25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Bir Azize:Türkan Saylan

Yıl 1976. İstanbul Bayındırlık Müdürü olarak resmi görevdeyim. Kapım herkese açık. Öyle sekreter mekreter kullanmıyorum. İçeriye 40 yaşlarında, güzel bir hanımefendi girdi: ‘’Ben Doktor Türkan Saylan.’’ Profesörlük titrini önemsemeyen, sanki halktan biri idi. İstanbul Tıp Fakültesinde öğretim üyesi ve de Cilt ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı imiş. Kadınların çok tercih etmedikleri bir branş. Hemen konuya girdi. O yıl Cüzamla Savaş Derneği’ni kurmuş, ömrünü bu hastalığı yurdumuzdan silmeye adamış. Türkiye’de bizim cüzam olarak bildiğimiz 10 binden fazla lepra hastası varmış. Evvelce bir cüzam hastanesi varmış ama hastaları barındıran depo gibi bir yermiş. Sonra nedense kapanmış. Hastalar sersefil ortalıkta dolaşıyorlar, halk bu kişileri dışlıyormuş. Artık hastalığın tedavi olanakları olduğunu, amacının hastaları sağaltacak bir hastane kurmak ve zamanla cüzamı yok etmek olduğunu anlattı. Bu iş için Bakırköy Akıl Hastanesi yanındaki bir binanın tahsisini başarmış. Fazla oyalanmadan yanıma teknik ekibimi alarak Türkan Hanımla binaya gittik. O zamana göre 20-25 yıllık, kâgir bir bina. Kolları sıvadık; rölöve aldık, binayı Hoca’nın istediği gibi projelendirdik. Sağlık Müdürlüğü’nün verdiği 3-5 kuruş ve bağışlarla binayı hastane haline getirebildik. İşte Türkiye’nin tedavi edici ilk Lepra Hastanesi böyle açıldı. Hastanenin ufak tefek eksikleri için uğradığımda Hoca dışarıya seslendi: ‘’Oğlum, Yılmaz Beye bir kahve yap.’’ Kahve geldi. ‘’Biliyor musunuz, kahveyi yapan bizim cüzamlı hastamız.’’ der demez sanki başımdan aşağı kaynar sular boşandı. O gayet sakin, ‘’Ne o, korktunuz mu? Korkmayın lepra herkesin zannettiği gibi bulaşıcı değildir. Daha doğrusu bu şartlarda bulaşmaz.’’ demesin mi?

Hastalığın Milâttan çok çok evvel eski Mısır, Yunan, Mezopotamya, Kudüs’te görüldüğü, Haçlı seferleri ile Avrupa’ya atladığı, cüzamlıların tecrit edilerek bir arada tutulduğu, Osmanlı’da miskinler tekkelerinin bulunduğu zihnimden şimşek hızı ile geçiyor, doktora inanmaz gözlerle bakıyordum. Doktor, bana sakin olmamı, artık cüzamın tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu, personel alma olanaklarının bulunmadığını, bu hastalarla bir aile ortamı içinde yaşadığını söyledi. Zaten onların sadece hastalıkları ile değil, sosyal durumları, aileleri, çocuklarının eğitimi ile de ilgileniyordu. Bu cansiperane çalışmaları semeresini verdi. 1976’daki 10 binleri aşan cüzamlı sayısı, 1990’larda 3 bine indi. Şimdilerde yıllık 5-10 kişide yeni olgu görülüyor ve hastalık hemen önleniyor.

Hoca, bu çalışmaları ile 1986’da Gandhi Ödülü’nü aldı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) lepra danışmanlığını yaptı. Uluslar arası Lepra Birliği (ILU) kurucuları arasında idi. Çalışmaları İstanbul’la sınırlı değildi. Anadolu’yu karış karış gezdi, hastaları topladı. Anadolu’da fakir olduğu kadar da cahil, batıl inanç ve törelerle kafaca Ortaçağ karanlığını yaşayan, kız çocuklarını okula göndermeyen insanlarla tanıştı.

1989’da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni (ÇYDD) kurdu. Başbakanlık İnsan Hakları ve İstanbul İnsan Hakları Kurulu üyeliği yaptı. Bu yıl kazandığı 100 bin Dolarlık Koç Ödülü’nü yine kız çocuklarının eğitimi için bağışladı.

Aileleri ikna ederek binlerce kız çocuğunu okula kavuşturan, yatılı bölge okulları inşa eden, mevcutların fiziki şartlarını düzelten Hoca, 20 yılda 10 binlerce çocuğa elini uzattı. Yine 10 binlerce öğrenciye burs sağladı. Hedefi bu rakamı 100 binlere çıkarmak. Ama büyük bir suçu var: Malûm cemaatin okullarına karşı, lâik ve çağdaş eğitimi ilke yapan okul ve öğrencilere olanak sağlamak. Hastalığı ile mücadele veren bu güzel insana vurulan darbe reva mı idi? ‘Şeriatın kestiği parmak’ içimizi çok acıttı.
 

 

yerguvenc@gmail.com


 

Yayın Tarihi : 17 Nisan 2009 Cuma 11:24:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem yücelErdem Yücel IP: 78.181.30.xxx Tarih : 18.04.2009 22:52:59

Tek kelime ile harika bir anı yazısı...

Ne yazık ki, bizim toplum ve o toplumda yönetim, hak , hukuk görevini üstlenenler ender de olsa yetişen değerlerimizi tanımaktan çok uzaklar. ..Bu bizim kaderimiz diyemiyeceğimiz kültürel nosyonumuzun  zayıf oluşu...

Böylesine tıp alanında uğraş veren, belki de yaşamının sonlarında  bu tür olayların  O'na reva görülmesi gercekten içimizi acıtıyor.

Türkan Saylan hanımefendi, her yönüyle eli öpülecek bir kişi... Ancak suçlumu diye sorarsanız , bence suçlu!..

Atatürk devrimlerine böylesine içten inanarak sayğı duymak onu korumaya çalışmak, demokrasiye inanmak bazı bağnazların görüşüne göre suçlu!.. Ancak Çağdaş yaşam derneği yerine çağdaş araplaşmak derneği kurmuş olsaydı, öğrencilerini kulaktan dolma hurafelerle yetiştirseydi suçlu olmaz, belki de bazılarınca el üstünde olurdu.

Ne var ki, gerçek hocanın değerini bilen biliyor, bazılarının suçlu saydığı, ulu orta iftiralar attığı dikkate almayın, aydınlanma felsefesini aşmış olanlar O'na hakkı olan değeri çoktan verdiler bile ... Klavyenize ve bilginize sağlık...