3
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Çağdaş kentleşme yolunda gelişimler (XIII)

BİR MİMARLIK SİHİRBAZI: FRANK LLOYD WRİGHT

Rasyonalist – fonksiyonalist (akılcı – işlevci) mimarinin öncülerinden Le Corbusiér’nin modern kent çalışması olan ‘’3 Milyonluk Kent’’ projesinden evvelce bahsetmiştik. Bu ekolü takip edenlerin âmiyane tabiriyle ‘’Eğri yol eşeklerin, doğru yol insanların’’ ilkesine karşın, yeni bir anlayış, ‘’Organik Şehircilik’’ ekolü doğdu. Bu ekol öncülerinin baş aktörü, dâhî mimar Frank Lloyd Wright olmuştur. F. L. Wright (1867 – 1959) 92 yıllık yaşamı boyunca organik mimari fikirlerini Amerikan kültürü ile özdeşleştirmiş, dünya mimarlık tarihine çok önemli eserler kazandırmıştır. Organik mimarlık, doğal biçimlerden yola çıkarak iç ve dış mekânları bütünleştirmek amacını güden bir anlayıştı.

Le Corbusier'nin 3 milyonluk kent planı

Mimarın klâsik kalıpların dışına çıkarak, mimari projelerinde asimetrik ve horizontal çizgilere verdiği ağırlığı şehircilik projelerinde de görebiliyoruz. Wright, tröstler ve bankalar desteğinde gelişen ‘’Megapolist Amerikan’’ ürünü makine şehirlerin yapaylığına, doğa ile iç içe ‘’Bahçe Şehir’’ projesi ile karşı çıkmıştır.

Frank Lloyd Wright, portre

Şehircilik literatüründe ‘’Redburn Sistemi’’ olarak yer alan Redburn kent planlamasında oto trafiği için ayrı ve kesişmeleri iki katlı yollarla engelleyen otoyollar, yayalar için yeşil alanlar içinden geçen özel yollar düşünmüştür. Ona göre özel otolar, insanları özgürleştiren, sürü yaşamından kurtaran araçlardır. Konutları yükseltmeden, olabildiğince doğa ile iç içe, yeşil alanlar içinde planlamış, blokları sınırla ayırmayarak bahçelerin birleşimiyle kent parkları oluşturmuştur. 800 metre çap içinde ilköğretim ve kültür merkezi, 1600 metre çap içinde lise binaları yapımını şart koşmuştur.

1932’de yayınladığı ‘’Broadacre City’’ kent planlaması, klâsik şehir anlayışımıza tamamen aykırı ilkeler içerir. Artık otomobil, helikopter, monoray, uçak gibi araçlar varken sosyal donatılara ulaşabilme uğruna kentlerde iç içe yaşamanın anlamı kalmamıştır. Broadacre City, 150 kilometre yarıçapında bir sanal daire içine yerleşmiştir. Bu kentte sürü psikolojisi değil, birey psikolojisi geçerli olacaktır. Daire içinde okullar, eğlence yerleri, hastane, otel, hafif sanayi, akvaryum ve hayvanat bahçesi, müzeler, konutlar ve çiftlik tarzı yerleşim birimleri geniş bahçeler içinde yer alacaktır. Projeyi her biri ayrı güzellikte kır çiçeklerinden oluşacak bir buket olarak nitelemek yanlış olmasa gerek. Geniş alan içine dağılacak düşük yoğunluklu bu metropolün bölge ve birimleri, birbirlerine geniş otoyol ve monoray ağları ve helikopter pistleriyle bağlanacaktı.

Frank Lloyd Wright, Broadacre City (Le Corbusier projesiyle mukayese edin)
 

Tabiidir ki il çapında ve çok büyük arazi gerektiren bu proje, ancak Amerika gibi ‘arzullah-ı vasıa’ topraklara sahip ülkelerde gelişebilecek bir proje idi. Bu özgür yaşam kenti o kadar tuttu ki, Albert Einstein, John Dewey, Nelson Rockefeller gibi önemli isimlerle beraber 64 sempatizan imzasıyla ‘’Yurttaş Dilekçesi’’ yayınlandı. Projenin yayınlanması üzerinden 11 yıl geçmiş ama heyecan dinmemiş, yıl 1943 olmuştu. Bu arada 1938’de Marksist sanat tarihçisi Meyer Schapino, Broadacre hareketini ‘’Fiziksel ve ruhsal dejenerasyon’’ olarak niteliyor ve kınıyordu.

2.DÜNYA SAVAŞINDA YIKILAN KENTLER YENİLENİYOR

2. Dünya savaşında kentlerin bombalanması, geride harabe şehirler bıraktı. En fazla zarar gören kentler, Almanya, İngiltere ve Japonya kentleri oldu. Londra’nın yeniden imarı için 1943’de ‘’Büyük Londra Planı’’ yapıldı. Bu plan, şehir içinde yıkılmış bulunan önemli yapıların restorasyonu dışında, yeni ‘’tower’’lara da cevaz veriyordu. Ayrıca banliyölerde 50 – 80 bin nüfuslu 8 uydu kent, anakente 30 ila 50 kilometre mesafede 15 yeni kent kurulmasını ön görüyordu. Nitekim ilk etapta Harlow ve Velvin bahçe kentleri kuruldu. Bu kentlerin kurulmasında, merkeze bağımlı yatakhane şehirleri kurmak değil, iş ve hizmet sektörlerinin konutların doğal uzantısı olması amaçlanıyordu.

Berlin, Interbau

Ne var ki, bu gibi planlamalarda genellikle ‘evdeki hesap çarşıya uymaz’. Planda 50 bin hesaplanan nüfus, birkaç yıl içinde 100 bine çıkabilir; sanayi gelir, konutlar işyeri istilâsına uğrayabilir. Farklı yerlerde oturanlar farklı yerlerde çalışır, sonuçta trafik arap saçına döner. Plancılar planladıkları şehre hayretle bakar ve tanıyamazlar. Bu bütün dünyanın yazgısıdır. Bu karmaşanın çözümünü kristalize olmuş planlarda değil, son yılların şehircilik ilkesi ‘’organik planlama’’da aramak gerekir.

Almanya, savaşta yıkılan kentlerde çok daha ciddi çalışmalar yaptı. Şehirlerdeki binalar eski rölövelerine göre yeniden inşa edildi. Örneğin eski Dresden’in anıtsal yapıları yeniden yaratıldı. (İstanbul’da yıkılan Taksim Topçu Kışlasının yeniden yapılmasına karşı çıkan bir kısım mimarlarımızın kulakları çınlasın). Berlin’de yeni ‘’İnterbau’’ bölgesi, dünya mimarlarının projelerine açıldı.

Tokyo-Osaka arasındaki kentleşme haritası

Japonya kentleri de savaş yıkımlarından büyük ölçekte nasiplerini almıştı. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları ile yaşanan, insanlığın yüz karası, barbarlık, hiçbir zaman aklımızdan çıkmayacak. Savaş sonunda sağ kalabilen Japon halkının üçte birinin barınacak evleri kalmamış, Tokyo’nun nüfusu 1940’da 7 milyon 340 bin iken 1947’de 4 milyon 980 bine inmişti. Yeni planlama ile 1959’da 9 milyon 145 bini buldu. Bu gün banliyöleriyle beraber 21 milyonu geçmiş durumda.

Japonya, Hino City

Tokyo – Osaka arasında uzanan 600 kilometre boyundaki Pasifik sahilinde yeni kentler kuruluyor. Tokyo’ya 40 kilometre mesafede kurulan Hino uydu kenti, otomotiv ve elektrikli araç ve cihaz sanayinde çalışıyor. Yine sahilde dev bir megapol, Tokaido kenti yükseliyor. Bu merkezi eksenli sahil boyunca, 10 trafik şeritli ve 3 katlı karayolu 200 bin/gün araç trafiğine hizmet ediyor. 5 milyon nüfusu barındıracak yapay takımadalar ve ‘’uzay kent’’ yapı topluluğu, ünlü mimar Kenzo Tange projesi olarak gerçekleşiyor.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 7 Temmuz 2011 Perşembe 14:15:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 85.107.243.xxx Tarih : 11.07.2011 16:07:21

Bunun anlamı: adının hızlı tren olmasına rağmen hâlâ Demiryollarında Taş Devrini yaşıyor olmamız demektir.


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.236.72.xxx Tarih : 8.07.2011 14:14:16

BİLGİ NOTU: Tokyo-Osaka arasındaki kentleşme haritasında beyaz-kalın şerit dikkatinizi çekmiş olmalı. Bu şerit, Tokyo-Osaka arasında inşa edilen yeni tren hattını gösteriyor. Ne var ki bu yeni trren hattında demiryolu yok. Manyetik Levitasyon olarak adlandırılan bu yeni teknolojide, güzergâh boyunca sıralanmış bobinlerin ürettiği manyetik alan, treni havaya kaldırarak yol almasını temin ediyor. Delk (sürtünme) katsayısının düşüklüğü nedeni ile trenin saatteki hızı 500 kilometreyi buluyor. Bizde yapılan ise artık ileri dünyanın terk ettiği, XX. asrın geri teknoloji ürünü sayılan 'hızlı tren'. Avrupa ve Amerika demiryolu ağları hızlı trende doygun duruma geldiğinden artık oralarda uygulanmıyor; ML sistemindeki yeni uygulamaya geçiliyor. Çin, 8 yıl evvel bu uygulamayı başlattı ve işletmeye açtı. Eski demiryolu teknolojisi 'hızlı tren', ancak geri kalmış ülkelerde müşteri bulabiliyor.