19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Çağdaş kentleşme yolunda gelişimler (X)

YENİ CUMHURİYETİN YENİ BAŞKENTİ: ANKARA

Ankara Ankara güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara,
Senden yardım umar her düşen dara,
Yetersin onlara güzel Ankara
.

Ankara Kalesi

İlkokul sıralarından anımsadığım bu marş, merkezi yönetim sistemini çocuklara bundan daha iyi anlatamazdı her halde. Marşın ikinci dörtlüğünden aklımda kalan ise ‘’Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin’’ dizesi. Ne var ki, Dünyada planlanarak yoktan var edilmiş Washington (ABD), Canberra (Avustralya), Mourmansk (Rusya), Chandigarh (Hindistan), Brasilia (Brezilya) gibi şehirlerin arasına Ankara’yı koyamıyorum. Çünkü Ankara’da kadim kent kültürü ve de geçmişten gelen bir asalet vardır. Ancyra, Angora, Engürü, Ankara, Anadolu’nun en eski kentlerinden biridir. Hitit, Frig, Pers, Galat, Roma, Bizans, Selçuk, Osmanlı, hayatından gelmiş geçmiş, nihayet bu günün Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olmuştur. Bu arada, eski Ankara’nın çelebi esnafında hâlâ izlerine rastladığımız Ahilik geleneğini de unutmayalım. XIII’üncü yüzyılda esnaf ve sanatkârların kardeşlik zinciri içinde gelişmiş sosyo-ekonomik örgütlenmesi olan Ahilik, bu çevrede yeşermiş, Ankara adeta bir özerk bölge olmuştu. Ahilik, tıpkı Avrupa katedrallerini inşa eden ‘operatif masonlar’ gibi sağlam bir örgüttü.

Osmanlı Ankara'sından tipik Türk evleri

Eski Ankara, Anadolu’nun önemli bir üretim ve ticaret merkezi idi. Çünkü ‘İpek Yolu’ üzerindeydi. Ankara keçisinden üretilen yün (mohair), eski dünyaya buradan dağıtılıyordu. Vehbi Koç gibi iş adamları, işte bu kadim neslin devamıdır.

Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal Paşa’yı Ankara’da bağrına basanlar da işte bu güzel insanlardır. Anadolu’nun her sınıftan en seçkin kişileri ile Beyoğlu’nda perukâr beğenmeyen İttihatçıları burada, her türlü yokluğa boyun eğmek pahasına TBMM’de birleşmiş ve kalan son parça yurdu kurtarmışlardır.

Eskinin mamur Angora’sı, geçirdiği büyük yangından sonra Kale içinde, Karaoğlan’da, Hergele Meydanında harap-türap halde, sıkışıp kalmıştı. Mebuslar bulabildikleri at pisliği kokulu hanlarda kalıyor, ev kiralayanlar sabahları ‘bebe torpağ’ satıcısının sesiyle uyanıyordu. Bebe torpağ, bebeklerin apış arasına konan, ıslandığında çamurlaşmayan bir nevi topraktı. ‘Men-i Müskirat Kanunu’na rağmen kaçak içki bulunur, sarıklı molla mebuslar içenlere ‘Lâhavle’ çekerlerdi. Yokluklar kenti Ankara’nın bir şansı vardı; İstanbul’dan ve İzmir’den gelen demiryolunun, trenlerin münteha noktasıydı.

Ankara’da Yenişehir kuruluyor

Yeni kurulan Ankara’nın yoktan var edilen şehirlerden farkı, yeni şehrin eski şehirle ilişkisini kaybetmemesidir. İşte bu, eski Ankara kültürünün devamını sağlamıştır. 1927 yılında açılan Ankara İmar Planı uluslararası proje yarışmasının birincisi, Alman şehircilik uzmanı Herman Jansen oldu. Jansen, Ankara’ya geldi ve 1928’den 1932’ye kadar yeni imar planlarını hazırladı. Atatürk, çalışmalarla yakından ilgilendi. Çorak, kıraç ve bataklık arazi üzerinde yeni bir kent şekillenmeye başladı.

Ankara, ilk İmar Planı, Hermann Jansen
 

Mimar, yaptığı planların rant çıkarları sonucunda değişebileceğinden endişe etmiş ve Atatürk’e çekinmeden şunları söylemişti: (Bu günün Türkçesi ile mealen) ‘’Siz savaş meydanlarının muzaffer komutanısınız. Ama şunu bilmelisiniz ki, çizilen planları sağlıklı şekilde uygulamak, çevreden gelecek etkileri ve çıkar gruplarını göğüslemek, en az savaş meydanlarında kazanılan zaferler kadar zor bir iştir’’. Atatürk’ün ne yanıt verdiğini bilmiyorum; ama mimarın söyledikleri yüzde yüz gerçekti. Nitekim Atatürk’ün vefatından sonra Ankara’ya gelen mimar, ‘’Artık benim imzamı bu şehirden silebilirsiniz’’ demişti.

Yalnız, mimarın yanıldığı bir nokta vardı. Jansen, kentin siyasi merkez olmaktan öte hiçbir ekonomik ve sınai özelliğinin bulunmadığını, kentte devlet yapıları ve hizmet sektörü dışında başka bir gelişme olmayacağı düşüncesindeydi. Bu nedenle de ‘küçük devletin küçük başkenti’ni 30 bin nüfusa göre planlamak istemişti. Atatürk, buna itiraz etti ve mimardan planlanan nüfusun on kat fazlasını düşünerek planını büyütmesini istedi.

Eski ve yeni Ankara'yı billeştiren merkez: Ulus Meydanı

Yeni plana göre İstasyon – Kale yolu ile Dışkapı – Yenişehir kavşağında düzenlenen Ulus Meydanı, eski ile yeniyi bağdaştıran bir merkez oluyordu. İstasyon – Ulus Meydanı arasında Stat, Hipodrom, Gençlik Parkı ile işlevleri olan bir yeşil kuşak yaratılmıştı. Bu, kıraç Ankara’nın yeni imajı açısından başarılı bir plandı. Ulus – Çankaya arasındaki bulvar, kentin ana omurgasını oluşturuyordu. Yeni merkez Kızılay Meydanı idi. Yeni TBMM ve Bakanlıklar, arkasından gelen Diplomatik bölge ve Çankaya tepesindeki Cumhurbaşkanlığı ile omurga sona eriyordu. Omurganın manzara fonunda Ankara Kalesi’nin yer alması dikkate alınmıştı. Yeni başkent, ağaçlı yolları, yeşil alanlarıyla Bükreş gibi tipik bir Balkan kenti havasındaydı. Ankara’nın imarında Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’in önemli rolü vardır. Cumhurbaşkanlığı köşkü, TBMM, Bakanlıklar, okullar, … şu aralar her ne kadar haksız eleştirilere uğrasa da Ankara’ya özellik kazandıran, kalıcı yapılar olmuştur. Heykelinin TBMM’nde bir köşeye dikilecek olması güzel bir kadirşinaslık eseridir.

Kentler başat anıtlarıyla anılır ve yükselirler. Hiç şüphe yok ki, Ankara’ya kimliğini kazandıran yapı, Anıtkabir olmuştur. Anıtkabir’in inşa edildiği Rasat Tepe, şehircilik sanatı açısından isabetli bir seçimdir. ‘’Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu’’, ve de Ankara’nın ‘’Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti’’ olduğunu vurgulayan en önemli simgedir. Kente ve ülkeye Anıtkabir projesiyle Cumhuriyet simgesini kazandıran mimar Emin Onat ve Orhan Arda, birer büstle anılmayı hak etmiyorlar mı dersiniz?

Bugünün Ankara'sı

Geçen zaman içinde, karayollarının gelişmesi, hava trafiğinin başlaması, demiryollarını üçüncü plana itmiş, Jansen planını oluşturan veriler değişmiş ve göçlerle oluşan nüfus artışı, gecekondulaşma ve sonu gelmeyen spekülâtif talepler planı uygulanamaz duruma getirmişti.

1957’de yeni bir plan yapıldı. Ne var ki yeni plandaki, kentin 2000 yılında 750 bin nüfusa ulaşacağı var sayımına daha 1965’te ulaşılmıştı. Olayları değerlendiremeyen, hatalı ve başarısız kararlarla oluşan yeni plan, kentin mevcut yoğunluğunu kat yükselterek arttırma yoluna gitti. Atatürk Bulvarını genişletmek amacıyla kesilen ağaçlar, bulvarla orantılı kat yüksekliklerini arttıran blok bina kitleleri, bahçeli evlerin apartmanlara dönüştürülmesi gibi uygulamalar Ankara’nın çehresini değiştirdi. Hizmet binaları ve işyerleri ile yerleşim alanları iç içe kaldı. Ve de Ankara, artık özelliği olmayan, alelade bir şehre dönüştü. Üst düzey Ankaralının oturduğu Gaziosmanpaşa ve Oran gibi yeni semtler bile kenti kurtaramadı. Gecekondular birer sefalet yuvalarıydı. Sağlıksız görüntüleriyle Altındağ ve de özellikle havalimanı yolundaki gecekondular, kente yeni gelenler üzerinde, fakir ve geri bir ülkenin tanığı imajını yaratıyordu.

Ankara, Kızılay Meydanı

1969’da İmar ve İskân Bakanlığının yaptığı nazım plan, kenti Batıya yönlendirdi. Batıkent, orta sınıfa hitap eden bir yerleşim bölgesi oldu.

1983’te planlama yetkisi belediyeye geçti. Alt ve üst geçitler, genişleyen yollar, kentin imajını bir kere daha menfi yönde etkiledi.

2007’de yeni nazım plan yürürlüğe girdi. Yeni plan, yeni Ankara’yı çevrede oluşturulacak uydu kentlere kaydırıyor. Gölbaşı, Sincan, Eryaman bölgeleri ve de ODTÜ ile değerlenen Eskişehir yolu ve çevresi gelişiyor. Yeni oteller ve alışveriş merkezleri ile Ankara artık bir megakent görünümü alıyor.

Kentin demografik profiline bakarsak, başkentin çelebi yerli esnafı, yerlerini ‘uyanık’lara devrettiler. Yine başkentin üst düzey ve monden bürokratları, iş çıkışı Piknik’te votka-biralarını yudumlar, resmi yemeklerini Karpiç’te, hafta sonu aile yemeklerini Gazi Çiftliği Merkez Lokantası’nda yerler, Süreyya ve Gar Gazinosu’nda eğlenirler, tiyatro ve operaya giderler, kendi aralarında aile pokeri oynarlardı. Şimdi emekli olmuşların pek azı hayatta, birçoğunun cenaze namazları Hacıbayram’da kılındı, Karşıyaka Mezarlığına defnedildi. (Yenilerin cenaze namazları ‘Çakma Osmanlı’ Kocatepe’de kılınıyor). Yine bir zamanlar, Atatürk Bulvarı, Sıhhiye – Kızılay arasındaki trotuarda akşam gezisine çıkan genç kızlar, İzmir’in güzel kızlarından hiç de aşağı değillerdi. Bu gün artan trafiğe teslim olmuş ve otoyola dönüşmüş Atatürk Bulvarında yapılamayan bu gezintiler, yeni gençlerle yeni üniversite bölgelerine kaymış olmalı her halde.

Ankara'da sonbahar

Ankara, sosyalist fikirleri savunan pırıl pırıl gençlerin de kentiydi. Ne var ki faşizmin dişli çarkları onları ezerken hiçbir Ankaralı onlara sahip çıkamadı.

Şu anda göçlerle gelen ailelerden, yeni iş adamlarından, yeni politikacılardan, yeni bürokratlardan, yeni üniversite gençliğinden oluşan yeni bir nüfus profili Ankara’ya hâkim durumda. Politikacılar ve bürokratlar birbirlerine ‘Sayın’ diye hitap ediyorlar. Dilleri o kadar alışmış ki, nereyse Ankara’ya da ‘Sayın Ankara’ diyecekler. (Kusura bakmayın; bu da işin gırgır yanı).

Anıtkabir

Huzuru denizde bulan bir Akdenizliyseniz Ankara’yı yadırgamanızı hoş karşılayabilirim. Ne var ki Ankaralının Ankara’da huzur ve düzeni bulabileceği başka özellikler vardır. Siz bakmayın Yahya Kemal’in Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü sevdiğine. Ankara’da yaşayanlar Ankara’ya sevdalıdır, kentlerine toz kondurmazlar.

Zaten kentleri yaşanabilir kent yapan insanlar ve de kentleri sevdiren, yaşanan anılar değil midir?


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 14 Haziran 2011 Salı 10:50:14


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?