18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Arap Camileri (I)

Evvelâ bir hatırlatma yapalım. Arap ülkelerinde camiye cami denmez; mescid denir. Çünkü Arapçada ‘’cem’’ toplama, ‘’câmia’’ topluluk, ‘’cumâ’’ toplantı günü, ‘’cemaat’’ aynı dinden olanların topluluğu; ‘’câmi’’ ise toplanılan yer demektir. ‘’Mescid’’ secde (tapınım) mevkii, ‘’mescid-i câmi’’ topluca secde edilen yerdir. Hâlbuki Türkçede cami, Cuma ve Bayram namazı kılınabilen büyük İslâm mabedi; mescit minberi bulunmayan, nispeten küçük cami; namazgâh, yol üzeri veya kırsal bölgelerde, Kıble yönü mihrap taşı ile belirlenmiş, açık havada veya küçük bir mahalde namaz kılabilmek için ayrılmış yer anlamına gelir.

İlk cami, Hz. Muhammed’in Yesrib (Medine)’deki evidir. Evin içinde, tek veya sahabe ile kılınan namaz dışında heyetlerin kabulü, dert dinleme ve paylaşma, adaleti sağlama, gazve kararları alma ve misafirhane gibi işlevlerin gerçekleştiği eylemler de vardı. Ev, bu özellikleriyle bir mescid-i câmi, yani ibadet ve toplantı mekânı niteliğinde idi.

Medine'de Mescid-i Nebevi

Cemaat sayısı artınca ayrı ve daha büyücek bir yerde toplanmak gerekti. Evin yanına mescit ilâve edildi. Mescit, çevresi kerpiç duvarlı, güneşten korunma amacıyla duvar boyunca ahşap direkli revakın üzeri hurma dalları ile örtülü ve zemini kum olan bir mekândı. Her halde evvelâ Kudüs, sonra Kâbe yönünü belirten bir işaret, bir kenarda abdest almak için su küpü de olmalı idi. Ne var ki bu satırlar, belgeye dayanmayan, söylentilerden derlenmiş açıklamalardır. Hz. Muhammed döneminden günümüze kalan hiçbir yapı yoktur. Hz. Peygamber, vefatında bu eve, daha sonra Halife Ebubekir ve Ömer de onun yanına defnedilmiştir. Mescid-i Nebevi (Peygamber’in mescidi), bu kabirler çevresinde gelişmiş, Osmanlı döneminde kalıcı ve mimari özelliği olan yapıya dönüşmüştür. Suudiler döneminde bugünkü görünümünü almıştır.

Halife Ömer döneminde (634-644), S’adibn Vakkas’ın Kûfe kentinde, Amribn’ül As’ın Basra ve Fustad (çadır anlamın a gelen bir yerleşim olup bugünkü Kahire’ye 40 km. mesafededir) kentlerinde cami inşa ettikleri bilinse de kalıntıları bile günümüze gelememiştir. Bu camilerde de minare ve minber bulunmadığı gibi, mihrap sadece yön belirten bir işaretten ibaretti.

Kudüs'de Ağlama Duvarı ve üst pltformda Kubbetü's Sahra

Kudüs, Museviliğin, İseviliğin ve İslâm’ın en önemli merkezidir. Bugün, Kral Hz. Süleyman’ın inşa ettiği mabede ait hiçbir iz bulunmasa da o dönemden kalan kadim istinat duvarları ve yeraltı tünelleri mevcuttur. Museviler, bugün yıkılan mabedin anısına Ağlama Duvarı dediğimiz duvarın önünde ve solundan girilen bir tünelde dini yakarılarını yerine getirmektedirler. (Duvarın üst örgüleri Kanuni Sultan Süleyman döneminde tamamlanmıştır).

Üst platformun en büyük özelliği, Hacer-i Muallâk denen kutsal kayanın mevcudiyetidir. Muallâk sözcüğü, kaya altındaki boşluğu ifade etmekte, kayanın kutsallığı ‘’Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek üzere seçtiği yer’’ inancından gelmektedir. Halife Ömer 638 yılında Kudüs’e girdi. Kutsal kayayı merkez alarak Kubbe’t-üs Sahra Camii inşaatına girişti. Yapı bugün Ömer Camii olarak da anılır. Bu camide de minare ve mihrap yoktur. Cami, bugünkü sekizgen planlı, altın kubbeli ve çinilerle bezeli ve İran etkili mimarisini, 691 yılında Emevi Halifesi Abdülmelik ibn Mervan döneminde kazanmıştır.

Kudüs'de Kubbetü's Sahra

Yine aynı platform üzerinde bulunan önemli cami Mescid-i Aksa’dır. Bu isim, Arapçada ‘’en uzak mescit’’ anlamındadır. İslâm inancındaki Mirac olayı bu mekânda gerçekleşmiş, ilk Kıble bu mekân olmuştur. Arkeolojik kazı yapılmadığı için Hz. Süleyman mabedinin de bu noktada bulunduğu tahminden öteye gidemiyor. Sadece burada Bizans İmparatoru Jüstinyen döneminden kalan bir kilse olduğu, caminin bu kilise enkazı veya temelleri üzerine ve 638-702 yılları arasında inşa edildiği zannediliyor. Çünkü caminin orta aksında bulunan yüksek tavanlı ve dikine dikdörtgen planlı nef ve nefin sonundaki büyük mihrap hacmi ve tepesindeki kubbe, orta nefin iki yanında sıralı sütunlar, sağında ve solunda daha alçak tavanlı nefler, tipik bir kilise formunu çağrıştırmaktadır. (Bu sadece kişisel bir faraziye).

Kudüs'de Mescid-i Aksa

750 yılından sonra, Abbasi halifeleri döneminde yapının sağına ve soluna ilâve edilen akslarla yapı, cami hüviyetine kavuşmuş, tiyatro formundan kurtulmuş ve saf halinde namaz kılma olanağı doğmuştur. Cami, 1033 yılında oluşan depremle yıkılmış, Fatımiler tarafından aynen ve yeniden inşa edilmiştir. Haçlı istilâsı sonucu kiliseye dönüştürülse de 1187 yılında Selahaddin Eyyubi, camiyi eski düzenine kavuşturabilmiştir.

Arap mimarlığı, Halife Osman (644-656) ve Halife Ali (656-661) dönemlerinde yapılan fetihler sonucu Sasani-İran uygarlığı ile tanıştı. Bu tanışıklığın mimarlık alanındaki etkisi, Emevi Halifeleri dönemindeki gelişme ile kendini gösterdi. Halife Muaviye (661-680) ile başlayan Emevi saltanatı 90 yıl ve 17 halife ile devam etti. Emevi saltanatı İslâm’ı, bir doktrin olarak kullanan ve istilâcı bir devlet durumuna getirdi. Arap mimarlığı da fethedilen bölge ve ulusların mimarlık sanatından, özellikle İran mimarlık sanatından etkilendi. Bu etkileşimin bir örneğini yukarıda, Kubbetü’s Sahra Camiinde gördük.

Mekke, Kâbe ve Mecid-i Haram minaresi

Mescid-i Haram, kutsal Kâbe çevresinde gelişmiş camidir. Harem-i Şerif de denir. Halife Ebubekir döneminde (632-634 ) Kâbe yanında bir mescit inşa edilmişti. Bu mescit bugün yoktur. Kâbe tavaf alanının çevresi, Emevi, Abbasi, özellikle Osmanlı dönemlerinde büyük gelişim göstermiştir. Kubbeli revakları ve yedi minareyi içeren cami, Osmanlı dönemi eserlerindendir. Son zamanların Suudi dönemi, camiyi tevsi etmiş, minare adedi dokuza çıkmış, çevre düzeni yeni baştan ele alınmıştır. Kâbe’nin 145 metrekare kapalı alanına karşılık, cami kapalı alanı 190 bin metrekareyi bulmuştur. Ne var ki camideki tüm Osmanlı eserlerinin -diğer eserlerimize yaptıkları gibi- ortadan kaldırılması ve mimar Zaha Hadid’e yaptırılan yeni planlamanın uygulanması da gündemdedir.

Mekke, Mescid-i Haram

Camilere kutsallık atfedenler, Mescid-i Haram’a birinci, Mescid-i Aksa’ya ikinci, Mescid-i Nebevi’ye üçüncü sırayı verirler.

Halife Velid, 710 yılında başkent Şam’da Emeviyye (Ümeyye) Camii’ni inşa ettirdi. Cami, her ne kadar Sen Jan Kilisesine ait Kompozit stilde sütun başlıklarını ve fil ayaklarını içerse de sütun başlıklarının üzerinde yer alan Romanesk tam kemerler (yarım daire) ve İrani sivri kemerler beraberce kullanılmıştır. İki yanında çan kulesini andıran iki minaresi bulunur.

Şam, Emevi (Ümeyye) Camii

Camilerde yer alan mihrabın ilk olarak bu camide yer aldığını geçen yazımda belirtmiştim. Bu cami, Emevi saltanatının zenginlik gösterisine vesile olmuş ve kıymetli taşlar ve altın objelerle bezenmişse de 1400 yılındaki Timur istilâsı bu zenginliği talan etmişti.
 

(Sürecek)


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 16 Eylül 2012 Pazar 17:59:21
Güncelleme :16 Eylül 2012 Pazar 18:13:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?