3
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Çağdaş kentleşme yolunda gelişimler (IV)

KONSTANTİNOPOLİS

Konstantinopolis kent planı

Byzantion, Nea Roma, Konstantinopolis, Stimpolis, Kostantaniyye, Dersaadet, Deraliye, Âsitane, Şehr-i Stanbul ve nihayet İstanbul. Tevfik Fikret’in deyişiyle ‘’Bin kocadan arta kalan bive-i bâkir’’. Kentin tarihinin, Yenikapı’daki son buluntularla Byzantion’dan çok daha eskilere gittiği anlaşıldı. Konumuz kent tarihi olmadığına göre burada ‘Sur içi İstanbul’unun elimizdeki veriler ölçüsünde kentleşme süreci üzerinde duracağız.

Tekfur Sarayı

Osmanlı öncesi Konstantinopolis, Rumca dili ve Ortodoks mezhebi dışında, tipik bir Roma kenti kimliğindeydi. Roma kentlerinde görülen tören yolları burada da vardı. İstanbul yarımada topografyası 7 tepeyi içerdiğinden burada Roma’nın tipik özelliği olan yatay ve dikey ana eksen caddeler ve de ızgara sistemi geometrik yerleşim, bölgelerle sınırlı kalmıştı. Roma yönünden gelen yol (Via Egnatia), Sur kapılarından Mese adıyla kente girer, Yedikule’deki Porto Auera (Altın Kapı), önemli törenlerde ve imparator geçişlerinde kullanılırdı. Mese, Arkadius (Cerrahpaşa), Bous (Aksaray), Theodosius (Beyazıt) ‘forum’larından geçer, kuzey kapılarından (Belgrad, Edirne’den) gelen yollarla birleşir, Konstantinus (Çemberlitaş) forumundan Hippodrom ve Aya Sofya’ya ulaşırdı.

Aya Sofya

Forum çevrelerinde ‘stoa’lar, ortalarında anıt-heykeller bulunurdu. Bu forum ve tören yolları, kentin tipik bir Roma mimarisi içerdiğini gösteriyor. Kent, M.S. 395 yılında Doğu Roma İmparatorluğu olarak Katolik Roma’dan ayrıldıktan sonra, Ortodoks Yunan kültür ve sanatına daha fazla yaklaşmış, kent dokusundaki geometrik düzen devam etmekle beraber, konut yerleşiminde ve dini yapıtlarında Bizans üslûbunu yaratmıştır.

Galata Kulesi

Kent, Galata bölgesindeki Roma-Ceneviz tüccarları aracılığında Avrupa ekonomisi ile parasal ilişkisini sürdüren; Mısır, Ege adaları, Anadolu ve Trakya’dan tarımsal ürünler ithal eden ve zengin yaşamını sürdüren bir liman kenti iken; Osmanlı’nın kent hinterlandını fethetmesiyle yaşamını ekonomik güçlükler altında sürdürebilmiştir. İstanbul’un fethiyle Osmanlı payitahtı olan kent, yeniden parlak günlerine kavuşacaktır.

ORTAÇAĞ AVRUPA KENTLERİ

Ortaçağ Avrupa kentlerine bağnaz Katolik Hıristiyanlık damgasını vurmuştur. Halkın yaşam kültürü din merkezlidir. Bu nedenle de katedraller ve ana meydan, kent merkezinde yer almıştır. Kentin en büyük, en yüksek, en görkemli yapısı katedrallerdir. Çan sesleri, yüksek çan kulelerinden kentin her yönüne yayılır.

Reims, Gotik Katedrali

Katedral meydanı, dinsel ve toplumsal yaşamın merkezidir. Dini törenler, bayramlar, festivaller burada kutlandığı gibi, idam sehpaları ve yakılma eylemleri de yine bu meydanda yapılırdı. Katedraller dönemi XII’nci yüzyılda başlamıştır. Alabildiğine yükselmenin peşinde olan Gotik mimarinin kent siluetine olumlu etkileri olmuştur.

Strasbourg, kent dokusu

Geniş topraklara, köylere, köylülere ve de marki, baron, kont, dük gibi unvanlara sahip asilzadeler, kendi çevrelerindeki araziye hükmederler, inşa ettirdikleri korunaklı şatolarda yaşarlardı. Savaşta yararlılık gösteren kahramanlar şövalye olabilirlerdi. Aristokratlar, eşitler arasında birinci olarak kabul gören krallara saygılı olmakla beraber kendi bölgelerinde bağımsız hareket edebiliyorlardı. Avrupa’da önemli başkentler dışında çok sayıda mamur, düzgün, sanat ve mimarlık yapıtlarıyla bezeli kentlerin bulunmasının sırrı buradadır. Asilzadeler, tarımsal ürün ticaretinden gelen zenginliği, yönetim merkezleri olan kentlerde değerlendirmişler, katedraller, saraylar, kütüphaneler, tiyatrolar, okullar, üniversiteler inşa etmişler, kenti meydanlar, bulvarlar, havuzlar, heykellerle donatmışlardır. Estetik değeri olan bu kültür yapıları çevresinde, zaman içinde kentlilik bilinci ve kent kültürü kök salmıştır.

İsveçre Alplerde Gruyére Kontluğu

Top ve ateşli silahların icadıyla savaş taktikleri değişmiş, yüksek tepeler ve kayalıklar üzerinde inşa edilmiş sur içi kentleri, savunma özellikleri ile beraber gelişim olanaklarını da kaybetmişlerdir. Nehir kenarı kentleri, ticarette sağladıkları kolay ulaşımla büyük gelişme göstermişlerdir.

İsviçre, Montreaux'de Savoia Dükü Şatosu

Burada bir not düşmek istiyorum:

Kanımca, Anadolu’da Selçuk mimarlık eserleri ile bezeli Konya, Sivas, Erzurum, Kayseri, Amasya, Mardin gibi kentlerimiz de kent oluşumlarını ve mimarlık miraslarını, bağımsız Anadolu beyliklerine borçludurlar. Ne var ki bu gibi kentler, Osmanlı İmparatorluğu bünyesi içinde başkent olma niteliklerini kaybedince kentlilik süreçlerini geliştirememişlerdir. Buna karşın Osmanlı döneminin ilk başkentleri, Bursa ve Edirne imar görmüş, İstanbul’un fethinden sonra imar ağırlığı yeni payitaht üzerinde yoğunlaşmıştır.


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 6 Mayıs 2011 Cuma 14:58:26
Güncelleme :7 Mayıs 2011 Cumartesi 00:33:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?