16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Çankaya Köşkleri


Mustafa Kemal Paşa, ‘silk-i celil-i askeriye’den ayrılmış, ‘Heyet-i Temsiliye Reisi’ sıfatı ile Sivas’tan Ankara’ya gelmişti. Tarih, 27 Aralık 1919. Ankara onu bağrına bastı. Ziraat Mektebi’nde bir odaya yerleşti. Telgrafhane ve karargâhı da burada idi. Yurdumuz gibi, Ankara’nın da ‘makûs talihi’ artık değişiyordu. TBMM’nin kuruluş çalışmaları burada devam etti. 23 Nisan 1920’de, Yüce Meclis’in açıldığı gün, Ankara tren istasyonunun yanındaki istasyon şefi lojmanına, ‘direksiyon binası’na geçti. İki katlı taş binanın alt katı, yaver ve karargâh odaları, üst kat konut ve misafir kabul odaları şeklinde kullanılıyordu. Misafir kabul deyince, bu günkü devletlilerin kuş sütünden maada yiyeceklerin bulunduğu sofraları değil, kurufasulye – pilav – üzüm hoşafı üçlüsünün bile zor temin edildiği bir sofrayı kast ediyorum. Konutu Bekir Çavuş’la beraber Fikriye Hanım çekip çeviriyordu. Ama konut, artan iş ve ilişki yoğunluğuna dar geliyordu.

Bir gün, Ruşen Eşref (Ünaydın), Çankaya tepelerindeki bağ evlerinden söz etti. Çankaya, o zamanın Ankara’sına epey uzak bir tepe idi. Uygun bir bağ evi bulundu. Bina, 1876’da tiftik tüccarı Kasapyan tarafından inşa ettirilmiş, 1915’lerden sonra Bulgurzadeler’in eline geçmiş. Ev, Ankara Müftüsü Börekçizade Rifat Bey’in delâletiyle, Ankara halkının topladığı 4500 liraya satın alınarak Ata’ya hediye edildi. Bina, zemin katta, ortasında selsebilli mermer havuz bulunan sofa ve iki yanındaki odalardan, üst katta, soldan çıkılan merdivenle yine alt kat havuza bakan galerili sofa ve iki yandaki odalardan ibaretti. Evi toparlamak yine Fikriye Hanıma düştü. Alt kat Seryaver Salih (Bozok) Beyin odası, elçi ve misafir kabul odası, oturma odası, üst kat yatak ve çalışma odaları olarak tertiplendi. Bir de banyo ilave edildi. Çünkü Atamız, cephede bile her gün banyo alan ve tıraş olan çok temiz bir insan. Kabul salonuna Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın armağanı olan üç koltuk, bir kanepe, dolap ve masa kondu. Latife Hanım, işte bu eve gelin geldi. 9 Ocak 1923 ilâ 5 Ağustos 1925 arasındaki evlilik yaşamının büyük bir kısmı bu evde geçti.

Ev, 1924’te onarıldı, tadil ve tevsi edildi. Sonuçta ortaya bir ‘köşk’ çıktı. Bu tadilat ve tevsi işinde Latife Hanımın önemli rolü olsa gerek. Projeyi mimar Vedat (Tek) Bey yaptı. Mimar Vedat Bey (1873–1942), Osmanlı’nın son yıllarında Mimar Kemalettin Beyle beraber ‘millî mimari’ akımını başlatan öncü mimarlardandır. Projeye göre zemin kattaki havuz kaldırıldı, üst kat galeri kapatıldı. Zemin kat arka cepheye yemek salonu ve servisler ilave edildi. Bu ilave üzerinde yeni kütüphane, çalışma ve yatak odaları yer aldı. Ön cephe sağ yanına piramit kuleli yeni salon ilavesi yapıldı. (O zamanlar, millî mimari akımının gereği olarak görülen bir anlayışla, binalara kubbe veya piramit kule yapılırdı.)

Yine o zamanlar, İstanbullu ve İzmirli burjuva aileler, mobilyalarını ya dışarıdan getirtir, ya da Beyoğlu’ndaki Psalti’den alırlardı. Ama burada öyle olmadı. Ata’nın dostu, Fırka’nın muteber adamı ve sanat koleksiyoneri Salâh Cimcoz Bey, Galatasaray’da ‘Dekorasyon’ mağazası açan Selâhattin Refik adlı genci tavsiye ile Ankara’ya getirtti. Selâhattin Refik’in yaptığı tefriş projesi sonucu anormal pahalı bir rakam çıkınca Atamız: ‘’Biliyorsunuz burası Reisicumhur köşkü. Mülkiyeti devletin. (Gazi, kendisine alınan evi orduya bağışlamıştı.) Benden sonra buraya Meclisin, belki de halkın seçeceği zatlar gelecek. Siz eşyaların parasını benim vereceğimi biliyorsunuz ama, yarın bunu bilmeyenler yanlış hükümler vermez mi? Karar mevkiinde olanların şahsî arzularını devlete yükleme konusunda beni misal göstermelerini hiç istemem. Şahsî imkânlarıma göre, asgarî masrafla mekânların rahat ve zevkli tefrişini tercih ederim.’’ demiş. (Cemal Kutay’ın ‘Atatürk Olmasaydı’ kitabından.)

Sonra ne olduğunu bilmiyorum. Zemin kat sofaya bilardo masası ve piyano, yemek salonuna yemek takımı yanında konsol ve gramofon, çini vazolar ve mangal ile bir kahvaltı ve oyun masası konduğunu görüyoruz. Şömine karşısına konan ayı postu ve berjerleri Selâhattin Refik Beyin yaptığını yıllar sonra öğrendim. (1950’li yıllardaki mimari öğrenciliğim sırasında, Şişli’de bir apartmana yaptığım rölöve ve tefriş planını, Selâhattin Refik Beyin Galatasaray Mısır Apartmanı’ndaki ofisinde kendisine teslim etmiş, ilk meslekî paramı kazanmıştım.)

Bu köşk, Cumhuriyetin ilânına tanıklık ettiği gibi, ‘Büyük Nutuk’ da bu köşkte yazıldı. Atamız 1932’ye kadar burada yaşadı. Köşk, 1986’da müze oldu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, müzenin bakımsız ve harap durumda olduğunu görerek binayı ODTÜ’lü uzmanlara restore ettirdi. Müze, 19 Nisan 2007 günü yapılan törenle açıldı. Ancak, toz duman içindeki politik ortamda bu açılış basınımızda yankı uyandırmadı.

1930’da dünya çapında gelişen bürokratik hizmetler için ve de temsil açısından yeterli olamayan köşkün yenisinin yapılması gündeme geldi. Yeni köşkün projelerinin düzenlenmesi işi, 20 Mayıs 1930 günü Avusturyalı mimar Prof. Dr. Clemens Holzmeister’e verildi. Bu dönemde millî mimari akım, yerini batının modern mimari akımlarına bırakmıştı. Almanya, Bauhaus mimari okulunda başlayan yeni akım, Avrupa ülkelerinde kabul görmüş (Hitler, modern mimarları daha kovmamıştı), kübizm esaslı modern mimariyi daha ciddî anlamda yorumlayan Viyana ekolü, yeni Ankara’nın şekillenmesinde baş rolü üstlenmişti. Gazi, Prof. Holzmeister (1886–1983)’e genel işlev konusundaki fikirlerini anlattıktan sonra, ‘’Mimar sizsiniz; dilediğiniz gibi çalışabilirsiniz’’ diyerek mimarı çalışmalarında serbest bıraktı. Bina, Kasım 1930’da atılan temelden sonra Haziran 1932’de açıldı. Yeni köşk, bodrum, zemin ve üst kattan oluştu. Bodrum katta servis hacimleri, zemin katta çalışma, toplantı, kabul salonları ve ofisler, üst katta özel konut hacimleri yer aldı. Zemin kattaki teras, üst kattaki kolonatlı balkon Ankara kentine hakim bir manzaraya açılıyordu. Subasman, pembe Ankara taşı kaplandı; üst katlar pembe sıva oldu. Bu nedenle ‘Pembe Köşk’ diye anılsa da, İnönü’nün köşkü de aynı adla anıldığı için bu sıfat fazla kullanılmıyor. İnşaat malzemelerinin pek çoğu ile inşaat ustaları dahi Avusturya’dan geldi. Bu size garip gelmesin; yurdumuzda doğru dürüst inşaat malzemesi imalatı olmadığı gibi – ki kiremit bile Marsilya’dan geliyordu- ‘Mübadele Anlaşması’ndan sonra inşaat yapacak ehil usta da kalmamıştı. Keza, tefriş projeleri de Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde çizildi ve köşk, gelen mobilyalarla döşendi.

Camlı köşk, 1935’te Atamızın kardeşi Makbule Atadan’ın ikameti için yapıldı. Bu yıllarda, artık batı standardında Türk mimarları yetişmeye başlamıştı. Bu köşkün mimarı Seyfi Arkan’dır. Seyfi Arkan (1904–1966), yaptığı başarılı binalarla Gazi’nin de beğeni ve itimadını kazanmış bir mimardı. Köşk, daha sonra yabancı konuklara, bir ara da başbakanlara tahsis edildi. 1994’te yabancı devlet başkanlarının misafir edilmesi amacı ile köklü değişikliklere gidilmiş, bina kitle kompozisyonu ve mimari konseptinde orijinal çizgilere müdahale sonucunda günün mimari akımlarına uygun bir şekil almıştır.

İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, 2. dünya savaşının gereği olarak hava saldırılarına mukavemet edecek yeraltı sığınağı inşa edilmişse de, çok şükür ki bu tesis hiçbir zaman kullanılmamıştır.

Bayar, 1950 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak yerleştiği köşkte, banknotlardan Ata’nın resmini kaldırdıkları gibi, köşkte de izlerinin silindiği zehabına kapılarak bahçeye büyük bir Atatürk heykeli diktirmiş, heykelin kaidesine ‘’Atatürk, seni sevmek ibadettir. Celal Bayar’’ yazısını hak ettirmişse de 1960 ihtilâli sonrası bu yazı kazınmıştır.

Bayar’dan sonraki Gürsel, Sunay, Korutürk dönemlerinde iç dekorasyonda ve tefrişte, köşkün yeni hanımlarının –ki şimdi ‘First Lady’ diyorlar- zevklerine uygun tadiller yaşanmıştır.

Evren döneminde ‘’Canım, hem iş hem ev aynı binada olmuyor; ev yaşamı ile resmikabul mekânlarını birbirinden ayırmak lâzım’’ dendi. Cumhurbaşkanının ön plandaki görevi, devleti temsildir. Bu temsil, resmî görevlerle beraber aile yaşamı ile de bir bütünlük arz eder. Bir cumhurbaşkanı eşinin devlet katında, protokolda ve sosyal hayatta önemli yeri vardır. (Lütfen bu sözlerde bir kinaye aramayın. Ben konuya mimari açıdan bakıyorum. Yeni Hanımefendinin başının açık veya kapalı olması benim için fark etmiyor. Bağlama şekli bir kliğin simgesini çağrıştırmamak şartı ile) Nitekim ABD’deki ‘Beyaz Saray’, Fransa’daki ‘Elize Sarayı’ ve de hemen her yerdeki Cumhurbaşkanlığı saraylarının, hem resmikabul ve bürokratik işlemler, hem de ailenin yaşadığı konut olma işlevleri vardır. Cumhurbaşkanı, her hasleti ile bir bütündür. Sadece Osmanlı saraylarında, zamanın yaşam biçimi gereğince harem ve selamlık bölümleri birbirinden ayrılmakla beraber, saraylar yine de bütünlük arz etmiştir. (Dolmabahçe Sarayı gibi) Bu nedenle ev ile makamın ayrılması doğru olmamıştır. Bu vesile ile bir karikatürü anımsadım: Bir cellât, eve mahkûm getirmiş, karısı bağırıyor. ‘Sana kaç defa söyledim; eve iş getirme diye.’

Neyse, şaka bir yana, biz yine konumuza dönelim. Bu amaçla bir mimari proje yarışması açıldı. Yetenekli mimarlar, Mustafa Aytöre ve Orhan Genç’in projeleri birinci seçildi. Proje, nispeten anıtsal bir hava içinde Cumhurbaşkanı makam, çalışma, toplantı, elçi kabul salonlarını içeriyordu. Millî Güvenlik Kurulu toplantılarını gösteren TV’lerde bu salonlardan birini görüyorsunuz. Yine yapılar kompozisyonunun diğer önemli blokları, Genel Sekreterlik, İdari ve Mali İşler Başkanlığı gibi bürokratik birimleri barındırıyor. İnşaat 4 Nisan 1986 günü başladı. Emekli Sandığı’na bağlı Emek İnşaat kaba yapıyı bitirdi. İnce yapı için yeni keşif ve ihale dosyası hazırlandı. Ben köşke giderek Sayın Cumhurbaşkanı’na brifing verdim. Sayın Evren, dış kaplamalarda kullanılan pembe renkli Ankara taşının çok pahalı olması dolayısıyla ‘tüyü bitmedik yetimin hakkı’nın böyle yerlere harcanmasına karşı çıktı. Proje düzeltildi. Cumhurbaşkanı ekseriya sabah 8’de şantiyeye uğrar, geç kalan mühendislere ‘Feneri nerede söndürdün?’ diye espri yollu takılırdı. İnşaat sırasında müteahhit, bizden habersiz yaptığı iki ayrı cephe taş kaplama numunesini Cumhurbaşkanına göstererek birini seçtirdi; böylece bina yine taş kaplamaya döndü. Bina inşaatı 25 Mayıs 1993’te bitti. Tefriş işleri dolayısıyla açılış 29 Ekim’de yapıldı.

Projede basın toplantısı için ayrılan hacim iptal edilmişti. Ancak bu ihtiyaç Demirel döneminde hissedilerek yeni resepsiyon salonu ve fuaye ile beraber basın toplantısı için büyük bir salon, 1997- 99 arasında yeni yapıya ek olarak yer altına yapıldı.

Yine 1999’da son teknoloji ürünü diyebileceğimiz bir piramit salon yapıldı. Önemli kabul ve gizli konuşmalar için tasarlanan izoleli yapıda ses, görüntü ve simultane çeviri sistemleri yer alıyor. Bu salonun ABD Başkanı Bill Clinton’un ziyaretine yetişmesi için çalışılmış, ama bizim bayındırlıkçılar yetiştirememişler.

Bunlar dışında Başyaverlik, Muhafız Alayı, itfaiye, personel sosyal tesisleri, garaj, sera, spor sahaları vardır. Genelkurmay ve kuvvet komutanları için 1960’tan sonra yapılan lojmanlar da Çankaya arazisi içinde yer almakla beraber köşk kompozisyonundan ayrıdır. Arazi alanı, bu gün için 438 bin metre karedir. Sayın Demirel, muhalefet yıllarında Çankaya’nın adını anmaz, ‘864 rakımlı tepe’ derdi.

Bakalım yeni Cumhurbaşkanımız yeni ilave binalara gerek görecek mi?

Görülüyor ki, aşağı yukarı her cumhurbaşkanı, kendine özel ihtiyaçlarla ilave binalar yaptırmış ve Çankaya Köşkü zaman içinde bir külliyeye dönüşmüş.

Yayın Tarihi : 13 Eylül 2007 Perşembe 11:31:04


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Yılmaz Ergüvenç IP: 217.131.174.xxx Tarih : 14.09.2007 18:30:17

Yazıda bir sürç-ü lisan olmuş. İlk köşke piyano 1924'den evvel, Fikriye Hanım için alınmıştı. Özür dilerim.