12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda ‘Evet’ oyu kullanan yüzde 58, ‘Hayır’ oyu kullanan yüzde 42’nin acaba yüzde kaçı oylanan metni okuyarak bilinçli oy kullandı, bilemem. Ben burada değişime uğrayan 26 madde arasında, başlıkta sözünü ettiğim 125. madde üzerinde durmak istiyorum. Anayasanın 125. maddesine eklenen metin şöyle:
‘’Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.’’
Yerindelik denetimi ilkesinin yargılama kapsamı dışında kalması, daha evvel de ‘İdari Yargılama Usul Yasası’nda da yer almış olmasına karşın, Anayasa Mahkemesi’nin 1991 yılında aldığı ‘Danıştay yerindelik denetimi de yapar’ mealindeki kararı, yargı ile idare arasında bazı anlaşmazlıklara neden oluyordu. Yeni Anayasa maddesi, bu gibi anlaşmazlıklara son vermeyi amaçlamış olmalı.
Ben hukukçu değilim. Onun için de burada hukuki ahkâm kesme haddim değil. Hukuk bilimi bir deryadır. Hukuk nosyonu, ancak hukuk eğitimiyle ve de eğitim sonrası derinleşen çalışmalarla kazanılabilir. Ancak mantığım, bende yeni metnin kuvvetler ayrılığı ilkesine uygunluğu kanısını uyandırıyor.
Gelelim bu madde üzerinde durma nedenime: Google’da gezinirken Şehir Plancıları Odası Genel Sekreteri Dr. Ümit Özcan’ın ilgi alanıma giren bir beyanına rastlamam, konu üzerinde düşünmeme neden oldu. Sayın Sekreter, ‘’Bizler, şehir planları ve uygulamalarının, planlama esaslarına, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uygun yapılmasını denetlemek, bu konudaki eksiklikleri, yanlışlıkları ortadan kaldırmak için gerekli çalışmaları yapmakla yükümlüyüz.’’ Takdiminden sonra, hatalı olduğunu gördükleri imar planı, karar ve uygulamalarının yargıya götürülmesini görev bildiklerini, ancak Anayasa’da yapılan son değişiklikle dava açma yetkilerinin ellerinden alınacağını söylüyor. 125. maddede yapılan değişiklikle yerindelik denetimi yetkisinin yargının elinden alınmasının buna neden olacağını da sözlerine ekliyor. Dava açamayacaklarına göre, imar yolu ile gerçekleştirilen rant ve talanın devam edeceğini telmih ediyor. Ne var ki aradığım Mimarlar Odası’na ait sitede, oda sorumlularının buna eşdeğer beyanlarına rastlamadım. Demek ki Mimarlar Odası konuya daha bir teenni ile yaklaşıyor.
Burada konu edilen yargıdaki yerindelik denetimi, yargının idarenin yerine geçerek karar verebilme yetkisi anlamına geliyor. İdari anlamdaki yerindelik denetimi ise idarenin tasarrufu ve idarenin takdir yetkisi içinde bulunan konularda, bizatihi idarenin yapması gereken denetim olarak niteleniyor. Bildiğim kadarı ile Mimarlar Odası’nın bu güne kadar açtığı ve kazandığı davaların genel gerekçesinde, yerindelik denetimi değil, hukuka uygunluk kriteri esas alınmış bulunuyordu. Yeni Anayasa da hukuka uygunluk kriterini yargı kapsamı içinde mütalâa ettiğine göre, bu da bundan sonra açılabilecek davaların Anayasaya aykırılık teşkil etmeyebileceği anlamına gelebilir. Hukukçu olmadığım için kesin yargıya varamıyor, yuvarlak konuşuyorum.
Sonuçta, her hal-i kârda konunun açıklığa kavuşturulması gereği, hukuki bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü:
Şehir Plancıları Odasının rant lehine değiştirilmesinden endişe ettiği şehir imar planı ve plan kararları yanında…
Yurt yüzeyinde altın madeni, nükleer, hidroelektrik, termik santral ve baraj ihaleleri…
Arkeolojik ve doğal SİT bölgelerinde alınacak nitelik değiştirici kararlar…
Eski Cumhurbaşkanından veto yemiş bulunan ‘Orman vasfını kaybetmiş 2 B arazileri’ne mülkiyet hukuku tanınarak iskâna açılması…
Danıştay tarafından iptal edilen ‘Galataport’ ihalesinin ‘İstanbulport’ veya ‘Salıpazarı Limanı’ adı altında yenilenmesi…
1/100 binlik İstanbul Master Planında ön görülmeyen, mimar ve kent planlamacılarının söz birliği etmişçesine itiraz ettikleri, ancak merkezi otorite tarafından resen planlanan 3. Boğaz Köprüsü ve İstanbul’un kuzey orman bölgesini kat / katleden güzergâh ihalesi…
Ve de bu gibi birçok konu, yargı konusu olabilecek veya olamayacak, kamu yararı kapsamı içinde sayılacak veya sayılmayacak mı, bilmiyoruz.
Velhasıl açığa çıkması gereken bu ve bu gibi birçok konu, bir kalemde umutsuzluğa düşerek dayanaktan yoksun iddialarla değil, ancak ve ancak hukuk yolu ile çözülebilecek ve sonuca ulaşılabilecek konulardır.
yerguvenc@gmail.com
eger "tort" yasalari bizde de olmus olsa (gerci baska bir baslik altinda var deniyor ama uygulamasi demek ki yok), Dr Umit Ozcan'in ilk aklina gelecek olan tort kanunlari olacakti. anayasa degil. bu durum Dr Ozcan'in is yapmak veya iktidari elestirmek adina da olsa ayni kalacakti.
cunku "Tort" kanunlarinin ozu:
eger Davali'nin ihmali, gorevi yanlis kullanmasi, eksik kullanmasi, bazen kullanmamasi vs durumlari sonucu Davaci bundan magdur olmussa, Davacinin hakki mahvuzdur.
cunku Sayin Ozcan, yine benim amacim: "...şehir planları ve uygulamalarının, planlama esaslarına, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uygun yapılmasını denetlemek, bu konudaki eksiklikleri, yanlışlıkları ortadan kaldırmak için gerekli çalışmaları yapmak.." diyecekti. fakat, o zaman: "kim bunlari eksik yapmis, kimin ihmali var?" diye soracakti. direkman ona dava acacakti.
dava acma yetkisi kendisine "equity" tarafindan verilmis olacakti. ayriyeten, madur olanlarin da dava acma yetkisi tort'ta sakli bulunacakti.
kusbakisi bakarsak: tort ve equity'li bir hukuk devletinde, hem hukumetler hem de burokratlar hukuk'a danismadan is yapamayacaklari icin (ki her ikisinin de butceden ayrilmis Hukuk harcamalari vardir), buralarda her calisanin muhtemel imar, santral, baraj, kopru, orman vs calismalarinda, "contingency" (kotu ihtimal) etutleri hukuk ile "in tandem" (ikisi bir arada) yapilacakti.
boylece: sistem hem mikro hem de makro olarak diger sistemlere gore cok daha bir uyum icerisinde olacakti. laf'ta veya polemik'te degil is'te (calisma'da) olacaktik.
ne yazik ki bazen bilincli bazen de bilincsiz olarak cocukca agliyoruz. dogru yanlis sonuclara atlayip baskalarini da aglatiyoruz. neymis: "su elimizden alindi. bununla bir sey yapilmaz" vs.
uskudar illa at ile gecilmez. bu sark-i aglama kulturunden kurtulalim artik.
sayin Teoman hocam gibi bende "iyi, guzel, dogru, vs" i bulmak adina yorumlarimi esirg-iy-emiyorum. ozellikle sayin Erguvenc'in yazisi gibi guzel bir konuya isaret eden yazilari ve degerli usluplari gorunce. bu arada beni musahhih olarak teveccuh etmisler. saygi duyarim. halbuki ben musahhihin yaptigi isten farkli olarak biraz okudugumu dusunmeye calisiyorum.
law of torts ve equity icin:
http://en.wikipedia.org/wiki/Tort
http://en.wikipedia.org/wiki/Equity_(law)
ozellikle bir "kontrat" a mudahil olmayan, veya baska birisinin bir fiilinden madurlar icin: "tort" kanunlari hem madurlarin sorunlarini gidermis, hem gunluk polemikleri cozmus ve hem de her konuda standartlari yukseltmistir.
"1 ingiliz her sey, 2 ingiliz bir seyler, 3 ingiliz hersey dir" diye bir laf var. iste bence bu durum "Law of Torts" tan dolayi.
portekiz ile baslayan ticaret fabrikalarinin Ingilizlerce cok daha iyi uygulanmasi, 1 fransizin hersey oldugu fransizlarin ingilizlere yenilmeleri, ingilizlerin dunya'da hala cok buyuk bir soz sahibi olmalari vs gibi konularin bence buyuk ve gizli bir sebebi de "law of torts" tur. sonra bunlar equity ile biraz daha modernlestirilmistir.
hukuktaki "tort" konusuna paralel sayilabilecek bir konuyu ekonomide "externalities" derler, herkese tavsiye ederim.
Saytın corrector'un hukukî konulara ilgisi elbette şayan- takdir... Yalnız, birey'e ya da bir komüne, yapılan bir yanlış (Latince "tortum") yüzündeni ika edilen çeşitli tiplerdeki zararın telâfisinde yargının takdir esaslarını tesbit eden "tort" yasaları ya da "law of equity-nasafet hukuk"unun İdarî yargının dava konusunu inceleme yetkisi kapsamı dışına çıkarılmaya çalışılan söz konusu "yerindelik" kavramı ile ilgisini hâlâ anlamış değilim.
Sayın Ümit Özcan'ın yakındığı sorun meydanda; Mimarlar Odası mı, Şehir Plancıları Odası mı, Koruma Kurulları mı, Orman Mühendisleri Odası mı, her hangisi ise Uzman kurumların görüşlerini İdare (yönetici birim) başdan takarsa takar, takmazsa hadi hamama, bu işin davası olmuyor ; Yasama-Yönetim erkinin yeni tasarrufuna göre Yargı davanın esasını, ruhunu incelemekden men'edilmiş. Ondan sonra İdare ne equity tanıyacak, ne tort ne zort! Bizde yok öyle, yargıcın vicdanına ve bilirkişi görüşleri içinde kalma kaydı ile göre alabildiğine takdir hakkı veren adalet enstrümanları.
Ocak.1982 tar ih, 2575 Sayılı Danıştay Yasasının 48 maddesi Mart 1990 tarih, 3619 sayılı yasa ile değiştirilip Danıştayın tüzük tasarılarını “yerindelilik” bakımından değil “Kanuna uygunluğu” bakımından incelemesi” gerektiği hükmünü getirmişti. Kanuna uygunluğun kapsamı” konusunun ise uzlaşmazlık yarattığı malûm... Anayasa Mahlemesi bununla ilgili olarak:
“Danıştay’ın "Şura-ı Devlet" adı ile 1868 yılında ilk kurulduğundanberi a) İdarenin (bir kamu kurumunun) düzenleme yetkisinin bulunup bulunmadığı, b)konulan hükümlerin üst hukuk normlarına uygunluğı ve genel olarak mevzuatla ilgiis c)Tüzük tasarılarında getirilen müessese vekonulan hükümlerin hizmet icaplarına uygunluğu ve d)Tüzük tasarılarının tanzim tekniğine uygunlukları yönlerinden incelenegeldiği gerekçesi ile anılan değişiklik hükmünü iptâl etmişti.
Bu kararın rahatsız ettiği, meşrebi yürütme erkinin tasarruflarında bağımsız olması gerektiği adına vahşi liberalizm olanların iddiaları, Anayasa mahkesinin yol açtığı bu kapsamlı inceleme, yasaya uygunluğu yanısıra bir yerindelik incelemesi niteliğinde olup, Dava konusu düzenleme, görevi yasaya uygunlukla sınırlayarak tüzüklerin amaca daha uygun duruma gelmesini önlemekle kalmayıp Anayasa’nın öngörmediği bir biçimsel işleve indirgendiği;. 1982 Anayasası’nın 115. maddesinde yasakoyucuya böyle bir yetki tanınmadığı yolundadır. Oysa, 115. Madde genel olarak tüzük çıkarma şeklinden ve Danıştay denetiminden söz etmekde, yasa koyucunun yetkis hakkında bir hüküm önegörmemektedir. Sıkıntı, Sayın yazarın üzerinde durduğu 125. Maddede idi. Bu madde: “Danıştayın yargı yetkisinin idarî eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıyordu. Son değişiklikde yukarki yazı metninde görüldüğü üzere “Hiç bir şekilde yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” ibaresi eklenerek, Danıştaya yanlışlığı, haksızlığı düzeltmesi için kaçacak yol bırakmamak düşünmülmüştür.
İdarî yargının temel felsefesi, idarenin keyfî, toplum ve çevre için zararlı sonuçlar doğuracak tasarruflarının denetlenmesidir. Bu madde de, Hukukla devamlı kavga içinde olan idarenin “1982 darbesinin vahşetinin hesabı sorulacağı” şamatası içinde tevhid-i hakimîyet emeline ulaşmrkiasındaki ögelerden biri olmuştur.
Adaleti tesisde güçsüz kalan Yargı erki bu hali le yurttaşların gözünde iyice düşücek; gelip geçici idare malı götürecektir.
Kendi sorumluluklarını perdeleyip, sınır tanımayan harekât ve rant olanakları kazanmak için yasama ve yürütme erkinin kaynaşmasından yararlanan iktidar kendisine uygun “Normatif Hukuk” hukuk yaratma peşindedirler. Böylece Demokrasiye uygun sorumsuz bir yönetim iktidarı sultası kurulur. Bu sulta, bireysel özgürlük, insanî (antroposantrik) yaklaşım iddiası ile yürütülür. Bu arada (Sayın yazarın mensubu bulunduğu (TMMOB gibi) uzman kurumların ve yeşil engel diye andıkları çevreci platformların çırpınmalarıı alay konusu edilerek asıl gözetilmesi gereken “ekosantrik-çevremerkezli” ve toplumun geleceğini gözeten idealler ıskalanır.
Her zamanki pedantik (!) uslûbu ile değerli yorumlarını esirgemeyen Sayın Musahhih’in (Corrector) nasıl litigation açılması hakkındaki fikirlerini anlamaya çalıştım ama benim torik o kadar ağır entellektüel bir diskuru hazmedemedi.
pratikte "rant lehine insiyatif" simdiye kadar hep sorunumuz oldu. bazilarinca daha cok farkedildi, bazilarinca onemsenmedi, bazilarinin bunlari dusunme luksu yoktu vs.
fakat bu konulari muhimseyenler emin olabilirler ki: su gecmekte bulunan donemin en buyuk "sehir plansizligi", "cevre katli", "dunya (insan, hayvan, bitki)'ya saygisizlik" icin bugune kadar gelmic gecmis en elverisli donem olmakta oldugudur. cunku iyiye mi yoksa kotuye mi gittigi bilinmeyen fakat cok hizli bir gidisatta oldugumuz kesindir. ote yandan, ozellikle "zamaninda", ve ayrica, dogru, tam, tarafsiz, vs bilgiye ulasmak da bu donemde cok zordur. ustelik bir de cok sofistike dezinformasyon motorlari da isletilmektedir.
dusuncem: ozellikle insana ve cevresine samimi bir sekilde duyarli olanlarin -apolotik, yani uyesi oldugu parti, grup vs oyle istiyor diye veya onlarin cikari icin degil- ve ayni zamanda baskalarina ve karsi goruslere saygili olanlarin, kullanacaklari "uslup", sayin Erguvenc'in bu yazisinin "uslup"u gibi "olasilik"larin dengesini tutturarak "dogru" olabilecek sonuclara varilabilmek olmalidir.
kisinin, kendi "uzmanligi" disindaki konularda, soru sorarak da fikirlerini sunabilmesini, en muhim olarak sekreterlik gibi ust duzeyde bulunanlar daha cok pratige dokmeli ve digerlerine ornek olmalilardir.
"samimi amaci" olan icin "hukuk"ta ve/veya "sistem" icin de daha cok degisik izlenecek yollar bulunabilirse de; Ingiliz hukukundaki "tort" kanunlari ve "equity" denilen hukuk sistemlerinin aynen (kendimize gore degistirmeden) adapte edilmesi bence, bir hamle ile milyonlarca konuda cok basit bir neden-sonuc iliskisi yaratarak, her konuda "polemigin" onlenmesi daha isabetlidir diye dusunuyorum.
ben de bir "hukuk" uzmani degilim ama her konuda anayasa'ya mantik ve hukuk cercevesinde "dem" vurul-a-mayacagini ogrendim. paranin gucunun litigasyon kulturu olusturdugu ABD'de bile avukatlar once hukukun diger bolumlerinden dem vururlar. arguman olarak anayasal hukuk konulari cogu zaman en yuksek mahkemelerin onune cikarilmistir.
Hukuki surec sadece davayi kazanmak/kaybetmek degildir. ayriyeten: bir seylerin ertelenmesi, duyurulmasi, diger bir statejinin bir alt kolu olarak ifa edilmesi vs vs gibi amaclari veya eklektik gorevleri de ustlen-ebil-ir. insan yeterki davasinda "samimi" olsun...