yıkıla – yapıla kabuk değiştirdi ve kendilerine has özelliklerini kaybetti. Modern yapıları, kent merkezlerinin yanı başında planlanacak uydu kentlerde yapacağımıza, kent merkezlerindeki mevcut yapıları yıkıp yerlerine yeni yapılar kondurmaya çok meraklıyız. Artık Konya, Sivas, Kayseri, … özelliği olmayan ve birbirine benzeyen 6 – 7 katlı apartman dizilerinden oluşan alelade kentler durumuna geldi. Avrupa kentleri ise yıllar yılı değişmeyen ve özelliklerini yitirmeyen kentlerdir.

İktidarın Batı menşeli güzel sanatlara uzaklığı, hatta cephe alması karşısında, mevcut Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkıp yerine daha güzelini yapma vaatlerine inanmamız için çok saf olmamız gerektiğini bir yazımda belirtmiştim. Opera, bale, tiyatro, konser etkinliklerine ve müzik festivallerine adım atmayan ‘rical-i hükümet’in yeni yapılara ödenek ayıracaklarına veya bu konuda fon oluşturacaklarına inanamıyorum. Def-i belâ kabilinden yapıma başlasalar dahi, sonunu getirebileceklerini de zannetmiyorum.

Çünkü, Ankara’da mevcut Atatürk Kültür Merkezi binasının devamı olarak düşünülen, opera – bale, oditoryum, sanat galerileri kompleksi projeleri tamamlandığı halde, 2001 yılından beri inşaat ihalesi yapılmıyor. Sebebini söyleyeyim: Ankara Büyük Şehir Belediyesi’nin, bu projeyi külliyen yok sayıp, mevcut Atatürk Kültür Merkezi’ni de yıkarak, yerine yapay gölet içeren mesîre yerleri yapma projesi var. Ama bunu yapabilmek için, Ankara Atatürk Kültür Merkezi ve çevresi hakkındaki özel yasa gereği olarak Cumhurbaşkanı’nın onayı gerekiyor. Yani, proje şimdilik beklemede.

İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi’ne gelince:

1946 yılında dönemin neo klasik mimari akımı esaslarına göre projelendirilerek inşaatına başlanan bina, yıllarca betonarme iskelet halinde bekledikten sonra, mimar Hayati Tabanlıoğlu yönetiminde Bayındırlık Bakanlığı’nca yapılan betonarme güçlendirme ve tadilattan sonra, zamanın modern mimari akımı paralelinde şekillenmiş ve 1969 yılında bitirilebilmiştir. Bina, 1972’de geçirdiği yangınla terör kurbanı olmuş, yeniden yapılarak 1976’dan bu günlere kadar hizmete devam etmiş ve bu gün de etmektedir. Bina, bu serencamı ile de yakın tarihimizi belgeleyen bir özelliğe sahiptir. Mimari açıdan, işlevciliği ön plana çıkaran, gereksiz süslemelerden kaçınan, modern tasarım ürünü ve de ‘Cumhuriyet Mimarlığı Tarihi’nde yeri olan bir yapıttır. Binanın ön cephesinde alüminyum dokulu cam yüzeyi, kamuoyu evvela yadırgamışsa da bir tiyatro perdesi gibi zemine inen ve güneşin batışını meydana yansıtan bina, Taksim Meydanı ile bütünleşmiş, zamanla benimsenmiş, kentin malı olmuştur. Ancak, modern mimari kültürüne aşina olmayan kimselerin, hiçbir ciddî gerekçe gösteremeden, binanın modern çizgiler taşıyan iç hacimlerini çok yalın, dış cephesini çirkin olarak nitelemelerine şaşmamak gerek.

Sakarya Üniversitesi’nin statik raporuna göre bina depreme dayanıksızmış. Acaba koca İstanbul’da statik rapor verecek üniversite bulamadılar da mı Sakarya Üniversitesi’nden rapor aldılar? 1773’den beri devam edegelen birikimleri, dünyaca tanınan bilimsel ve teknik nitelikleri ve de dünyanın en saygın 350 üniversitesinden biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi’ni acaba niçin bir kalemde es geçmişler? Yoksa oralarda kafalarına uygun adamlar mı var?

Mimari açıdan önemli bir kültür mirasımız olan binayı, sanat kültürü olmayan politikacıların ve çevrelerindeki kapı kulu korumacıların, güya sanat kültürü olan ‘Evet Efendim’cilerin kişisel, belki de çıkarcı görüşleri ile ‘El cevab: Yıkılması câizdir.’ diye verdikleri fetvalarla oluşturmaya çalıştıkları yıkma girişimleri, umut edelim ki akl-ı selim sahibi sanatsever kamuoyu baskısı ile akim kalsın.

Atatürk Kültür Merkezi’nin teknik donanımı, ekonomik ömürlerini doldurmuş, bu nedenlerle işletme masrafları normalin üzerine çıkmış olabilir. Ama bunun çaresi, binayı yıkmak ve yerine yenisini yapmak olmamalıdır. Mevcut AKM binası, ana işlevi olan opera – bale temsilleri kalmak şartı ile Paris’teki Pompidou Kültür Merkezi gibi kamusal sanat etkinliklerine açık olmalı, sanat galerileri, sinemateki, cep tiyatroları, sahne sanatları müzesi ile beraber çağın gerektirdiği teknik donanımları içerecek şekilde yenilenmelidir. Ama aslâ ve aslâ mimari konseptine dokunmadan. Bu rönevasyon için gerekecek bütçe, 50 milyon Dolardan fazla değildir. Mevcut otopark yerine ek tesisler yapılsa dahi, maliyet 60 milyon Doları geçmez.

İstanbul’a gerçekten çağdaş bir kültür merkezi kazandırılmak isteniyorsa, mevcut AKM’nin yenilenmesi ile beraber, daha başka bir yerde, ama merkezi ve prestijli bir arazide konser salonu (oditoryum) yapmak gerekir. Çünkü dünya çapında kültür ve festivaller kenti olma yolundaki İstanbul’un doğru dürüst bir konser salonuna acil ihtiyacı vardır.

AKM’yi yıkarak yerine yapacaklarını söyledikleri opera, tiyatro, konser, kongre binası için ayrı kitleler halinde salonlar, fuayeler, sahne tesisatları yapılması gerekir. Çünkü bütün bu etkinliklerin ayrı işlevleri ve ayrı mimari özellikleri vardır. Aynı salonda hem opera, hem tiyatro, hem konser eylemleri yapılamaz. Bir de düşünmedikleri husus, bu tip projelerin, kolay yapılabilen projeler olmadığıdır. Binanın mimari konseptinin ve avan projelerinin saptanması, mimari ve statik projelerinin düzenlenmesi, mekanik, elektrik ve elektronik tesisleri, hele akustiğinin halli özel uzmanlık gerektiren işlerdir. Hatta dünyadaki işin uzmanlarını bulup getirmek bile yönetim bilgeliği gerektiren işlerdendir. Projeleri üretmek için uluslararası nitelikte mimari yarışma açmak, veya bu işte uzmanlaşmış mimarlardan konsept ve avan proje teklifleri alıp, onlardan birini yine uluslararası jüri üyelerine seçtirmek gerekir. Bu işin, bir apartman projesi yaptırmak gibi çabucak kotarılabileceğini sananlar, ‘ya sopa yememiş, ya da sayı saymasını bilmeyen’ kişiler olmalı. Bu projeler, üstat mimarın yönetiminde, birçok uzmanlarla beraber yapılabilecek ve de en az iki buçuk yılda bitirilebilecek projelerdir. Altı ay da proje etaplarının uzman kişilerden ve resmi mercilerden onaylarının alınması işlemlerini eklersek, en hızlı şekilde sadece projelerinin üç yılda elde edilebileceğini bilmek gerekir. Yani, 2010’a sadece projelerini yetiştirebilirler.

Bir de işin en önemli yanı olan bütçenin temini var. Amprik bir tahminle ve dünyadaki örneklerine göre böyle bir binaya minimum 400 milyon Dolar bütçe gerekir. Bu rakama da güvenmeyin. Sürpriz masraflarla % 50’ye kadar varacak keşif ilavelerine de hazır olun. (Bu rakamlar, dünya opera inşaatlarından alınmış rakamlardır.) Halbuki mevcut AKM’nin yenilenmesi ile beraber, yeni yapılacak konser salonu inşası için 200 milyon Dolar yeterli olacaktır. Çünkü konser salonlarında opera binalarında olduğu gibi sofita ve mekanik sahne donatıları yoktur.

Geçen ay yaptığım Milano seyahatinde, dünyaca meşhur ‘Scala’ opera binasını kısmen de olsa gezme olanağına kavuştum. 1778 inşa tarihli neo klasik bina, Avrupa’nın en geniş sahnesine sahip olup, at nalı parter planlı ve 6 katlı çepeçevre locaları bulunan muhteşem bir salona sahip. Bırakın yıkmayı düşünmeyi, binanın kılına dokunmamışlar. Ama büyük masraflarla devamlı bakım ve onarım yapmışlar. Son yıllarda elektrik, elektronik ve mekanik tesisatları günümüz teknolojisine göre yenilenmiş, sahne bölümüne modern bir sofita ve arka cepheye sahne gerisi tesisleri ilave edilmiş. Opera Meydanı ortasındaki Leonardo da Vinci heykeli yanından binaya bakınca, 18. yüzyıl yapısı sarımtrak renkli klasik cephenin arka fonunda yükselen açık gri renkli seramik kaplı modern sofita ve diğer tesis kitlelerinin eski bina ile uyum içinde hal edilmiş olduğunu görüyoruz. Bu son ilaveleri yapan meşhur mimar, Aldo Rossi.

Günümüzde, Paris opera binası, Moskova Bolşoy binası, Prag ve Almanya’nın diğer meşhur opera binaları periyodik onarımlarla ve de büyük işletme masrafları ile faaliyetlerine devam ediyorlar. Ama kimsenin aklına bu kadar büyük onarım paraları ve işletme masrafları vereceğimize şunları yıkalım da yenisini yapalım diye bir fikir gelmiyor. Paris eski operayı da işletiyor, gidip Bastille’ye ikinci yeni ve modern opera binasını da yapıyor. ‘Ama onlar klasik ve güzel binalar’ diyeceğinizi de duyar gibi oluyorum. Bizim 50 yıllık yapımızın da, 100 yıl sonra bir dönemin tarihi ve mimari yapıtı diye anılmayacağını nereden biliyorsunuz?

Artık 21. yüzyıla girdik. Ne olur, biraz değer bilelim, yıkımlar sadece tarihte, Vandallar’da kalsın.

HAŞİYE:

Hürriyet Gazetesi yazarı saygıdeğer Doğan Hızlan’ın 27 Mayıs 07 tarihli yazısından bir alıntı yapmadan yazımı sonlandıramadım:

‘’Mustafa Kemal Sofya’da askerî ataşe iken, Bulgar Parlamentosunda Türk milletvekili Şakir Zümre’nin sağladığı davetiyeyle operaya gidiyor. Georges Bizet’nin Carmen Operasını seyrediyor. Birinci perdeden sonra Kral Ferdinand, Mustafa Kemal ile Fethi Okyar’ı locasına davet ediyor. Mustafa Kemal, kralın sorusu üzerine icrayı olağanüstü bulduğunu belirtiyor.

Şakir Zümre’nin Bulgarya Oteli’nde verdiği ‘supe’den sonra Mustafa Kemal, kalacakları Splendid Oteli’ne gidiyor. Gecenin ilerleyen saatinde Şakir Zümre’nin kapısı çalınıyor. Gerisini Altan Deliorman’dan nakledeyim: Mustafa Kemal’in sesini duyunca Şakir Bey kapıyı açtı. Mustafa Kemal’in üzerinde pijaması vardı. Uyku tutmadı, biraz konuşalım diye geldim dedi ve içeri girdi. Karşılıklı oturdular. Mustafa Kemal düşünceliydi. Sonra birdenbire Şakir Beyin yüzüne bakarak şöyle dedi: ‘Şakir, kim ne derse desin, şimdi Balkan Savaşı’ndaki yenilgimizin nedenini daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları böyle zannetmezdim. Oysa baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş, opera binaları bile var.’ ‘’

Bu konuşmanın geçtiği yılın 1913 olduğunu da unutmayalım.
Yayın Tarihi : 9 Haziran 2007 Cumartesi 11:45:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?