20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Bodrum’un Yalıkavak Beldesi


Bodrum Yarımadası’nın kuzey yönüne düşen, Güllük (Mandalya) Körfezi’ne bakan şirin bir beldedir Yalıkavak. Belki de şirin bir belde idi dersek daha doğru olacak. Geçenlerde (30 Ağustos 2008’de) beldenin CHP’li Belediye Başkanı Mustafa Saruhan’ı görevden aldılar. Uzun zamandır hakkında yürütülen imar soruşturmaları sonuçlanmadan Başkan’ın İç İşleri Bakanlığı’nca azli, beldede büyük yankı yaptı. Bu azil olayı, bir kısım Yalıkavak seçmenleri tarafından Türk ve CHP bayrakları ve Atatürk posterleri eşliğinde, bir miting havası içinde protesto edildi. Bu görevden alma olayında politik etkenlerin rolü oldu mu, bilemiyorum.

Yalıkavak turistik alan şeridinde apart-otel ruhsatı alıp villa olarak satılan ve denizi topluma kapatan birçok inşaattan biri.


Yalıkavak, sadece bu başkanın döneminde değil, daha evvelki başkanların dönemlerinden beri zaman zaman yapılan plan değişiklikleri ile tarlalarını, mandalina bahçelerini, zeytinliklerini, makiliklerini, dağlarını-taşlarını her geçen yıl, bir evvelki yılı aratacak derecede kaybeden ve betonlaşmaya terk edilen bir kasabadır. Ne var ki, doğa zenginliklerinin bir bir elden çıkması kimseyi, özellikle yerli halkı rahatsız etmez. Rahatsızlık bir yana, kendilerine rant kapılarını açan yönetime sempatilerini esirgemezler. 

Yalıkavak'ta dağları oyarak yerleştirilen bir site inşaatı. Arka planda yoğun bir yerleşim daha görülüyor.


Şimdi buraya bir nokta koyalım. Azledilen başkan hakkında ‘vur abalıya’ durumuna düşmeyelim. Konuya sadece bu belde içinden değil, tüm turistik beldeler açısından bakalım. Deveye boynun niye eğri demişler, nerem doğru ki diye cevap vermiş. Betonlaşmaya terk edilen kasaba ve kentler sadece Yalıkavak’tan ibaret değil ki. Başbakan Turgut Özal, bürokrasiyi küçültmek, yerel yönetimlere inisiyatif tanımak, böylece demokrasiyi halk katmanlarına biraz daha yerleştirmek gibi iyi niyetlerle İmar ve İskân Bakanlığı’nı kaldırdı. İmar ve İskân Bakanlığı, yurt yüzeyinde imar planları düzenleyen veya belediyelerince yapılmış imar planlarını düzelten veya reddeden veya onaylayan bir otorite idi. Bakanlığın feshi ile yetkilerinin % 90’ı yerel belediyelere, % 10’u Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na verildi. Bu uygulama, uygar ve imar kültürü olan ülkeler için çok doğaldı. Nitekim batı ülkelerinde belediyelerin yetki ve faaliyet alanları bizimkilerden kat be kat fazladır. Ben burada mesleğim gereği olarak, sadece imar konuları içinde kalmak gayreti içindeyim. Ancak şuna inanıyorum ki demokrasi, yönetim biçimlerinin en az kötü olanıdır. Demokratik ortamda yapılan uygulamalar, aksaklıkları resen denetleyen kültürlü, dürüst ve cesaret sahibi halklarla ve sivil toplum örgütleri ile başarılı olabilirler. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’, ‘İki el bir baş için’, ‘Her koyun kendi bacağından asılır’, ‘Gemisini kurtaran kaptan’ gibi deyişleri olan bireysel bir toplumu; ‘Üzümünü ye de bağını sorma’, ‘Yağmur yağarken küpünü doldur’, ‘Bal tutan parmak yalar’, ’Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ gibi deyişleri olan çıkarcı bir toplumu doğru yolda eğitememişsen, demokrasiyi de kendine benzetiyorsun demektir. Bir de son yılların ‘Yesin, helâl olsun ama iş yapsın’ deyimine ne demeli? Demek ki, kentlerimizdeki ve kasabalarımızdaki imar kargaşasına ve de bu ‘Hân-ı Yağma’ya şaşırmamak gerek.

Yalıkavak sahilde mandalina bahçeleri üzerine kondurulan garaj ve mağaza bloku. Daha doğrusu imar cinayeti.


Belediye meclislerine ve belediye başkanlarına verilen denetimsiz yetkilerin neden olduğu gülünç olaylar vardır. Bunlardan birisi, Marmara bölgesindeki bir kasabanın belediye meclisinin oy birliği ve başkanın onayı ile gerçekleştirdiği bir olaydır. Kasabanın jeolojik haritasında görülen ve imar planına işlenen ‘inşaata yasaklı fay hattı’ bölgesini, imar planı değişikliği ile kasabanın 10 kilometre kadar ilerisine götürmeye karar verdiler. Bu durumda kültürsüz, bilim ve tekniğe saygısız belediye meclislerinin aldığı kararlara nasıl güvenebilirsiniz? İstanbul’da yapılacak üçüncü köprünün yerine, şehir plancılarının, mimarların, mühendislerin, jeologların, trafik uzmanlarının, istatistikçilerin, ekonomistlerin değil de başbakanın karar verdiği bir ülkedir burası.

Yalıkavak'ta sahilde mandalinalar sökülerek betona dönüştürülen diğer bir mağaza bloku.


Nereden nereye geldik. Yalıkavak belediye başkanının imar icraatında eğer bir suçlu varsa o suçlunun bizatihi ve sadece kendisi olmadığını anlatmak istedim. Adam, mevzuat ne diyorsa ve toplum ne istiyorsa onu yapıyor. Yalnız basının diline düşmesine neden olan iki olayı var: Yalıkavak merkezinde, denize inen yolun iki yanında iki nefis mandalina bahçesi vardı. Bu yıl, arazideki mandalinaların sökülüp yerlerine iki kocaman inşaat yapıldığına tanık olduk. Bina bitince kapalı garajı olacak ve de lüks mağazalar açılacakmış. Garaj yapıp otoları kasabanın bağrına niçin sokuyorsun? Lüks mağaza açmak bu şirin beldeye mi kaldı? Lüks meraklıları için Bodrum kent merkezinde bütün dünya markalarını bulmak olanağı var. Peki, nedir bu rezillik? Çünkü Yarımadanın tümünü içine alan bölge planı yok. Belde belediyeleri arasında eşgüdümü sağlayacak bir otorite de yok. (Her halde mevzuat hazretleri kaymakama bu yetkiyi vermiyor.) Ve de koyun deyimindeki gibi her belediye kendi başına, kendi bacağından asılmak istiyor. Bu bir. İkincisi, önünü sonunu düşünmeden beldeye rant kazandırmak ve bunu oya çevirmek gayreti içinde. Koskoca bir dağı tıraşlayarak yapılan villalara ruhsat vermesi de diğer bir ayıp.

Yunanistan'ın Simi adası. Görünüm Bodrum'dan çok farklı değil. Farkı temizlik ve iyi servis.


Bu arada devletin turizm politikasında da kanımca bölge bazında yanlışlar yapılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın resen yaptığı (mahkemenin yürütmeyi durdurduğu) 1/25 bin ölçekli planlarda sahil ve koyları kitle turizmine açmak amacı ile 5 katlı ve 4 veya 5 yıldızlı otellerin sıralandığını gördük. Kitle turizmi politikası Akdeniz sahilleri için uygun olabilir. Ancak Ege Bölgesi ve Bodrum Yarımadası, tarih ve arkeoloji geçmişi ile ve de kendine özel mimarisi ile kitle turizmine değil, kaliteli turistin ağırlanacağı butik otel ve pansiyonlara, otantik ortama ve çarşılara, dünya ve yerel mutfakları sunan restoranlara, temizliğe, temiz deniz ve plajlara ve de doğal peyzaja ağırlık vererek ünlenmelidir.

Simi adası balıkçı limanı


Son yıllarda, özellikle AB üyesi olduktan sonra bizden kat be kat daha fazla zenginleşen Yunanistan, Ege adalarında çok katlı ve 5 yıldızlı oteller yapmaktan âciz midir? Katiyyen. Peki niçin yapmıyorlar da adaların antik havasını bozmamak için âzamî gayret sarf ediyorlar dersiniz? Yarımada’nın belde belediye başkanları sık sık Yunan adalarına giderler; Yunan beldelerini kardeş kent yapmaya çalışırlar. Acaba onlardan hiç mi ders almazlar? Doğa düzeninin değişimine boş verip, dağlara, tepelere kadar yayılmış ikincil evlere, senede bir ay kullanılıp on bir ay boş kalan bu beton yığınlarına ruhsat vererek mi turizme hizmet ettiklerini zannederler? İç turizme, özellikle İstanbullulara bel bağlayarak, tabiri mazur görün, çok insancıl bir deyim değil ama söylemeden geçemeyeceğim; ‘körlerle sağırlar, birbirlerini ağırlar’ muhabbeti daha ne kadar devam edecek? Zaten artık yeni yapılan evler de satılmıyor. İstanbullu Bodrum’a doydu. İki üç yıldır Türk turistinde de buralara karşı bir bıkkınlık, betonlaşmaya ve kentleşmeye karşı bir rahatsızlık, göz göre göre kazıklanmaya karşı bir nefret, kötü servise karşı bir memnuniyetsizlik baş gösterdi.

Yunanistan'ın Simi adasında otantik yerleşim dokusu


Artık ‘Beyaz Türkler’in yeni mekânı Yunan adaları, özellikle Kos (İstanköy) ve Simi (Sömbeki) adaları oldu. Bu adaların limanlarında Türk teknelerinden geçilmiyor. Türk turisti bu adalarda Bodrum’dan farklı ne buluyor da gidiyor? Bozulmamış doğa, dejenere edilmemiş, yoğunlaşmamış Ege mimarisi, temizlik, sıcak ilgi, birinci sınıf servis ve de mâkul fiyat buluyor. Simi’deki Manos’un meyhanesi Türklerin uğrağı haline gelmiş. Meyhanede Manos’la sarmaş dolaş, eski bir başbakanımıza, eski politikacılara, holding patronlarına, iş adamlarımıza rastlayabilirsiniz.

O adalardan bizim kıyıların yoğun ev yığınları halindeki ve de perişan görünümleri hiç de hoş değil. Acaba bundan sonra aklımızı başımıza toplayabilir miyiz dersiniz? Eskilerin ‘Ba’de harab-ül Basra’ diye bir sözleri vardır. Genç okurlara açıklayayım: Basra harap olduktan sonra…, yani iş işten geçtikten sonra neye yarar anlamında bir söz.

Bu sezonun Bodrum yazılarına burada son veriyorum. Epeydir ihmal ettiğim İslâm mimarlık sanatına olan genel bakışıma bundan sonra devam edeceğim.

Yayın Tarihi : 9 Eylül 2008 Salı 11:27:13


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Yılmaz Ergüvenç IP: 78.173.220.xxx Tarih : 9.09.2008 16:56:18

Sayın Ender Gültoprak. Yorumunuza çok teşekkür ederim ama bizim gibilerle çalışmak belediyelerin işine gelmez.


ender gültoprak IP: 85.109.2.xxx Tarih : 9.09.2008 14:32:10

Sizin gibi değerli yazarlarımızın, mimarlarımızın bizim duygularımızı dile getiren öfkelerimizi yansıtan yorumlarını okumak sizlerin varlığınızı hissetmek bizi ümitlendiriyor, ferahlatıyor. Bu telafisi gün geçtikçe imkansızlaşan davranışlara karşı sesimiz oluyorsunuz. Ne yazıkki sesimizi duyuracak bazı davranışlara dur diyebilecek aktif ve daha çok sayıda sivil toplum örgütlerinin eksikliğini ve mevcutlarında yeterince seslerini duyurmadıklarını duyuramadıklarını veya etkin olabilmek için yeterince donanıma ve güce sahip olmadıklarını üzülerek görüyoruz. Keşke yöneticilerimiz de çözüm üretmek yerine çözüm yaratma yolunu seçseler. Bu arada bir öneri iyi niyetli özellikle küçük beldelerdeki belediye bakanlarımız bölgelerindeki gerekli görgü bilgi vs. donanımlara sahip emekli mimarlarımızın bilgi ve deneyimlerinden fahri olarak yaralanamazlarmı ?.. Saygılarımla..