19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Artık bizim de NOBEL’imiz var


Alfred Nobel (1823 – 1896), insanlığı kana bulayan dinamit buluşunun kefaretini ödemek amacı ile olsa gerek, kazandığı büyük servetin yıllık nemasını, her yıl insanlığa hizmet edenleri ödüllendirmeye adadı. 1901 yılından beri fizik, kimya, tıp, barış ve edebiyat ödülleri, 1969 yılından beri de ekonomi ödülleri, her yıl, her biri kendi alanında otorite kurullar aracılığı ile alanlarında başarılı kişilere veriliyor. 105 yıldan bu yana seçilen insanlığın yüz akı kişileri arasına giren ilk Türk’ün edebiyat ödülünü alması ile dünyada var olmamızın öğüncünü ve de güzel Türkçe’mizin bayramını yaşıyoruz.

Edebiyat, insan akıl, fikir ve hislerinin yarattığı en güzel anlatıların yazıya dökümü… Bu demektir ki her yazılan fıkra, makale, manzume, roman edebiyat olmuyor. Edebiyat yazınının içinde fikirle beraber duygu ve bedîiyat (estetik) olması gerek. Yazar, dünya görüşünü ve yerel yaşamını, imgelemlerini, entellektüel perspektivden kitabına yansıtabildiğinde, o yapıt tüm dünyanın malı oluyor.

Türk edebiyatı, Alp Er Tunga, Ergenekon, Oğuz Kaan, .. destanları, Dede Korkut masalları ile başlamış, Orhun Anıtları ile yazılı hale gelmiştir.

Mevlânâ için ‘peygamber değildir ama kitabı vardır’ derler.

Yunus Emre’nin arı Türkçe’sini bu gün de anlıyor ve zevkle okuyoruz.

Fuzulî, Bâkî, Şeyhülislâm Yahya, Nef’î, Nâbi, Nedim, Şeyh Galib, .. divan şiirimizin büyük ustalarıdır.

Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi, düz yazının ilk ustalarındandır. Evliya’nın ‘Seyahatname’sini, bu gün de zevkle okuyoruz.

Şemseddin Sâmi, ‘Kaamus-u Türkî’ ile Osmanlı kelime dağarcığını toparlamış, yine Şemseddin Sâmi’nin ‘Taaşşuk-u Talât ve Fitnat’ı, Namık Kemal’in ‘İntibah’ı, Recaizade Mahmud Ekrem’in ‘Araba Sevdası’, roman türü edebiyatımızın öncüleri olmuşlardır.

Servet-i Fünun akımı içinde Halit Ziya Uşaklıgil’in ‘Aşk-ı Memnu’sunu ilk gerçekçi Türk romanı sayarlar. Cenap Şahabeddin de Batı estetiğini romanlara yansıtan büyük yazarımızdır.

Tevfik Fikret, politik şiirleri ile yeni bir çığır açtı. ‘Sis’ şiirinde, ‘zulmet-i beyza’ (beyaz karanlık) dediği örtü altındaki İstanbul’un, Sultan Abdülhamit zulmü ile oluşan siyasal ve toplumsal yozlaşmasını anlatmış, 1908 Meşrutiyet ilânından sonraki ‘Rücu’ şiiri ile devrimcileri alkışlamış, ama onlardan çok şeyler beklemiştir. ‘Tarih-i Kadim’ şiiri ile İslâm’a sataşması, Mehmed Âkif’le kavgasına neden olmuş, ama Akif, şimdi olduğu gibi küfür, tehdit, terörle değil, şiire şiirle karşılık vererek uygarca tartışmıştır.

Fecr-i Âtî akımı ile Ahmed Hâşim, şiirleri ile Batının sembolizmini (simgeciliğini) Türk edebiyatına kazandırmış, sosyal konulardaki nesirleri ile de ustalığını göstermiştir.

Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Refik Hâlit Karay yerel, Ömer Seyfeddin hamâsî,

Ziya Gökalp ulusçu edebiyatın ustaları olmuşlardır.

Reşat Nuri Güntekin, ‘Çalıkuşu’ romanı ile genç kuşaklara idealizmi ve öğretmenliğin kutsallığını aşıladı. Kurtuluş savaşının en kritik günlerinde, cephedeki istirahat anında, Atatürk ve İnönü ‘Çalıkuşu’nu okumuşlar. Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün ‘savaş ordusu’ndan sonra oluşturduğu ‘irfan ordusu’ devriminde bu romanın etkisi var mı idi acaba? O dönemde hangi çocuğa ‘büyüyünce ne olacaksın’ diye sorsanız, genellikle ‘öğretmen olacağım’ yanıtı alırdınız. O zamanki öğretmenler, şimdiki öğretmenler gibi maîşet kavgası içinde boğuşan, bâzı öğretmenler gibi çeşitli inançlara angaje olmuş yarım aydın kişiler değil, tüm topluma örnek olan kişilerdi.

Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek (Beş hececiler), aruzdan sonra hece veznini kullanarak şiiri halka sevdirdiler.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Halide Edib Adıvar, klasik kalıpları içeren roman geleneğinin usta isimleri oldular.

Yahya Kemal Beyatlı, Osmanlı’nın aruz veznine devam etti. Ama, ‘Ne harâbî, ne harâbâtî, kökü mâzîde olan âtî’ idi.

Hapiste çile dolduran, yâd ellerde yurduna hasret can veren Nâzım Hikmet, toplumcu ve gerçekçi serbest nazımın ustası idi. Şiirleri bu gün de aynı heyecanla okunuyor. Keşke ilk Nobel ödülümüz onunla başlasa idi.

Sabahattin Âli, Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi Hisar, Halikarnas Balıkçısı, Kemal Tahir, Orhan Kemal,… her biri kendi kulvarlarındaki romanları ile, Yaşar Kemal, dilimizi zenginleştiren Çukurova tasvirleri ile kendine has roman sanatı ile, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Necati Cumalı,… şiirleri ile edebiyatımızı yücelttiler.

Deneme ustalarından Nurullah Ataç, Vedat Günyol, Sabahattin Eyüboğlu, Salâh Birsel, Memet Fuat, Ferit Edgü; anı yapıtlarında ‘Çankaya’ ile Falih Rıfkı Atay, ‘Suyu Arayan Adam’, ‘Tek Adam’, ‘İkinci Adam’la Şevket Süreyya Aydemir ilk akla gelen yazarlarımız.

Gerçekçilik akımında Orhan Veli’nin serbest vezinli şiirleri, Sait Faik’in yaşadığı çevreyi bize yaşatan hikâyeleri, Türk edebiyatında başlı başına olaydır. İkisi de gençlik yıllarımın idolleri idi. O zaman birer liraya satılan Varlık yayınlarının tümü, hâlâ kitaplığımın en değerli köşesini oluşturur. Sırası gelmişken o dönemin resmî görüşünü yansıtan bir olayı anlatayım. (Gerçi şimdi de değişen bir şey yok ya.) Sait Faik hasta. Yurt dışına gidecek. Pasaport alırken, polis mesleğini sorar. Yazarım deyince polis bir tereddüt geçirir ve meslek hânesine ‘yok’ yazar. Pasaportun Fransızca hânesine ise ‘sans profession’ yazmışlar. Sait Faik’in ağarına en çok bu Fransızca sözcük gitmiş. Hâlbuki pasaport verdikleri için şükretmesi lâzımdı.

Sonraki kuşak şairleri, Cemal Süreya, Can Yücel, Ece Ayhan, Ülkü Tamer, Refik Durbaş,… gibi değerler…

Romanda Oğuz Atay, ‘Tutunamayanlar’ ile yeni bir çığır açıyor. Arkasından Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Nazlı Eray, Pınar Kür, Tomris Uyar, Bekir Yıldız, ve de Nedim Gürsel geliyor. Oyun yazarlığında Haldun Taner, mizahta Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin…

Son kuşak romancılardan politik çevre konuları ile Yılmaz Karakoyunlu, azınlık psikolojisi içinde anıları, uzun cümleli ama tutarlı Türkçe’si ile ‘İstanbul Bir Masaldı’ yazarı Mario Levi, ‘Amat’, ‘Puslu Kıtalar Atlası’ ile geçmiş dönemleri ve şimdi çok kullanmadığımız gemicilik terimlerini dilimize kazandıran İhsan Oktay Anar, ve de Tuna Kiremitçi, Hamdi Koç, Elif Şafak dikkati çekiyor.

Burada edebiyatımızın külliyatını yazmak ve değerlendirme yapmak, benim boyumu aşar. Yukarıdaki isimleri saymaktaki amacım, ana konumuz olan Orhan Pamuk’un nasıl zengin bir gelenekten geldiğini hatırlamak ve hatırlatmak içindir.

Orhan Pamuk, edebiyatımıza kendi dünyasını, yer yer avangard (öncü), yer yer sürrealist (gerçeküstücü), yer yer fantastik (hayalci), yer yer de postmodern (modern sonrası) anlatılarla bize yansıtan roman anlayışını getirdi. Klasik akımlarda olduğu gibi edimleri bir teviye anlatmak yerine, kendine göre yapısalcı kurgusu ile yeni bir dil kullandı. Kendisini ‘yerel ve millî dünya ile Batı dünyasının karışımı, benim dünyamdır’ diye tanımlıyor. Romanlarında yeni ve değişik bir James Joyce, Gabriel Marcia Marquez’le karşılaşıyoruz. İşte yazarımız bu kendine özgü kurgu ve metodu ile uluslar arası olabildi.

Nobel ödülü Pamuk’a gökten zembille inmedi:

Nişantaşı’lı üç kuşak ailesini anlatan ilk romanı ‘Cevdet Bey ve Oğulları’ Milliyet roman ödülünü aldı.

Venedikli köle ile Osmanlı âlimin ilişkilerini anlatan ‘Beyaz Kule’, sonra da ‘Sessiz Ev’, Prix de la Decouverte Europeene ödülünü aldı.

İstanbul sokaklarında dolaşan fantastik ‘Kara Kitap’, Prix France Culture ödülünü aldı.

Osmanlı ve İran nakkaşlarının Doğu usulünde entrikalarını ve onların sanatını anlatan ‘Benim Adım Kırmızı’, Fransa’da Prix de Meilleur Livre Etranger, İtalya’da Grinzane Cavour, İrlanda’da International Impac – Dublin ödülünü aldı.

Siyasal İslâmcı, asker, lâik, Türk ve Kürt milliyetçileri arasındaki gerilimi işleyen tek politik romanı ‘Kar’, Prix le Medicis Etranger ödülünü aldı. New York Times Book Rewiew, 2004’ün en iyi 10 kitabından biri seçti.

Çocukluğundan gençliğine kadar olan anılarını kent atmosferi içinde anlatan ‘İstanbul’, Prix la Mediteranien ödülünü aldı. Bundan başka, yazarı, Prospect dergisi, 2005’in 100 entellektüeli arasına, Time dergisi, 2006’nın en etkili 100 kişisi arasına koydu.

Tüm romanları 50’ye yakın dile çevrildi. Her bir romanı, dünya çapında büyük tiraja ulaştı.

Bunca başarıdan sonra, yazarın bir hatalı ve abes sözü dolayısıyla, karşıtlarımızca Nobel’in kendisine peşkeş çekildiği gibi bir safsata, ancak hayali geniş fanatiklerin düşünebileceği bir şey. Bir de şu var: Basınımız, röportajdaki konuşmaların başını kesip, sonunu kesip, ortadaki can alıcı cümleyi bulup çıkartmakta çok mâhirdir. Nedense bu gibi konularda akıl bize rehber olmuyor, peşin hükümlerle ve ‘hatâsız kul olmaz’ özdeyişine rağmen, bağışlayıcı olmayan duygularla hareket ediyor, işin özünü dikkate almadan ayrıntılarla uğraşıyoruz.

Efendim, cümlelerinde fiiller, özneler yerli yerinde değilmiş; romanları okuru sıkıyor, kitabın daha yarısına gelmeden kaldırıp atıyorlarmış. Bunlar tutarlı sözler değil. Bu, şuna benzer: Klâsik resim görmeye alışmış bir kişi, Salvador Dali’nin sürrealist resimlerinden bir şey anlamaz, hatta alay edebilir. Eski devlet başkanımız Picasso’nun resimlerini görünce, ‘Bunun dik âlâsını ben de yaparım’ diyebilir. Çağdaş, modern ve postmodern mimarlık yapıtlarına burun kıvıranlar, eski klâsik yapıların özlemini çekebilir. Bu da böyle bir şey…

TV’den dinlediğim, baba – oğul ilişkilerini içeren anı konuşması, ‘Babamın Bavulu’, bir edebî ziyafetti. Ama TV’de saçlı sakallı bir profumuz, bu konuşmanın temasını ve edebî değerini tartışacağı yerde, yine Türkçe gramer hatâlarını sıralamaya başlayınca, saygı duyduğum hocaya artık îtibar etmez oldum.

Her halde ödül törenini izlediniz. Bir Türk’ün, muhteşem müzik eşliğinde İsveç Kralının elinden ödül alması sizleri heyecanlandırmadı mı? Orada bu ödülü Orhan Pamuk değil, Türk dili ve Türkiye aldı. Bakalım Sayın Cumhurbaşkanımız hatâsından dönebilecek ve yazarı kutlayabilecek mi?

Kendisi karşılama töreni istemiyormuş. İsabet olur. Bazı kendini bilmezler yuh çekebilirler. Umarım ki bazıları da ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sloganı atarak yazarı Mehmet Ali Ağca’nın derekesine (aşağı düzeyine) düşürmezler.

1988 edebiyat ödülünü Mısırlı yazar Necip Mahfuz almıştı. ‘Midak Sokağı’ yazarın ünlü bir yapıtıdır. Bu yapıtla, yerellikten uluslar arası değerlere nasıl ulaşılabildiği daha iyi kavranabiliyor. 1959’da yazdığı ‘Sokağımızdaki Çocuklar’ romanı yüzünden fanatik Müslümanlar yazara düşman oldu. Böyle bir yazar el üstünde tutulacağı yerde, 1994’de saldırıya uğradı. Ölmedi ama boynuna saplanan bıçak, sağ kolunu felç etti. 2005’teki ölümüne kadar devletin koruması altında yaşadı.

Tanrı yazarımızı korusun. Ama, ilerici olma çabasındaki geri ülkelerin kaderi böyle…
Yayın Tarihi : 13 Aralık 2006 Çarşamba 16:28:03


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mert yılmaz IP: 81.214.227.xxx Tarih : 16.12.2006 19:33:44
Orhan Pamuk bu ülkenin yüzakıdır.Dünyada verilen ödüller arasında bir marka olan ve asla muadili bulunmayan böylesi bir ödülü ülkeme getirdigi için onunla ne kadar övünsem azdır. Banka hortumluyan,yandaşlarına ülkeyi soyduran,hırsızlıklarını örtmek için de kendileri için özel af çıkaran sözüm ona seçilmiş elitlerimizin Sn.Pamuk'a olumsuz yönden söylüyecek en ufak bir sözleri olmamalı.Yeri gelmişken, milliyetçi olduklarını söylüyen ve Sn.Pamuk'a acımasızca saldıran çok bilmişlere de bir çift sözüm olacak.Sn Pamuk almış olduğu ödülün her tür getirisini bu ülkeye adadı.Almış olduğu milyonlarca doları bu ülkenin bankalarına yatırdı.Peki sizin başbuğunuz merhum A.Türkeş'in paraları acaba hala hangi ülkelerin bankalarında.Biri bu ülkeye dışardan her tür zenginliği aktarmış,digeri ise bu ülkenin zenginliğini dışarı kaçırmış.Sizce hangisi ülkesini daha fazla seviyor.Biraz düşünün de öyle eleştirin ve ya cevap verin.Öyle kuru gürültüyle milliyetçilik olmuyor.

Teoman Törün IP: 85.104.139.xxx Tarih : 13.12.2006 20:57:25
Sayın yazar, saçlı sakallı diye tanımladığı prof'u (sakalı var da az saçlı olacak)tanımakda biraz gecikmiş. Bu muhterem biraz mitolojideki narcissus'a benzer; fazlaca elitisttir; "ben bilmem hangi makamda iken" ismini verdiği kitaplar yazar; yazdığı kitapların konu isimleri küçük iken, kendi ismi kitap kapağının yarısını işgâl eder; biraz hacimli ise, kitabın sırtına boydan boya soyadını yazar. TV Programında tanık olunduğu üzere müstehzi ve agressifdir. Öğrencileri ile uyumlu ilişkiler içinde olduğunu söylediğine bakmayın; konuk gittiği üniversitelerdeki söyleşisini izleyen öğrencileri sınamaya kalkıp, beklediği yanıt gelmeyince son derece aggressif çıkışlar yapar. Elbette ki, edebiyat insanı kendi dilini yaratır (Rahmetli Ecevit'in noktalama imleri, majüskül harf kullanmaması gibi). Ne ise, Sayın Prof. bu akşamki söyleşisinde günah çıkarır gibi oldu. Ülkemize Nobel'i getiren PAMUK'a ulusalcılık adına gönül borcumuz var. Ancak, Tanrı selâmet versin: iletişim tarzı bakımından o da Sayın Hocamız'a benzer; ulusal duyarlık taşıyan bir konuda hesapsız konuşması gibi eski bir panelde, rahmetli Tomris Uyar'ın nasıl kalbini kırdığını da hatırlıyorum. Ünlülerimizin biraz da itidâl ve tevazu ile bizleri ileriye daha rahat taşıyabileceklerini düşünüyorum.

Yılmaz Ergüvenç IP: 212.253.11.xxx Tarih : 14.12.2006 09:22:25
Orhan Pamuk yurda döndü. Ne mutlu bizlere ki korktuğumuz olaylar olmadı. Havalimanında bulunan halkın alkışları ile karşılandı. Bu arada şunları söyledi: 'Türkiye için büyük gurur. Nobel'i yalnızca kendim için almadım. Yıllardan beri birikmiş büyük Türk kültürü için, Türk dili için, Türk edebiyatı için aldım. Bu ödül hepimizin, Türkiye'mizin ödülü.' Tekrar edeyim: Ne mutlu bizlere...

mesut kaçar IP: 85.99.200.xxx Tarih : 6.04.2007 20:04:03
arkadaşım sen BAŞBUG ALPARSLAN TÜRKEŞ'in hayatını biliyorda mı konusuyorsun yoksa gereksiz kişiliklerden duyduklarınla mı? örnek verecek olursak çok... fetullah gülen de türkiyeye yatırım yapıyor, dunyada bircok ülkede onun actıgı türk okulları var. ondan önce ne yazarlarımız geldi onlar alamadıda orhan pamuk alıyor. ve şimdiye kadar neden alamadıda 301 den yargılandıktan sonra aldı bu UTANCIMIZ olan ÖDÜLÜ(!) UYAN TÜRKİYE UYUMA UYAN 30 KUPONA ALINMADI BU VATAN!!!