3
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Çağdaş kentleşme yolunda gelişimler (V)

ŞEHR-İ STANBUL, DERSAADET

İstanbul’un fethiyle Osmanlı, Bizans’tan Konstantinopolis’i, Osmanlı ağzıyla Kostantiniyye’yi devraldı. Kent, hinterlandını Osmanlı’lara kaptırınca fakir düşerek imar edilememiş, yer yer harabe görüntüsü almıştı. Fetih sonucu kent, bir kültürden başka bir kültüre geçti ve plan dokusu açısından yeni bir kimlik kazandı. Geometrik düzendeki yerleşim, yerini organik düzene bıraktı. Sur içi yarımadasında, Bizans’ın Arkadius, Bous, Theodosius, Konstantinus forumları, toplum kültüründeki değişim sonunda işlevsiz kaldı. Hippodrom, At Meydanı adıyla tören ve oyun alanı işlevine devam etti. Aya Sofya ve diğer bazı kiliseler camiye çevrildi. Diğer bazı kiliseler Hıristiyan reayanın kullanımında bırakıldı. Boş alanlarda oluşan organik plan anlayışındaki mahalleler Osmanlı yaşam düzenini yansıtan bir dokuda gelişti. Kentin ticaret bölgesi, yerel gereksinimleri karşılayan emtia ve tüketim malları alış verişi ağırlıklıydı. Halı, kilim, mobilya, dokuma, yemeni, kuyum gibi el sanatları imal ve satışı; keza zahire, hayvan, baharat, kumaş, besin ticareti yapan alışveriş merkezleri, aynı işi yapan esnafı bir araya toplayan arasta, bedesten gibi çarşılarda ve devletin kontrolunda ve de Ahilikten gelen meslek ahlâkı ve gelenekleri altında gelişti. Kapalıçarşı büyük gelişim gösterdi. Dış ticaret ve para alışverişleri, Bizans döneminde olduğu gibi yine Galata bölgesinde, Ceneviz ve diğer Levantenler eliyle devam etti.

Rumelihisarı

Osmanlı yaşam kültürü, gösterişten uzak, din ve dünya işlerini beraberce yürüten İslâmi inanç paralelinde oluşmuştu. Konut yerleşimlerinde, mahallelilik bilinci ön planda gelirdi. Kadınlar komşu evlerde, erkekler kahvehanelerde dostluk kurarlardı. Ticaret ehlinin iş yerleri, evlerine yürüme mesafesinde veya at, eşek, araba ile ulaşılabilecek yerlerde olurdu. Yaşam, ev, işyeri, cami üçlüsü içinde geçer, mahallelerin yolları mescit veya cami meydanlarında birleşirdi. Mütevazı ölçülerdeki meydanda yazın gölgeli çınar dibindeki peykede, kışın kahvehanede ezan sesi beklenir, akşam namazını eda eden erkek, evin yolunu tutardı. Mahallenin ‘Sıbyan Mektebi’ de cami külliyesi içinde, bu merkezde yer alırdı.

At Meydanı ve Aya Sofya

Kent yerleşimlerini birbirine bağlayan, Bizans dönemindeki anayollar, Şehr-i Stanbul’da da aynen muhafaza edildi. Beyazıt – Sultanahmet arasını bağlayan Mese, Divanyolu olarak tören işlevine devam etti. Yukarıda da söylediğim gibi Bizans’ta toplumsal olayların hayat bulduğu ‘forum’lar, Osmanlı’da işlevlerini yitirince üzerleri konut yapılarıyla işgal edildi. Sokaklar, yaya, araba, at, eşek geçebilecek genişlikte olur, cetvelle çizilmiş gibi bir doğrultuda gitmez, büklüm sokaklar, yan yana dizilmiş cumbalı, şahnişli evler ve servi ağaçları, güzel perspektifler yaratırdı. Kentlerindeki geometrik düzene alışmış yabancı gezginler, İstanbul sokaklarının ve doğal çevrenin perspektifini ilginç bulur, kentin ‘pitoresk’ güzelliklerini seyahatnamelerinde öne çıkarırlardı.

Kahvehane

Bizans dönemi, su gereksinimini yağmur ve dere sularının biriktiği açık ve kapalı büyük sarnıçlarla karşılamıştı. Su rezervi, kentin muhasara olasılığını karşılayacak düzeyde tutulurdu. Osmanlı’da böyle bir endişe olmadığı için sarnıçlar önemini kaybetti. Bu nedenle de Bizans’ın açık sarnıçları zaman içinde bostan olarak kullanılmaya başladı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan’ın Istranca ormanlarından getirdiği ‘Kırkçeşme’ suları ile kent her mahalleye yapılan çeşmelerle bol suya kavuşmuştu.

Çeşme

Osmanlı’nın Bizans’tan devraldığı en büyük kültür mirası Aya Sofya olmuştur. Osmanlı, bu anıtın değerini bilmiş, günümüze kadar koruyabilmiş, iç mekânda bulunan, mozaik sanatının şaheseri, İncil’den alınmış din içerikli resimleri sökmemiş, İslâm dini gereği olarak zayıf sıva veya badana ile kapatmakla yetinmiştir. Ne var ki yabancı yazarlar, bu uygarlığımızı dile getirmemeyi tercih etmişlerdir.

Süleymaniye

Şehr-i Stanbul, Mimar Sinan ve öğrencilerinin yapıtlarıyla imar görmüş, dünya çapında şaheserlere kavuşmuş, uygar bir Osmanlı kenti kimliği kazanmıştır. Kent, camiler, medreseler, kervansaraylar, arastalar, kütüphaneler, şifahaneler, tabhaneler, imarethaneler, hamamlar ve daha birçok sosyal donatılarla bezenmiş bulunuyordu. Selâtin camilerimiz, Avrupa’daki gibi sadece din gereksinimine hizmet eden katedrallere benzemezler. Camiler, külliye mimarisiyle kentlinin yaşamı için gerekli sosyal donatıları bünyesinde barındıran yapıtlardır. Kent, bu eserlerle ismiyle müsemma Dersaadet (Mutluluk Kapısı) olmuştur.

Bir Boğaziçi yalısı

Osmanlı’nın ilk dönemlerinde yapılan kâgir konutlar, büyük depremlerde yıkılıp can ve mal kayıplarına neden olunca, Padişah iradesiyle ahşap karkas yapı sistemine geçilmiş, bu defa da yangınlar, güzelim dokuyu silip süpürmeye başlamış, bu nedenle taş anıtlar dışındaki eski yerleşimler, günümüze gelememiştir. Avrupa kentlerinde gördüğümüz, yüzyıllar öncesine dayanan şato ve malikâneleri kentimizde göremiyoruz. Bu nedenledir ki dönemin uygar yapılarını sivil mimari yapıtlarında değil, anıtsal mimaride görebiliyor, buna da şükür diyoruz.

Eyüpsultan

Şehr-i Stanbul’un ‘Lâle Devri’ni Nedim’le analım:

Bu Şehr-i Sitanbul ki bimisl-i bahadır,
Bir seng’ne yekpare Acem mülkü fedadır.

Bu ‘bimisl-i baha’ kent, Osmanlı’nın son yıllarında, ‘muhteşem yüzyıl’dan kalan cami ve külliyeler ve de Tanzimat sonrası yapılan birkaç Avrupai saray dışında, boş yangın yerlerine ve harap türap sokaklarında dolaşan başıboş köpeklerine karşın yine de asaletini koruyabiliyordu. Gel gelelim, İstanbul’un özelliklerini, kendine has kimliğini dikkate almayan, Avrupa kentlerinin özlemini duyan Ziya Paşa, bakın neler söylüyor:

Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm,
Dolaştım mülk-i İslâmı, bütün viraneler gördüm
.

Ne var ki bu günlerin İstanbul’unda da kentin orijinal kimliğine değer vermiyoruz.

Yenicami

 

yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 13 Mayıs 2011 Cuma 10:50:42
Güncelleme :13 Mayıs 2011 Cuma 11:09:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
yasar ertas IP: 94.135.148.xxx Tarih : 17.05.2011 12:15:17

avrupayi geziyorum evlerine bakiyorum sasiyorum  ya kapisinin girisinde oyma kabartma bir heykelcikler resimcikler catilarina bakiyorum cok dik  bir köseden bir cikma bir köseden bir yuvarlaklik yeni de yapsalar bu isleri yapmaktalar bu islerede eski den beri devam etmekteler bu sanatinda galiba bir adi varmis türkiyeyi geziyorum  eskiye dayali ne bir estetik ne bir cekicilik var düz duvar düz cati basimizi sokacak olsunda ne olursa olsun anlayisi var gibi tabiki yenililerde bir düzelme var biraz görüntü var ama bir sanat bir mimarilik bir kök yok bakiniz bu yazida bir kac eski resim var oradada bir seyler var bunlari bazi yerde gördügümde biraz durup bakip bu güzelligi bize birakanlara bir dua bir helalolsun geciyor icimden eski cesmeler mesela  vede camilerde bu hala devam etmektede buda benim hosuma gitmekte (bir ev yapalim dedim catisi böyle olsun dedim bilir mesul kisilerle konustuk bu catiyi yapacak usta yok bulamassin dediler sen ve biz  bildigimizden sasmayalim dediler kendi kafalarina göre catiyi bitirdiler o kadar meyil derece az vermislerki kar yagar problem yagmur az yagar problem yok cok yagar vay senmisin cok yagan problem cok  görüntü dersen hicmi hic yok kim sorarsa basimizi sokacak ev yaptik olmayanlara bakip birde teselli olmak var nasil teselli olmaksa bilmemki