17
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Bodrum bükleri

Biliyorum, aranızda ‘bük’ sözcüğünü yadırgayanlar olacak. Bük, Bodrum yerel ağzında ‘küçük koy’ anlamına geliyor. Bodrum Yarımadası kıyıları, topoğrafik yapı itibarı ile bir çok burunu ve de burunlar arasında bir çok bükü ve karşılarındaki küçük adacıkları içerir. Büyük fırtına ve dalgaya yakalanan tekneler, her zaman yakınlarında sığınacak bir bük bulabilirler. Yarımada, bükler sayesinde adeta denizle iç içe yaşar. Bu özellik, aynı yarımada içinde değişik ortamlar ve değişik peyzajlar yaratarak Bodrum’u diğer turizm bölgelerinden farklı kılar.

Bodrum büklerini gezmeye, Kuzey yönünden başlayalım. Çünkü, ister uçakla gelin, ister kara yolunu kullanın (ki biliyorsunuz ne yazık ki, deniz yolu diye bir yol yok) Bodrum Yarımadası’na Kuzey yönünden girer ve o harikulâde Bodrum mavisi ile ilk kez Güvercinlik’te karşılaşırsınız. Güvercinlik, geniş koyu ve karşısındaki Salih Adası ile çok şirin bir beldedir. Arkasındaki Mumcular ve köyleri, cana yakın halkı ve dokudukları Türkmen halıları ile ünlüdür. Güvercinlik’in eskiden pırıl pırıl bir koyu vardı. Şimdi, sahile kadar dayanmış balık çiftliklerinin bulunduğu yerlerde mavi deniz yerine yeşilimsi gri bir bulamaç görüyorsunuz. Yöre ekonomisinde önemli yeri olan balık çiftliklerinin kıyıdan uzaklaştırılarak açık denizlere alınmasını diliyoruz.

İkiz Adaları görerek yolumuza devam edelim ve Torba’ya gelelim. Torba, Bodrum kent merkezine 6 km. uzaklıktadır. Ama biz daha Güllük (Mandalya) Körfezindeyiz. Bodrum kenti ise Gökova (Coya) Körfezine bakar. Yani, bu kısa yol, Yarımadayı dikine keserek Bodrum’a ulaşır. Bizim amacımız bükleri görmek olduğuna göre sahil yollarını kullanarak saat ibresinin aksi yönünde hareketle Bodrum’a ulaşmak olmalıdır. .

Bu günün Torba’sı, marinası, lüks otelleri ve tatil köyleri ile anılıyor. Yol aldığımız Kuzey yamaçları, çam ormanları ile kaplıdır. Çam ormanları varlıklarını, bu yamaçlara Akdeniz iklimine meydan okuyarak esen yıldız ve poyraz rüzgârlarının vurması ve beraberinde yağmur getirmesine borçludur. Güney yamaçları ise kayalık zemini ve makilik örtüsü ile Akdeniz iklimini sergiler. Bu farklılık da Bodrum’un diğer bir güzelliğidir. Torba’nın devamında Çamça ve Gökburun arasında Ilıca bükü vardır ki, halk arasındaki ismi ‘Cennet bükü’dür.

Daha sonra Gölköy ve Türkbükü gelir. Burası eski bir Likya yerleşimidir. Çok yakın zamana kadar yol kenarında kaya mezarlarına rastlanırdı. Şu anda yerinde yeller esiyor. Her halde genişletilen yola kurban gittiler. Bu iki yerleşim, yakın zamanda birleşerek Göltürkbükü adını aldı ve belde belediyesi oldu. İyi mi oldu, kötü mü? İmar uğruna yok olan değerleri düşününce iyi oldu diyemiyorum. Belde, kısa zamanda sahil boyunca yerleşen gayri nizamî iskeleleri ile ün yaptı. Bu iskeleler, gündüz vakti büyük yastıklar üzerinde güneşlenen ve denize giren, yurdumuzun en popüler manken ve starlarına yataklık etmekte, gece ise müziklerini sonuna kadar açarak sabaha kadar bar, restoran ve gece kulübü olarak çalışmaktadır. Koyda, tüm yaz boyunca dünya standartlarında onlarca lüks tekne ve yat demirler. Bu tekne ve yatlar, yurdumuz sosyetesinin, onların ağzı ile ‘krem dö la krem’(!) tabakasını oluşturan, bazıları köklü, bazıları yeni zengin ailelere ait bulunuyor. Tabii ki peşlerinde, basının çilekeş kameramanları, yeni deyimle paparazziler, TV programlarına haber ve poz yetiştirebilme azmi içinde görevlerini yapıyorlar. Kolay değil, alt ve orta sınıf Türk halkı, daha ziyade ev hanımları, bu programları seyredebilmek için akşamı dar etmekteler. Galiba biz de halkımızdan geri kalmayarak kaçamak göz atmaktan kendimizi alamadığımız bu programlara fazla daldık.

Yola devam edelim. Bundan sonraki durağımız, Gündoğan yalısıdır. Bu yalının yamaçtaki köyünün eski Rumca adı Farilya’dır. Israrla bu ismi telaffuz ederek canlandırma gayreti içinde olanlara sakın şaşırmayın. Onların ruh hallerini psikologlar çözsün. Gündoğan koyunda deniz cep gibi içeriye girer. Sürekli rüzgâr alan koy, vindsörf sporu için uygun ortamdır. Yakın zamana kadar sakinliğini korudu. Son yıllarda zengin sitelerin rağbetine mazhar oluyor.

Şimdi, güzelim Ağaçbaş ve Tilkicik koylarını görerek Yalıkavak beldesine girelim. Yalıkavak, çok küçük bir balıkçı ve süngerci köyü iken, birden bire üst düzey kişilerin göz bebeği oldu. Daha 1970’lerde yolu bile yoktu. Buraya ilk yerleşenlerden birisi, bir Alman’dır. Alman’ın eski bir Nazi olduğunu söyleyenler var. Fakat, her kim ise, kısa zamanda köylülerce çok sevilen bir insan haline geldi. Malikânesi Tilkicik koyu üzerinde. Kıraç arazisini koruluk haline getirdi. Ölümünde, Almanya’dan papaz geldi; bahçesinde kazanlar kaynadı; tüm köylü hem yedi, hem ağlaştı. Bilmediğimiz bir yönü varmış ki, Bakanlar Kurulu Kararı ile kendi bahçesine gömüldü.

Yalıkavak’ın rüzgâr alan tepelerinde yel değirmenleri vardır. Şimdi hepsi metruk. İşte bu tepelere yeni malikâneler inşa edilmeye başlandı. Öğrenciliğinde, beş parasız, otostopla buralara gelen bir bankanın genel müdürü, yaptığı malikâne ve botanik bahçesi ile bu çığırı açtı. Arkası geldi; devam eden bir çok inşaat var. Bu malikânelerden ve de yol kenarındaki değirmenlerden görülen Küdür Yarımadası, bükleri ve adacıkları, gözlere muhteşem bir manzara sunuyor.

Buradan Güneye devam ederek ve de Büyük ve Küçük Kiremitlik Adalarını geçerek Gümüşlük’e geliyoruz. Herodot tarihinde de bahsedildiği gibi antik dünyadaki ismi olan Myndos, ana tanrıçaya tapınma anlamına geliyormuş. Roma döneminde Cassius ve Brütüs de burada bir süre kalmış. Döneminin ihraç limanı olduğu anlaşılıyor. Çünkü, civar tepelerde gümüş madeni ocakları varmış. Gümüşlük ismi de bu metruk ocaklardan gelse gerek. Limana ait mendirek, şu anda denizin içinde gömük durumda. Bu mendireğin üzerinden ve denizin içinden yürüyerek Tavşan Adasına ulaşıyorsunuz. Buradaki restoranlarda, denizin bitişiğindeki masalarda otlu mezeler ve balıkla rakı içmenin bir başka tadı var. Gümüşlük, SİT bölgesi olmasına rağmen, belde belediyesi tepelere ruhsat vermiş. Paranın gözü kör olsun. Tepeler her geçen gün, çirkin manzaralı ev kümeleri ile dolmakta.

Daha Güneydeki Kadıkalesi, Helenistik döneme ait kalesi ile güzel bir sahil köyü. Devamında Turgutreis kenti var. Turgutreis’e belde diyemiyorum; burası artık kent olmuş. Temiz yolları ve marinası ile güzel bir yerleşim. Turgutreis adı, Osmanlı Amirali Turgut Reis’in burada, Karatoprak’ta doğması nedeni ile verilmiş. Kentin karşısında bulunan Çatal, Yassı, Sarıca, Tüllüce adalarının ortasından denize inen güneşin gün batımı manzarası, bölgeye ayrı bir özellik katıyor.

Daha güneyde, motorcuların azgın dalgalarla boğuştukları dönemeçte, hilâl şeklinde kumsala sahip Akyarlar var. Buradan, Yunanistan’a ait Kos (İstanköy) adasını çok net bir şekilde izleyebilirsiniz. Aşağısında, kumsalı ile meşhur Karaincir plajlarında, örneğin Bal Mahmut’un yerinde şezlongda güneşlenir, denize girer, gözlemenizi yer ve yolunuza devam edersiniz. İşte Bodrum’un en güzel bir yanı da her keseye göre, elverişli tatil olanakları sunmasıdır.

Aspat dağı ve bükü, klasik çağdan günümüze kadar çeşitli uygarlıkların kalıntılarını içerir. Fakat sahipsizdir. Motorcuların söylediğine göre, 50-60 sene kadar evvel, bir İngiliz turist hanım, her sabah elinde kazma kürekle dağa tırmanır, akşam torbasını doldurur dönermiş. Bu olay, polisin ilgisini çekmez, ama barda turist kızlarla oturan yerli delikanlılar fuhşa teşebbüs suçu ile karakola celp edilirmiş.
Bundan sonrası, Ortakent (Müskebi) yalısında bulunan Yahşi, Bağla, Kargı, Bitez bükleridir. Hepsinin kendine özgü, ayrı güzellikleri vardır. Bitez yalısı, hani şu meşhur Çökertme türküsünde bahsedilen Çerkez Kaymakamın aşk kıskançlığı uğruna kaçakçı Halil’i İbraam Çavuşa vurdurduğu bölge oluyor. Sığ denizi ve rüzgâr alması ile vindsörfçülerin beğendiği bir bük. Sahil boyu, trafiğe kapalı gezi yolu, otel, plaj ve restoranları ile turizmin hizmetinde.

Bundan sonrası, İç Ada ile Yarımadanın birbirine yaklaşarak boğaz oluşturduğu ve halkın Akvaryum adını verdiği Adaboğazı’dır. Ancak denizden ulaşılabilen bu boğaza Bodrum’un en keyifli denizi diyebilirim. Pırıl pırıl suda, onlarca metre aşağısını ayna gibi görür, balıkların arasında yüzersiniz.

Doğuya döndüğümüzde Gümbet koyu ile karşılaşırız. Gümbet, ismini yöreye has kubbeli yağmur sarnıçlarından alır. Bu gün, yüzleri aşan otelleri, restoranları, barları ile orta sınıf turistin, özellikle İnglizlerin tercih ettiği bölgedir. Kendilerine has her türlü eğlence ve taşkınlığı burada yaşarlar. Bizler semtine uğramayız.

Nihayet Bodrum kentine geldik. Bodrum, 1923 yılına kadar Rum ve Türk mahallelerinden oluşuyordu. Kalenin sağ tarafındaki Türk mahallesinde Türkmenler ve 1897 Girit Rum katliamından kurtulabilmiş göçmenler otururdu. Sol taraftaki Rum mahallesine, 1923 mübadelesinde gelen mübadiller yerleşti. Çoğunluğun geçim kaynağı denizdi. Balıkçılar ve süngerciler, ‘medarı maişet motoru’nu (Sait Faik) denize sürer, karada kalan işçi tersanede çalışır, esnaf yelken bezi diker, sandalet yapardı. Türkmenler çiftçi ve hayvancı idi. Evleri Rum kalfa ve ustalar yapardı. Çiftçiler ‘musandıralı (bir nevi asma katlı)’ evlerde, esnaf Sakız biçimi (tek kat, orta sofalı, iki yanı odalı) evlerde, eşraf kule tipi (merdiveni çatıya kadar çıkan 2-3 katlı) evlerde otururdu. Tüm evler beyaz, yani kireç badanalı idi. Rumlar gittikten sonra bu işlere Giritliler soyundular. Bodrum mutfağına ot kültürünü de getirenler bu Girit göçmenleridir. Rum mahallesindeki Aya Nikola Kilisesi 1940’lı yıllara kadar kaldı. Sonra, Muğla Nafıa Müdürlüğünden bir fen memurunun ‘…Nikola adlı birinin mail-i inhidam kubbeli kilisesi…’ raporu ile Kaymakamlıkça yıktırıldı. Yerine Halkevi yapıldı.

Bu günün Bodrum sevdalısı gençlerine çok yabancı olan bu yaşam tarzını, Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir) ‘Mavi Sürgün’, ‘Aganta Burina Burinata’ roman ve denemelerinde, Selçuk Erez’in ‘İstanköy Altı Bodrum’ anılarında, ilk turizm hareketini, Azra Erhat’ın ‘Mavi Yolculuk’, ‘Mavi Anadolu’ anı ve denemelerinde bulabilirsiniz. 1970’li dönemlerin Bodrum’unu Selim İleri’nin ‘Her Gece Bodrum’ romanında okuyabilir, MFÖ’nün ‘Bodrum Bodrum’ şarkısı ile hayallere dalabilirsiniz.

Artık, Zeki Müren’in restore edilen Han’ın avluya bakan barında, veya Seyfi’de, Erol Simavi’nin Veli’nin barında içkilerini yudumlamaları tarih oldu. Ertegün’lerin mimar Turgut Cansever’e restore ettirdikleri beyaz, çifte konaklar da gürültü keşmekeşinin ortasında kaldı.

Biraz da Bodrum’un kent içi plajlarından bahsedelim. Motorla ulaşılan Bardakçı koyu plajı, Zeki Müren döneminde çok meşhurdu. Bardakçı (Salmakis) koyu, çift cinsiyetli Hermafrodit’in doğduğu yerdir. Plaj, merhum Zeki Müren’in bu derece rağbetine mazhar olduğuna göre acaba bu mit’in etkisi var mı idi, bilemiyorum. Plajın şimdi eski şaşaası kalmadı. Zaten yanı başında Ordu Evi tesisleri var; oralarda kuş uçurtmazlar.

Marina tesisleri Bodrum’un yüz akı olmuştur. Marinadan itibaren Neyzen Tevfik Caddesi boyunca rıhtım, mavi yolculuk teknelerinin yanaşma yeridir. Kaleyi geçtikten sonraki Cumhuriyet Caddesi’nin kumsal ve denizi, atık su arıtma tesislerinin devreye girmesi ile girilebilir duruma gelmiştir. Turizmin namlı ismi Halikarnas Disko’yu geçtikten sonraki Paşa Tarlası Caddesi boyunca da denize girilebilmektedir. Bütün buralar dar bütçeli turist için her turizm bölgesinde bulunmaz bir nimet olmuştur.

Bundan sonrası İçmeler mevkii olup, Bodrum’un özellikli ‘gulet’ ve ‘tirhandil’ teknelerinin imal edildiği tersane alanlarıdır.

Daha ileriye sahilden gidemezsiniz. Kuzeyden gelen yollarla beslenen Yalıçiftlik bölgesi, bu günün modern turizm tesislerinin bulunduğu ve de inşa edildiği, kendi içinde ayrı bir âlemdir. 

Bütün bu büklerin özelliği ve de güzelliği, tarih ve doğanın iç içe olmasından kaynaklanıyor.
Yayın Tarihi : 26 Eylül 2006 Salı 18:53:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?