Kabasakaloğulları’ndan İbrahim, Kastamonu-Araç’ın Şabanlar Köyü’nde doğdu. Hemşerileri gibi enine-boyuna, kara saçlı, kara gözlü, beyaz tenli bir delikanlı olduğunda Araç’taki ustasından şekerciliğin püf noktalarını öğrenmişti. İstanbul’un taşı-toprağının altın olduğunu, hemşerileri Hacı Bekir’in İstanbul’da paraya para demediğini anlatan arkadaşını can kulağı ile ama hiç renk vermeden dinledi. Araç’ta üç-beş kişiye lokum, akide ve leblebi şekeri satarak bir yere varamayacağı kafasına dank etmişti.
Biriktirdiği akçeleri kuşağına koydu ve yola koyuldu. Kâh bir atlı yük arabasının üzerinde, kâh yürüyerek, bilmem ki kaç günde İstanbul’a vâsıl oldu. Hacı Bekir’in Bahçekapı’daki dükkânı arı kovanı gibi işliyor, Orient Express’le Avrupa’ya giden Frenk ve Levantenler, hediyelik ‘Bonbon Turc’ kutularını almadan Sirkeci Garı’na gitmiyorlardı. Bahçekapı, Dersaadet’in en işlek, ama en pahalı dükkân kirası olan semti idi. İbrahim’in burada dükkân açacak ve arkasına imalâthane kuracak kadar maddi gücü yoktu. İkincisi ve en önemlisi, bir şekercinin yanına yeni bir şekerci dükkânı açmak esnaf ahlâkına sığmazdı. Danıştığı hemşerileri, açacağı dükkân için Bâb-ı Âlî ketebesinin ve ulemanın yaşadığı, Paşa ve sivil rütbeli konaklarının bulunduğu Kocamustafapaşa semtini sağlık verdiler. O Kocamustafapaşa ki Dersaadet’in, Sünbül Efendi Cami, Türbe ve Külliyesini barındıran en mübarek birkaç semtinden biri idi.
Dükkân ve imalâthane Kocamustafapaşa’da açıldı. İbrahim, alışverişte gördüğü ve kaçamak göz attığı sarışın ve yeşil gözlü dilbere vuruldu. Şadiye, Girit’ten göçmüş, Çerkez asıllı bir ailenin kızıydı. Aile ‘dışarlıklı’ bir adama kızlarını vermek istemedi. Ama gönül ferman dinlemedi, İbrahim ne yaptı-etti, dilberle evlendi. Üç çocukları oldu: Fahrettin, Şerafettin, İsmail Hakkı. Ama heyhat! Ortanca oğlunun ardından İbrahim de apandisit patlamasından vefat etti. Henüz 40’ına yeni basmıştı. Genç ana iki oğlan çocukla kaldı. Kocasını çok sevmişti; ikinci kez evlenmedi; yaşamını çocuklarının yetiştirilmesine adadı. Büyük oğul Fahrettin Kocamustafapaşa, Harbiye’de Mustafa Kemal Selânik’in sınıf arkadaşı idi. (O zamanlar soyadı olmadığı için, okullu çocuklar doğdukları kentle, İstanbullular doğdukları semtle anılırlardı) İsmail Hakkı: ‘’Ağabey ben bu Mustafa Kemal’i çok beğeniyorum’’ dediğinde Fahrettin: ‘’Sen ne diyorsun, o bir tanedir. Çok zekidir; dersleri dinler, çalışmaya gerek bile duymadan çatır çatır sınıfını geçer; lâf aramızda çok da çapkındır’’ demişti. Ne yazık ki Fahrettin ‘tig-i cellâd-ı verem’e yenildi.
Küçük İsmail Hakkı, Davutpaşa Rüştiyesi’ne gidiyordu. Fedakâr ana, ‘Uyku Dede’ türbesinde türbedarlık yapıyor, uyumayan bebek analarına küçük torbalar içine hazırladığı mezar toprağını veriyor, bahşişlerle geçiniyordu. Genç kızlığında izdivacına talip olan, ama şekercinin aşkı ile reddettiği subay, Darüşşafaka Müdürü olmuştu. Gururunu kırdı, boynunu eğdi, çocuğunu yanına aldı, Hüseyin Paşa’nın huzuruna çıktı. İsmail Hakkı hemen Darüşşafaka’ya yazdırıldı. Yıl 1898’di. Darüşşafaka, Osmanlı’dan günümüze dek uzanan, yurdumuzun en seçkin irfan yuvalarından biridir. Okullar, yılların verdiği birikimle, gelenek, örf ve âdetleri ile gelişirler, değer kazanırlar. Bu günlere kadar binlerce ‘aydın beyin’i yurdumuza kazandırmıştır. O zamanlar 8 yıl olan okulda ilk 6 yıl iptidai, rüştiye, idadi dersleri, son iki yılda fen şubesinde elektrik ve posta-telgraf, sosyal bilgiler şubesinde gümrük mevzuatı dersleri ağırlıklı olarak görülürdü. İlk 6 yılda Kuran-ı Kerim, ulûm-u diniye, kıraat, imlâ, tahrir, Arabi, Farisi, Fransevi, hesap-cebir-hendese, tarih, coğrafya, kozmoğrafya, fizik, kimya, hikmet-i tabiiye, resim ve âdâb-ı muaşeret dersleri öğretilirdi. Yılsonunda bir ders ikmal (bütünleme), iki ve daha fazla dersler ipka (sınıfta kalma) olur, iki yıl üst üste ipka olan öğrenci ihraç edilir, sanayi alaylarına yollanırdı. Disiplinsizliğin en hafif cezası falaka, daha ağırı katıksız hapisti. İlk üç ay eve izinli çıkılmaz, daha sonraki aylarda, velisi gelenler hafta sonunu evde geçirebilirdi. Okulda dâhili, dışarıda hârici üniforma giyilir, fes başlardan çıkmazdı.
İsmail Hakkı, Darüşşafaka’da ağır bir eğitim gördü. Sabaha karşı yataktan mubassır değneği ile uyandırılan öğrenci, abdest alma kuyruğuna girer, sıra gelinceye kadar birbirlerine yaslanarak uyuklar, yedikleri değnekle toparlanır, beraberce sabah namazını kılarlardı. Kışın salonda, yazın avluda kahvaltı olarak verdikleri ekmek parçasını kemirirler, haftada bir gün verilen siyah zeytini ekmeğe katık ederlerdi. Öğrenci bu zeytine ‘karatavuk’ derdi. Çıngırağın çalınması ile tabur olunur, ‘Padişahım çok yaşa’ zemzemesi üç defa ‘isal-i künkre-i asuman’ eylenir ve dershaneye girilirdi. Bazı öğrenciler, Padişaha hırslarından ‘şa şa şa şa şa’ şeklinde bağırmalarını arada kaynatırlardı. Öğle ve akşam yemeklerinde kurufasulya-pilâv-üzüm hoşafı verilir, ayda bir-iki gün et ilâve edilirdi. Akşam, mütalâa saatinde ders çalışılır, topluca yatsı namazı kılındıktan sonra yatakhaneye gidilirdi. Hafta sonu azadından evvel Müdür Hüseyin Paşa: ‘’Öteden beri size tembih ederim..’’ diye başlayan nasihati irad eder, Muavin Zekeriya Efendi saç ve giyim kontrolü yapardı. Son sınıfa gelmiş toy delikanlı İsmail Hakkı, hafta sonu gittiği Kel Hasan Efendi Tiyatrosunda kantocu Minyon Virjini’ye sırılsıklam âşıktı; Cuma akşamı okul dönüşünde, yatakhanede hüngür hüngür ağlardı.
Darüşşafaka, baskı, zulüm ve eksik gıda rejimi sonunda, 1903’te öğrenci direnişine tanık oldu. Sınıf çavuşu 6 öğrenci, Bâb-ı Âli’ye yürüdü. İsmail Hakkı, muti bir öğrenci olarak etliye sütlüye karışmadı. Elebaşılar, Sadrazam Arnavut Ferit Paşa’ya makamında şikâyetlerini dile getirdiler. Bunu duyan Sultan Abdülhamit gazaba geldi. Darüşşafaka’nın kapatılmasını, talebenin diğer okullara dağıtılmasını Mabeyinci Arap İzzet Paşa (Holo)’ya irade etti. Sonunda Hünkârın yakınları binbir rica ve minnetle kararı geri aldırabilmiş, direnişçi öğrenciler tardedilmiş, müdür ve mubassırların değişimi sağlanmış, yönetim ve yemekler eskiye nazaran biraz daha düzelmişti.
İsmail Hakkı’nın sınıfından 21 kişi mezun oldu. 8’i posta-telgraf, diğerleri rüsumat (gümrük) mezunu idi. Yıl 1906. Sultan Hamit, o yılın mezunlarına bir cemile yaptı. Çıkardığı ‘irade-i seniye’ ile her bir mezunu biner kuruş (on altın lira) aylıkla posta-telgraf ve gümrüklerde görevlendirdi. Okuldan mezuniyetleri ile çocukların üzerindeki manevi baskı sona erdi. Darüşşafaka’nın 1883 yılı mezunu yazar ve edip Ahmed Rasim, 1906 mezunlarına Beyoğlu’nda yemek verdi. Yemekte, onları hayata hazırlayan konuşmalar yaptı. Onlara âdâbı ile rakı içmesini öğretti. İşte Osmanlı bu idi. Osmanlı İstanbullusu, dini bütün ama asla bağnaz değildi.
İsmail Hakkı ERGÜVENÇ
(1887 – 1974)
İsmail Hakkı Bey 1887’de İstanbul-Kocamustafapaşa’da doğdu. Sağlıklı bir çocuktu; Davutpaşa Rüştiyesi’nde eski başbakanlardan Recep Peker’le güreş tutardı. 1898’de girdiği Darüşşafaka’yı 1906’da bitirdi. İstanbul Gümrüğünde memurken Mekteb-i Hukuk-u Şahane’ye devam etti. Aliyyülâlâ derece ile 1910’da mezun oldu. Anadolu’nun muhtelif kentlerinde 40 yıl süre ile savcılık ve hâkimlik yaptı. Bir milletvekilinin haksız iktisap ettiği araziyi köy tüzel kişiliğine iade etti ve muhalif suçlaması ile resen emekli edildi. Bir süre avukatlığı denedi. 1974’te vefat etti. 5 çocuk yetiştirdi. Bendeniz en küçük oğluyum . Ruhu şâd olsun.
yerguvenc@gmail.com
İnan, Yılmaz , gözlerim yaşararak okudum. Benim nur yüzlü, tatlı dilli, canlı tarih sohbetlerine doyum olmayan, tüm âlemle barışık, munis, sevecen İsmail Eniştem, özlediğim dille, Osmanlı uslûbu ile bu kadar güzel anlatılabilir miydi? İşte Tanrının gerçek sevgilisi, varsa Cennetin asıl hak edeni, Anadolu kökenli, İstanbul hamurunda yoğurulmuş, bağnazlık dışındaki değerleri öğreten tam bir Osmanlı aydını. Kim demiş "Osmanlı kimliksizdir" diye?
Not. Virjiniye aşkını bilmiyordum.
Saygıdeğer Erdem. Yorumuna teşekkür ediyor, bir küçük hatanı düzeltmek istiyorum. Babamı 'görülen lüzum üzerine' kaydı ile resen emekli ettiren Afyonkarahisar milletvekili DP'li değil, CHP'li idi. Yıl 1948'di ve DP henüz iktidara gelmemişti. CHP iktidardaki son iki yılını yaşıyordu. Emeklilik tebliğinden sonra babam, adını zikrettiğin milletvekiline ağır bir mektup yazdı. Türkiye'nin çok yakın zamanda tek parti iktidarından kurtulacağı, jandarma, eşraf ve onun gibilerin köylüye yaptığı baskı ve eziyetin ve de saltanatlarının sona ereceği umudunu yitirmediğini ifade etti. Zat-ı âlîlerinden (!) hiçbir yanıt gelmedi. Bu arada DP'den babama parti üyeliği ve milletvekilliği vaadi geldi. Bir ara Afyonkarahisar'a gelen Celal Bayar da millî mücadele döneminde savcılık yapan babamın hizmetlerini hatırlamıştı. (O döneme ait anılarından bir kısmını Yörük Ali Efe yazımda anlatmıştım) Babam DP İl örgütünden birkaç gün mehil istedi. Sonunda yüksek tansiyonlu bünyesinin politikaya elvermeyeceğini düşündü, 'nalet olsun' dedi ve İstanbul'a geldi.
İ.Hakkı Ergüvenç ile ilgili yazınız anı olma özelliğinin yanı sıra aynı zamanda alınması gerken bir ders niteliğindedir. Ders alınması gereken olay bizim toplumumuzun anı veya otobiyoğrafi yazma alışkanlığı olmayışıdır. Böyle olunca da bir çok tarihi olay O kişiyle birlikte yok olup gidiyor.
Söz konusu sayğın kişi annemin babasıdır. Onun anlatığına göre İbrahim beyin İstanbul'a gelip şekerci dükkanı açması bir rüya ile bağlantılıdır. Büyükbabamdan öğrenğimi göre İbrahim Bey,İstanbul'a parasız gelmiş, birkaç gece aynı rüyayı görmüş; rüyasına giren kişi ona sürekli senin kısmetin Kocamustafapaşa'daki bir ağaç kovuğunda diyormuş. Nihayet sabaha karşı kalkmış, kendisine söylenen ağacı bulmuş, kovuğuna eline soktuğunda bir çorap içerisinde altın liralar bulmuş ve onunla da şekerci dükkanını açmış. İsmail Hakkı Ergüvenç, Milli Mücadeleyi, Yunan ve İtalyan işgalini yaşamıştır. Onlarla ilgili bir çok yazılması gereken anıları vardır. Yörük Ali Efe ile birlikte olmuş, Söke, Nazilli ve Çine de savcılık hakimlik yapmıştır. İzmir'in kurtuluşundan sonra oraya atanan ilk hakimlerdendir. Yunan esirleri, ile de anıları vardır.Kısacası canlı bir tarihtir.
Bu değerli kişi ne oldu diye soracak olsanız; Afyanda hakim iken, yazarın da belirttiği gibi Demokrat Parti'nin iktidara gelişiyle birlikte DP Milletvekili Ali Taşkapılı'nın kanunsuz bir işine hayır diyince, "bu hakim bizden değil" diye emekli edilmiştir. Kısacası bugün gemi azıya alan kadrolaşma hareketi DP ile başlamıştır. Yargıtay üyeliğine aday iken birden emekli oluşu onu çok üzmüştü. Son günlerini emekli ikramiyesi ile aldığı küçük bir evde tarih ve dinlerin tarihleri ve felsefelerini okuyarak geçirmiştir. Nur içinde yatsın.