30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Bayram Turizmi

Geçen hafta gelişen teknolojiler ve değişen yaşam biçimleriyle dînî bayram kutlamalarının basmakalıp cep telefonu mesajlarına indirgendiğini, bayram tatilinden yaralananların iç ve dış gezilere yöneldiğini anlatmaya çalışmıştım. Şu günlerde fikir, ilke ve yaşam biçimleriyle ikiye ayrılmış toplumumuz, bir kısım kesimin ısrarla ‘’Ramazan Bayramı’’, diğer kısım kesimin yine ısrarla ‘’Şeker Bayramı’’ dediği yeni bir bayrama giriyor. Muhafazakârlık eğilimi ağır basan siyasal iktidarımız bile değişen zamana uydu; 3 günlük dini bayram tatilini 9 güne çıkararak turizmi teşvik etmiş oldu.

Son günlerde seyahat acenteleri, gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlattıkları turistik gezi ve dinlence reklâmları ile gerek iç, gerekse dış geziler için çeşitli olanaklar sunuyor, uçak veya gemi ile rahat ulaşım ve transferler vadediyorlar. Ne var ki geçmiş yıllardaki bazı seyahat acentelerini anımsarsak, o dönemlerde reklâm veren birçok firmanın artık bu piyasada bulunmadığını da fark edebiliyorsunuz. Birkaç istikrarlı firma haricinde faaliyetlerini bir veya iki sene devam ettirip ortadan kaybolan pek çok firma var. Peşin para verip yaptığınız sözleşme ve elinize verilen programda gösterilen uçak yerine otobüs, 5 yıldızlı otel yerine 3 yıldızlı otel gibi emr-i vâkilere, param yanmasın, tatilim güme gitmesin diye çarnaçar razı olduğunuz ve seyahat dönüşü muhatap şirkette hakkınızı arayamadığınız olmuştur, belki de. Bu gibi olaylarla karşılaşan dertlilerden biri de benim. Onun içindir ki seçtiğiniz tur şirketini iyi incelemenizi, biraz daha fazla para verseniz bile mutlaka ‘’seyahat sigortası’’ yaptırmanızı naçizane tavsiye ediyorum.

Yarış atları binicisini çağrıştıran ismiyle müsemma bir tur şirketi ile Tunus gezisi yapmıştık. Tur rehberimiz, emekli bir öğretmendi. Çelebi tavırlı beyefendinin, cüz’i emekli maaşına katkıda bulunmak amacıyla bu yolculuğa katlandığı her halinden belli oluyordu. Ne var ki o da bizimle beraber ilk defa Tunus’a geliyormuş. Adam hiçbir yeri bilmiyor, öğrenme gayretine de girmemiş. Aldığımız şehir planı ve kitaplardan okuduğumuz kadarı ile biz ona rehberlik ediyoruz. Adamla dostluğu ilerletiyor, beraber içki içiyoruz. (Tunus’ta alkollü içki serbesttir). Adamın mahcubiyetini hafifletmek için ‘’Bu tur şirketiyle evvelce de seyahat yaptık; her şey normal ve güzeldi’’ diyorum. Rehber bana ne dese beğenirsiniz? ‘’Aaaa, bu şirketle seyahat edip de ikinci defa gelen ilk sizi görüyorum. Bize bir gelen bir daha gelmez ki’’ demesin mi. Güler misin, ağlar mısın? Ekmek yediği şirketi böyle nitelendirmesi evvelâ canımı sıktı. Bir süre sonra düşündüm ki, bu adam uzun yıllar çocuklara eğitim vermiş bir öğretmen. Adam canından bezmiş, ticaretten anlamıyor; bir türlü de doğru bildiğinden ve dürüstlükten sapamıyor.

Şimdi daha feci bir seyahat anımı anlatacağım. Efendim, havalimanlarında yer hizmetlerini veren saygın bir şirket, bir ara tur acenteliğine soyundu. Biz, böylesine güvenilir bir şirkete huzur-ı kalple başvurduk. Seyahatimiz Roma ve daha sonra Venedik’e. Sözleşmeyi yaptık, paramızı verdik, bineceğimiz uçağı, kalacağımız oteli ve gezimizi dakikası dakikasına gösteren programı aldık. Atatürk Havalimanında cevval bir oğlan olan tur rehberimiz ve elindeki tabela ile bizi toplayan, kontuarda valizlerimize yardım eden ve çek-in yaptıran hanım kızımızla tanıştık. Biz kuyruktayız. Bir ara bir eski Bakan (ki yeni partisinde TBMM Başkanı bile oldu) yanında 10 – 12 avenesi gençle birlikte kontuara yanaştı. Adamda bir karış surat, burnundan kıl aldırmıyor. Yanlarında bir de boynunda kimliği olan bir memur var. Yanlarındaki memur, biz kuyruktakilere hitaben ‘’Affedersiniz, acil bir durum var; önünüze geçeceğim, sizi 5 dakika bekleteceğim’’ gibi lâflar geveledi. Sonra çekip gittiler. Tabelalı kız ortadan kayboldu; bir daha görünmedi. Rehber, bize hitaben ‘’Bir aksilik oldu; siz THY’nin akşam uçağına kaldınız. Ben ilk grupla gidiyorum; sizi Roma Leonardo da Vinci havaalanında karşılayacağım’’ dedi ve kayboldu. Biz isyan ediyoruz ama ortada muhatap yok. Havaalanı müdürlüğüne gidiyoruz; orada olay çıkarıyoruz. Müdür kaçıyor, oradaki memurlar ‘’hık mık’’ ediyorlar. THY’ye gidiyoruz. Kıyametleri koparıyoruz. Bayramın birinci günü bize zehir oluyor. Bir yer hostesi bizi restorana davet ediyor. ‘’Merak etmeyin, sizi akşama bırakmayacağız’’ diyor. Valizlerimizi alıyor, Alitalia uçağının bir saat sonraki Roma seferi için biniş kartlarımızı veriyor. Bizler, 12 kişi Roma havalimanına iniyoruz. Gel gelelim pasaport kuyruğunda takılıp kalıyoruz. Meğer şirket, vizeleri toptan ve liste halinde almış; liste de rehberde olduğu için dışarıya çıkamıyoruz. Rehberi beklersek akşama kadar ayakta dikileceğiz. Çünkü rehberin cep telefonu programda kayıtlı değil. Şirketin İstanbul’daki merkezinin sabit telefonunu cepten arıyoruz. Telefon çalıyor, çalıyor, çalıyor; şirket tatile girmiş, bir bekçi dahi yok.

Ben ortaya atılıyorum. ‘’Arkadaşlar, bende ve eşimde yeşil pasaport var; biz vizeye tabi değiliz. Buradan çıkar, bir taksiye atlar, programda belirlenen otele gider, bizim ilk grupla birleşir, rehberi bulur, hemen size göndertiriz’’. Bravo ve teşekkür sesleri… Çıkıyor, taksiye biniyor, doğru programda yazılı otele gidiyoruz. Elimizde bavullar, resepsiyona tur şirketinin ismini ve kendi ismimizi veriyoruz. Resepsiyon ‘’Burada sizin adınıza rezervasyon yok; böyle bir şirketin de rezervasyonu yok’’ diyor. Şapa oturduk mu? ‘’Acaba Türk şirketi civarınızdaki hangi otellere rezervasyon yaptırabilir, bize yardımcı olabilir misiniz?’’. Yanıt yok. Bavulları yükleniyor, çevrede gözümüz tutan otellere başvuruyoruz. Yok, yok, yok. Bir otelde başka bir şirketin gezginlerine rastlıyoruz. Belki onların rehberi bizim rehberi tanıyor olabilir. Sonuç sıfır. Biz samanlıkta iğne arıyoruz. Eşim ‘’Bok canına olsun; paramıza geçer hükmümüz, güzel bir otele yerleşelim, ne halleri varsa görsünler’’ diyor. ‘’Hanım, olur mu, üzerimize bir sorumluluk aldık. Tekrar havaalanına dönelim, rehber gelince onlarla birlikte Roma’ya döneriz’’ diyorum. Öyle de yapıyoruz.

Gel gör ki biz bir defa dışarıya çıkmışız. Tekrar içeriye girmemiz imkânsız. Ne yapalım, rehberi gözden kaçırmayacak bir bank bulalım, oturalım. Bak onlar ayakta bekliyorlar, biz ne güzel oturuyoruz. 2 saat de öyle geçiyor. Nihayet rehber elinde vize listesiyle çıkageliyor. Biz peşini bırakmıyoruz. Arkadaşlar dışarı çıkabiliyorlar. Turumuzda Bursalı bir beyefendi ve ailesi var. Adam, bir anda rehbere öyle bir Osmanlı tokadı aşk etti ki, oğlan yeri öptü. Helâl olsun adama. Neyse, perişan ve cemmigafir halinde otele vasıl olduk. Roma’nın Sirkeci’si, Tren Garı civarındaki bir ara sokakta 3 yıldızlı külüstür bir otel. Ama o otel bize saray gibi geldi. Gece olmuş, çıktık civarda bir trattoria bulduk, bir şeyler yedik; otele döndük, vurduk kafayı, yattık. Oh, dünya varmış, ne de güzel bir bayram günü…

Bu zehrolan tatilin ikinci kısmı olan Venedik, acılarımızı biraz olsun, dindirdi.

İstanbul’a dönüşte tur şirketine gidiyorum. Anlatıyorum; memurlar boş boş yüzüme bakıyorlar. Müdürleri yine toz olmuş. Hırsımdan taksi paralarını isteyeceğim, sonra vazgeçiyorum. Lânet olsun. Yazılı şikâyette bulunuyorum. Telefonum, adresim var. İyi niyetle yanıt bekliyorum. Ne bir ses, ne bir nefes, çıkmıyor.

Galiba onlar da bu işi beceremediklerini anladılar ki tur acentesini kapattılar; aslî işlerine döndüler.

Dediğim gibi; aman tatilinizi zehretmeyin, doğru dürüst bir seyahat acentesi seçin.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 26 Ağustos 2011 Cuma 13:01:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?