Taksim Cumhuriyet Anıtı yazıma ait fotoğrafları çektikten sonra Taksim Meydanı’ndan İstiklal Caddesine yöneldim. Arkadaşım Kadir Kaya’nın da Galatasaray’daki bir bankada işi olduğunu öğrenince buluştuk ve ikimiz de soluğu Çiçek Pasajı’nda aldık. Çiçek Pasajı, eski İstanbulluların anılarının havada uçuştuğu mekândır. Böylesine güzel bir mekânda soluklanmamamız olası değildi. Eski Pasaj anılarımı yaşarken, birkaç da fotoğraf çekerek Pasaj üzerine bir yazı yazmayı fırsat bildim.
Kanımca Pasaj, İstanbul’un en güzel birkaç mimari mekânından biridir. Kendinizi hem bina içinde, hem de sokakta hissedersiniz. İçinde yürüdüğünüz pasaj, iki yanında dükkânların sıralandığı bir sokak izlenimi verir. Başınızı yukarıya kaldırdığınızda bina yüksekliği ve sokak ölçülerinin fevkalade başarılı şekilde oranlandığı bir iç mekânla karşılaşırsınız. İstiklal Caddesindeki ana girişinden başka L şeklindeki pasajın bir de Balıkpazarı girişi vardır ki, buradaki demir kapı muhteşemdir. Ben bu güzellikleri anlatıyorum ama içimizde belki de bu mekândan yüzlerce kez geçip, bu güzelliklerin farkına varmayanlar da vardır. Bu gibilere çevreye bakıp geçmeleri yerine, çevreyi görerek geçmelerini öneririm.
 |
Çiçek Pasajı, merkezî kubbe |
Son onarımını hangi mimar arkadaş yaptı ise pasajın gökyüzü ile ilişkisini sağlayan yarı saydam örtüyü ve merkezdeki kubbeyi iyi oturtmuş. Ama ille de çiçek pasajı imgesi vereceğim diye içinde yapma çiçekler bulunan koca koca saksıları ‘Demoklesin kılıcı’ gibi başımızın üstüne asmanın alemi var mı idi? Bu koca saksıları tepemizde hissedince, ne kadar sağlam tutturulursa tutturulsun, ha düştü ha düşecek diye huzursuzluk duyuyoruz. Pasajın mimarı Cleanthe Zanno, mimari oranları ve atmosferi o kadar güzel ayarlamış ki, pasajın böylesine ek süslemelere hiç ihtiyacı yok. Zaten artık alıştık. Mimar binayı yapar; arkadan gelen iç mimar gereksiz süslemelerle binanın mimari efesini bozar.
 |
Çiçek Pasajı, merkezî iç mekân |
Biraz da Pasaj’ın tarihçesine bir göz atalım: Efendim, bu pasajın yerinde daha evvel Naum Tiyatrosu vardı. Tiyatronun sahibi, Osmanlı’nın Paris Sefiri, Lübnan Osmanlısı Naum Duhânî Paşa idi. (Kısa bir bilgi: Oğlu Said Naum Bey Duhânî, Reşit Saffet Atabinen dönemindeki Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu müdürü ve de dönemin Pera sosyetesi balolarının ve kafeşantanlarının müdavimi bir çapkındı. Merhum Çelik Gülersoy da Reşit Saffet Beyin yanında yetişmiştir.) Anlatılanlara göre opera – tiyatro binası, at nalı formundaki parterin çevresinde sıralanan üç katlı locaların bulunduğu bir bina imiş. Ortada padişaha ait özel ve geniş loca bulunurmuş. Evet, padişahlar, şehzadeler ve bendegân, opera ve bale seyrederlerdi. (Opera ve baleye adımlarını atmayan şimdiki padişahlarımızın kulakları çınlasın!) Buranın bir özelliği de Verdi’nin İl Travatore operasının Paris’ten evvel ilk defa burada icra edilmesidir. Binayı İtalyan mimar Gaspare ve Guiseppe Fossati kardeşler 1848’de yapmışlar. Bina 1853’te bir yangında hasar görmüş; İngiliz mimar William James Smith onarmış. Opera – tiyatro, 1870 büyük Beyoğlu yangınına kadar icra-i sanat eylemiş.
 |
Cité de Pera |
Yangından sonra enkazı ve arsayı banker Hristaki Zografos Efendi almış ve tiyatro yerine bu günkü binanın zemin katını çarşı - pasaj, üst iki katını ofis - konut olarak yaptırmış. Binaya koyduğu ‘Cité de Pera’ ismi, bu gün de kapının üzerinde yazar. Pasajın o zamanki ismi, Hristaki Pasajı olmuş. İlk kiracılar, zemin kattaki dükkânlarda eczane, pastane, fırın, şarküteri, mobilyacı, antikacı, kitapçı, kürkçü, saatçi, gözlükçü, tütüncü, kuaför gibi sanat ve ticaret erbabı, üst iki katta doktor, mimar, banker, terzihane gibi ofisler, aynı zamanda geniş apartman daireleri bulunuyormuş. Binayı 1908’de Sadrazam Küçük Sait Paşa satın alınca Sait Paşa Pasajı ismi ile anılmaya başlamış.
 |
Pasajdan Balıkpazarı'na çıkış |
Cumhuriyetten sonra, 1930’larda İstiklal Caddesine bakan köşe başında meşhur Degüstasyon lokantası ve yine meşhur Nektar Birahanesi açıldı. Pasajın içinde toptancı çiçekçiler vardı ve çiçek mezatları yapılırdı. Bu nedenle pasajın halk arasındaki ismi ‘Çiçek Pasajı’ oldu ve bu isim zamanımıza kadar geldi. 1950’lerde Tepebaşı yönündeki Krepen Pasajı meyhaneleri, artan nüfusa paralel artan müşteriye yetersiz kalmış olmalı ki, pasajın içinde yeni birahaneler açıldı. Burası, Krepen’e nazaran daha yol üstü olduğundan büyük rağbet gördü. Dükkânların içine ve pasajın üzerine konan büyük bira fıçıları etrafındaki yüksek taburelere oturulur, genellikle bira içilirdi. Büyük bardaktaki biraya nedense ‘arjantin’ denir, garson tezgâha ‘’Çek iki arjantin’’ diye bağırırdı. (Bira bardağı ile Arjantin’in ilgisini çözemedim.)
 |
Pasaj ve garson |
Meyhaneler, mutfak kazanmak için kaçak bodrum kat kazıları yaptılar ve bina temellerinin altına indiler. Bir, iki, üç, beş derken hemen hepsi bu kaçak kazı işine giriştiler. Kazı toprağı çuvallara dolduruluyor, gece el ayak çekildikten sonra dışarı taşınıyordu. Bu işten Belediye zabıta memurları da kârlı çıkıyordu. Ama kazın ayağı öyle değildi. Nitekim 1978 Mayısında binanın önemli bir kısmı çöktü. Bina, 1988’e kadar harabe olarak kaldı. 1988’de Beyoğlu Güzelleştirme Derneği işe el attı; restorasyon gerçekleştirildi. Bereket ki bina cephesi fazla zarar görmemişti. Bu gün de cephede orijinal heykelleri, karyatidleri, saati, Korentiyen pencere söğe başlıklarını, velhasıl XIX. Yüzyılın eklektik mimari stilini görebiliyoruz.
 |
Madam Anahit akordeonu ile |
1980 öncelerinin anarşi döneminde İstiklal Caddesi de dejenere oldu. Eski şık Madam ve Mösyölerin yerini alan yeni Türkiye’nin şık hanımları ve kravatlı beyleri caddeye çıkamaz oldular. Serkldoryan Kulübü ve binası metruk kaldı. Sinemalarda seks filmleri furyası başladı. Büyük mağazalar teker teker Beyoğlu’nu terk ettiler. Sadece Vakko kalmakta direndi. İşte bu dönemde Pasajda kaba şakalarla bira ve rakı içen, gül satan kız çocuklarına gözlerini diken, içki dozu arttıkça gelen geçene sulanan, karanlık suratlı adamlar peydahlandı. İstanbullu, bu adamlara ‘maganda’ ismini verdi. Bizler Pasajdan elimizi eteğimizi çektik.
 |
Tarihî Beyoğlu Balıkpazarı |
1990’lardan sonra Beyoğlu, eski Beyoğlu olma yolunda epeyi yol aldı. (Bu gayretlerde Vitali Hakko Beyefendinin hakkını teslim etmek gerekir. Toprağı bol olsun.) Ama hiçbir zaman eski Beyoğlu geri gelmedi. Büyük mağazalar, moda evleri, alışveriş merkezleri, iş merkezleri ve de eğlence sektörü, Beyoğlu’nun uzağında, modern semtlerdeki modern yapılara geçtiler. Bu olayı doğal karşılamak gerekir. Çünkü kentler yaşayan, gelişen, bir nevi organizmalardır. Bütün büyük kentler bu olayı yaşar. (Roma’nın Via Veneto’su da 10 yıl evvelki şaşaasını kaybetmiş durumda.) Artık Beyoğlu’nda yapılacak iş, butik mekânlara olanak tanımak ve antik binaların restorasyonlarını gerçekleştirmek olmalıdır.
 |
İstiklâl Caddesi |
Biraz da anılardan bahsedelim: İTÜ’nün Taşkışla Mimarlık Fakültesinde iken, etüt ettiğimiz proje taslaklarını çizer, hocaya ‘tashih’ ettirirdik. Proje olgunlaşınca resim kâğıdına çini mürekkebi ile çizim safhası başlardı. O zaman bilgisayar falan yok. Oturursun planşın başına, gönye, pergel, T cetveli kullanarak grafos denen belâ bir çini kalemi ile projeyi milim milim çizer, milim milim taramalar yaparsın. 5 – 10 gün süren bu çizim işinin proje teslim gününe kala son iki günü sabahlar, eczacıya ‘fosfostimol’ iğneleri yaptırarak 1 – 2 saatlik uyku ile çalışmaya devam edersin. Bu ömür törpüsü çalışma sonunda, projeyi teslim eder, Taşkışla’dan sarhoş gibi çıkarsın. İstiklal Caddesini nasıl geçtiğinizi bilmez, kendinizi Çiçek Pasajı’nda fıçıların üzerinde soluklanırken bulursunuz.
O dönemlerde Anadolu ve Güneydoğu mutfakları daha İstanbul meyhanelerine girmemişti. Çiğ köfte, kebap yapılmaz, kokoreç nedir bilinmez, lâhmacun macun şeklinde bir tatlı zannedilir, künefe kenef çağrışımı yapardı. Meyhanelerin kendine özel Rum ve Osmanlı mezeleri vardı. Bira ile patates tava, muska böreği, kaşar pane; rakı ile beyaz peynir – kavun, patlıcan tava ve salatası, haydarî, enginar, fava, topik, lakerda, karides, uskumru ve midye dolmaları ve sonunda balık yenirdi. Midye dolma meyhaneden alınmaz, akşamüstü midyeci Haydar pasajın ortasına koyduğu gaz ocağını pompalar, üzerine oturttuğu gaz tenekesi içindeki midye dolmalarını ılındırır, tenekeden aldığı midyeleri bir tabağa doldurur, midyenin üst kapağını kürek gibi kullanarak dolmayı müşterinin ağzına verirdi. Bademci bir tabağa buzlu badem koyar, Balıkpazarı’ndan alınan çiğ istridye, tuz ve limonla mideye indirilirdi. (Haydar gibi usta midyecilerden sonra, midye dolma imal ve satışını, sade İstanbul’da değil, Türkiye’nin tüm turistik beldelerinde Mardinli gençler başarı ile sürdürüyorlar.)
Tabii bu saydığım mezeleri öğrenci iken yememiz olanaksızdı. Bunların zevkini ancak mimar olduktan sonra çıkarabildik. Zaten iş hayatımızda da girdiğimiz mimari yarışmalar dolayısıyla sabahlamalarımız devam ediyordu. Artık komilikten gelen Entelektüel Cavit de kendi dükkânını açmış, bizlere ‘ekselans’, hanımlara ‘först leydi’ diye hitap etmeye başlamıştı. Rumların gitmesinden sonra bembeyaz peçetesi kolunda, emre amade bekleyen, olgun Rum garsonların ve ‘barba’ların yerini cıva gibi Karadenizli uşaklar almıştı. O dönem masaları, İlban Öz’lü, Demirtaş Ceyhun’lu, Attila Manizade’li, Takvor Hopyan’lı, Zafer Koçak’lı, Orhan Celal Kayabek’li güzel masalardı. Madam Anahit, akordeonu ile masaları dolaşır, Türkçe tangolar söyler, hal ve tavırları ile hürmet telkin ederdi. En sulu masalar bile o gelince şamatayı keser, edeple müziği dinlerdi. 2003’te akordeonunu yalnız bıraktı. Toprağı bol olsun. Pasaj esnafı, vefa örneği göstermiş, fotoğrafını üst kat pencereye asmışlar. Aferin onlara.
Artık Pasaj da İstanbullulara dar gelmeye başlamış ki, meyhaneler Nevizade Sokağı’na taştı. (Merhum Nevizade sağ olsa idi bu işe ne derdi bilemiyorum.) Orada da İmroz gibi, Boncuk gibi güzel dükkânlar açıldı. Yaz günlerinde sokağa dizili masalarında rakı içmeye doyum olmuyor. Pasaj anıları olmayan ‘Yeni İstanbullular’, pasaj yerine Nevizade Sokağı’nı tercih ediyorlar. Ama sokaktan geçenlerin yoğunluğu karşısında insan bunalıyor ve Çiçek Pasajının huzur veren atmosferini ve mekân mimarisini arıyor. Yaşamasını bilen, keyif ehli, mimar ve edip Aydın Boysan ve arkadaşları gibi değerler de Pasaja devam ediyorlar.