31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

‘’Beyoğlu’nun adı Pera iken’’

Said Naum Duhani (1892 – 1970), son günlerde okuduğum ‘’Beyoğlu’nun adı Pera iken’’ isimli anılarını 1940’lı yıllarda yazmış. (Son baskısı: Çelik Gülersoy Vakfı, İstanbul Kütüphanesi Yayınları, Anılar Dizisi: 3, İstanbul, 1990). Sayın Erdem Yücel’in sponsorluğu ile Turing ve Otomobil Kurumu üyesi olduğum zaman, başlı başına bir değer olan, İstanbul aşığı müteveffa Çelik Gülersoy Beyle tanışma olanağını elde etmiş, yine bir Beyoğlu (Pera) aşığı ve bir İstanbul Efendisi olan Naum Paşa zade, Said Bey Duhani’yi de bu vesile ile tanımış, öğrenmiştim. Rastlantının cilvesine bakın ki yeni taşındığım Kadıköy’deki apartmanın adı da ‘’Duhani’’ idi. Apartmanı inşa eden mütaahhit firma, Duhani ailesine ait arsayı kat karşılığı almış, güzel bir kadir bilirlikle yaptığı apartmana ‘’Duhani’’ ismini koymuş. Yeni kat komşumla tanıştım ve bilgi paylaşımı olanağını buldum.

Esasen mesleğim gereği olarak Beyoğlu’ndaki Naum Tiyatrosu binasının tarihçesini bildiğim için Naum Duhani Paşa’ya da aşina idim. Nitekim ‘’Çiçek Pasajı’’ yazımda (kenthaber.com, 23 Haziran 2008) binanın banisi olarak sehven Naum Paşa’yı yazmışım. Bu kitapla tiyatronun Naum Paşa’nın kardeşleri, Said Bey’in amcaları Mikâil ve Yusuf Naum Duhani Beylere ait olduğunu öğrendim. Tiyatroyu Sultan Abdülmecid’in teşviki ve yardımı ile açmışlar. Bu hatamı burada düzeltiyorum. Tiyatroyu yine de kısaca anlatayım: At nalı planlı parter ve çepeçevre 3 katlı localardan ve de orkestra çukuru ve sahneden oluşan tiyatro, İtalyan mimar Geatano Fossati tarafından, 1848’de inşa edilmiş; Verdi’nin İl Travatore operası, Paris’ten evvel burada gösterime girmişti. 1853’te çıkan bir kısmî yangından sonra İngiliz mimar William James Smith tarafından tâdilen onarılmış, 1870 Beyoğlu yangını ile de ortadan kalkmıştı. Yerine bu gün ‘’Çiçek Pasajı’’ olarak adlandırdığımız ‘’Cité de Pera’’, Hristaki Zografos Efendi tarafından mimar Claenthe Zanno’ya yaptırılmıştır.

Burada meramım, kitabın içeriğini anlatmak değil. Nasıl olsa meraklısı kitabı alır ve okur. (YEM Kitabevinde satılıyor). Yine de Sait Bey Duhani’den ve ilginç bir iki anısından bir nebze de olsa bahsetmek istiyorum. ‘’Bey’’ sıfatının iki isim arasına girmesi bir Lübnan geleneği imiş. Çünkü Duhani ailesi (Türkçesi Tütüncü) Lübnan kökenli bir Hıristiyan cemaatine, melkit’lere mensup bir aile. Said Bey, babası Naum Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nun Lübnan Mutasarrıfı iken Beyteddin Sarayında doğmuş, büyümüş. Babası Hariciye Müsteşarı iken İstanbul’da, Beyoğlu’nun Rum, Ermeni, Musevi, Levanten asıllı ticaret burjuvazisi ve de İngiliz, Fransız, Rus, Alman, Avusturya, İspanya, Belçika, Felemenk, Romanya, İsveç, Norveç, Yunanistan, Sırbistan diplomatik kariyer mensupları ve de Osmanlı’nın üst düzey bürokratları ve hanedan mensupları ile beraber balolarda, kafeşantanlarda zevk u sefa içinde yaşamış. Yine babası Paris Sefiri olduğunda bu defa Paris gece hayatının müdavimi olmuş, ana dili gibi Fransızca konuşan ve yazan bir Paşazade. Duhani’ler, Yıldız Sarayına, Sultan Abdülhamid ve mabeynine de çok yakınlar. Said Bey Duhani, Yıldız Hamidiye Camiinde icra olunan Sultan II. Abdülhamid’in Cuma Selâmlık törenlerinin de müdavimi.

Doğaldır ki anılarında Sultan Hamid’in meziyetlerinden sitayişle bahsediyor. Tarihe meraklı olan okurlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu dönemlerini ve de Sultan II. Abdülhamid’in iyi ve kötü yanlarını bilirler. Yansız bir gözle bakarsanız, Meclis’i feshederek ülkeyi 33 yıl istibdatla yönetmesindeki kötülüklerinin yanı sıra, eğitime verdiği önemi ve de ülkeyi telgraf ağı ile donatmış olmasını, iyilikleri arasında saymak gerekir. (Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele başarısında bu telgraf ağı ile her kesime ulaşabilmiştir). Bütün bunların dışında Said Bey, anılarında Sultan Hamid’in özel yaşamındaki insani niteliklerine de yer veriyor. Sultan’ın polis romanlarına merakının yanında foksteriye cinsi köpeği Şeri’ye düşkünlüğünü, marangozluğu yanında sarayın ecza lâboratuarında ilaç imal ettiğini, Pastör’le mektuplaştığını öğreniyoruz. Sultanın soğukkanlılığını, önemli olaylarda dahi hiç istifini bozmamasını, örneğin Kurban Bayramının ilk gününe rastlayan 31 Mart 1901 günü, El Öpme Töreni esnasında oluşan şiddetli depremde bir an için susan bando takımına ve resm-i geçit yapan askere devam emri vermesini anlatıyor. Bir de yıllar yılı görmediği ve hiç de önemi olmayan yüzleri unutmazmış. (Bu haslet Süleyman Demirel’de de vardır). Kendisine suikast yapıldıktan ve suikasttan kurtulduktan sonra da çok sakinmiş. Bu esnada gördüğü bir jandarma neferini yanına çağırarak ona şehzadeliğinde kendisini Üsküdar’a geçiren kayıkçı olduğunu hatırlatmış, ‘’Hemen git soyun, Saray Çavuşu üniformasını kuşan da gel’’ talimatını vermiş.

Sultan Hamid'in sevgili köpeği foksteriye Şeri'nin soydaşı Milou'muz

Şimdi şu suikast olayına değinelim. 21 Temmuz 1905 Cuma günü olan suikast teşebbüsünü Ermeni komitacılar adına yapan, Belçikalı anarşist Joris’tir. Sultan, bu suikasttan Fikret’in şiirindeki gibi, ‘’Bir lâhza-i teehhür’’ sayesinde kurtulmuştur. Bu suikast hakkında Said Beyin anılarında anlatılan bilgi ile benim evvelce okuduklarım ve de babamın anlattıkları arasında bazı çelişkiler gördüm. Sait Bey olayı bizzat yaşadığına göre doğruları anlattığına inanıyorum. Sultan, olayın tahkiki için Necib Paşa’yı görevlendirmiş. Paşa, evinin bir bölümünü işkence haneye dönüştürmüş. Sorguya çekilen sanıkların olayı itiraf etmeleri için koltuk altlarına kaynar sudan yeni çıkmış yumurtalar yerleştirirmiş. (Bu tür işkenceyi de yeni duydum). Ne var ki asıl fail Joris, bu gibi işkencelere tabi tutulmadığı gibi konakta Sefaret dragomanları tarafından ‘’el bebek, gül bebek’’ şımartılıyor ve besleniyormuş. Bunun nedeni de Belçika uyruklu teröriste ‘’kapitülasyonlar’’ın verdiği dokunulmazlıkla el sürülememesiymiş. Joris, İstanbul’dan Belçika’ya gönderilmiş ve orada da affa uğramış. (Türkiye Cumhuriyeti’nin değerini bilelim). Benim başka kaynaklardan edindiğim bilgiye göre Joris, Sultan tarafından huzura alınmış; kendisine altın ihsan edilmiş. Doğuda başkaldıran Ermeni komitacılarına karşı ‘’tebdil-i kıyafetle’’ Osmanlı casusu olarak çalışmış. Verdiği raporlara göre, belirli bölgelerdeki Ermeni başkaldırılarına karşı, Sultan’ın Kürt askerlerden oluşturduğu ‘’Hamidiye Alayları’’nı üzerlerine göndererek tedip ettirmiş. Bilmiyorum hangisi doğrudur?

Sırası gelmişken, Sultan Hamid’in kitapta bulunmayan bir özelliğini de ben ilâve edeyim. Sultan Hamid, nazara çok inanır, ‘’gök gözlü’’ insanlardan hiç hoşlanmaz, onlardan uğursuzluk geleceğini vehmedermiş. Dolayısıyla ‘’teşrik-i mesai’’ ettiği kişilerin ve de tabii ki bendegân ve kurenanın hiç biri mavi gözlü değilmiş. Bilirsiniz, kendinden sonra Padişah olan kardeşi Sultan Reşad mavi gözlüdür. Bayram törenlerinde onunla görüştükten ve elini öptürdükten sonra tütsüler yaktırır, kurşun döktürür, kurbanlar kestirirmiş.

Tüm mavi gözlü dostlarımı tenzih ederim. Şüphesiz ki bu bir hurafedir. Ne var ki Sultan Reşad’ın saltanat dönemindeki olayları düşününce, … tövbe tövbe Ya Rabbim… Bir şey demiyorum.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 14 Ağustos 2011 Pazar 17:38:54
Güncelleme :16 Ağustos 2011 Salı 18:47:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 95.14.56.xxx Tarih : 16.08.2011 15:21:15

Tarihimizden gerçekden tam bilinmeyen ilginç ayrıntılar nefis bir dil ve uslûpla anlatılıyor. Gök gözlü nazargâhlığınına çok tatlı, esprili şekilde dokunuluyor. Rahmerli Annem, böyle çakır gözlü nazargâh komşunun (tam bilemiyeceğim İsmail Eniştenin ağabeyi mi, küçüğü mü) Harbiyeli Fahrettin Amcamızın sağlığı üzerine konuşarak vefatına sebebiyet verdiğini hikâye ederdi. İyi de bizim (özellikle rahmetli anamın ailesi içinde, başda öz amcası, halası, bolca çakır gözlü vardı). Benim kızım da çakır gözlü oldu, onun oğlu değil de, kara yağız oğlumun kızı çakır gözlü oldu. Bu kadar karışık vaziyetteyiz. Artık gözün etkisi kalmamıştır. Zaten böyle inaçlar da öteki olanlara yapılan yakıştırmalardır. Jerzy Kosinski adındaki Polonya asıllı Yahudi Amerikan yazar "Boyalı Kuş" romanında açık renk Polonyalıların kara gözlüleri uğur tutmadıklarını yazar. 


Yılmaz Ergüvenç IP: 85.108.135.xxx Tarih : 18.08.2011 08:51:34

Sevgili Teoman. Evet, ailemizin büyüklerinde olduğu gibi mavi gözlü, güzel çocuklarımız vardır. Sokakta herkesin Kıvanç Tatlıtuğ zannettiği torunum Kerem masmavi gözlere sahiptir. Ben burada ülkeye 33 yıl padişahlık yapmış kişinin, Sultan Hamid'in böylesine saçmalıklara, hurafelere inanmasını eleştirmek istemiştim. Her şeyden evvel, bu yurdu uçurumun kenarından döndürüp özgürlüğe kavuşturan, bizlere uygarlık yolunu açan Atamızın da mavi gözlü olduğunu unutmayalım.