14
Mayıs
2025
Çarşamba
ANASAYFA

Cihat Burak

4. Mart. 2006 ressam – mimar – yazar Cihat Burak’ın 12’nci ölüm yıldönümü. Ressamlık, mimarlık ve yazarlık gibi üç güzel sanatın bir insanda toplanmış olması ilginç bir özellik. Ama, Türk kültür ve sanat çevrelerinde onu tanıtan başat sanatı, ressamlık yönüdür. Ben, bu yazı ile, onun kültür çevrelerinde çok iyi bilinen, ve de herkesin ansiklopedi ve internet sitelerinde bulabileceği yapıtlarını ve sanat değerini tekrarlamaktan ziyade, tanıdığım ve dost olduğum Cihat Burak’ı bazı anekdotlarla anmak ve ruhunu şâd etmek istiyorum.

Cihat Burak, 8.Ağustos.1915’te İstanbul, Aksaray, Sinekli Bakkal semtindeki bir evde doğmuş. Bu cümle ile iki noktaya dikkatinizi çekeceğim.

Birinci nokta, doğum tarihi ile ilgili. Cihat Burak’ın doğduğu tarihlerde, Türk toplumu, doğum günlerini hiç önemsemez, doğumlar evlerde yapılırdı. Doğan çocukların ‘tevellüt’leri (doğum tarihleri), ‘Oğlum askere geç gitsin’ endişesi veya ihmalkârlıkla doğumdan sonraki her hangi bir gün yazılarak nüfus kütüğüne işlenirdi.

Büyüyüp serpilen çocuğun: ‘Anne ben ne zaman doğdum?’ sorusuna, ‘Gelincikler yeni açmıştı’, ‘Galiba baban Kur’an-ı Kerim’in bir sayfasına yazdı’, ‘Doğduğunda Kurban Bayramının birinci günü idi; onun için de adın İsmail oldu’ gibi âfâkî yanıtlar verilirdi. Cihat Burak’ın ‘tevellüt’ü ise günü gününe kaydedilmiş. Bundan da kültürlü bir ailenin çocuğu olduğu anlaşılıyor.

İkinci nokta, doğduğu semt. Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar’ın aynı adı taşıyan romanı ile kültürümüzde yerini aldı. Romanda geçen olaylardan da anladığımız kadarı ile, sosyal açıdan, o zamanın Türk İstanbul’unun mütevâzî, ama kültür düzeyi yüksek kişilerinin oturduğu bir semtmiş. Nitekim, aile ne yapıp yapmış, çocuğu Galatasaray’ın ilk kısmına kayıt ettirebilmiş. (Sinekli Bakkal, artık beton apartmanlar ve içlerinde göçlerle gelen vatandaşlarımızın oturduğu bir semt oldu. O zamanki ailelerin çocukları, ya Kadıköy’e, ya da Beyoğlu yakasına göçmüş olmalılar.)

Cihat Burak, Galatasaray Lisesi’nin ardından Güzel Sanatlar Akademisi, Yüksek Mimarlık Bölümü’nü 1943’te bitirdi. 1951’e kadar, bazı mimarlık ofislerinde çalıştı. Bu arada, çocukluğundan beri resim yapıyordu. 1951’de Bayındırlık Bakanlığı’na mimar olarak girdi. 1952-1955 arası, Birleşmiş Milletler’den aldığı bir bursla Paris’e gitti. Ustaların yanında resim çalışmalarına ağırlık verdi. Dönüşte, Bakanlık’taki işine devam etti. 1961’de prefabrike yapıları incelemek üzere Bakanlık’ça Paris’e gönderildi.

Orada 6 ay kadar kaldı ve resim çalışmalarına devam etti. Burak’ı geri çağıran o zamanın Bayındırlık Bakanı Prof. Mukbil Gökdoğan’la ters düşerek memuriyetinden istifa etti. Gökdoğan, benim çok saygı duyduğum, ilkelerine bağlı, çok değerli hocamdır. Bu konuda Cihat Burak’ı haksız bulurum; bir inceleme bu kadar uzatılmaz. Bunu kendisine de söylediğim zaman, ‘Kardeşim, adamda öyle bir intizam hastalığı vardı ki, makam odasındaki sandalyeleri bile, düzeni bozulmasın diye yere çaktırmış’ dedi. Her halde, kendi de başka söyleyecek bir şey bulamadı.

Tekrar Paris’e döndü. 1961-1965 yılları, Paris’te resim çalışmaları ile geçti. Bu arada 1964’te Uluslar arası Utrillo yarışmasına katılan 700 tablo arasından ilk 10’a girdi. Aynı yıl Musée de l’Art Modern’e gönderdiği tablo ile bronz madalya aldı.

Dönüşünde, Bayındırlık Bakanlığı, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, Proje Tanzim Fen Heyeti Müdürü oldu. 1968’de ailevî nedenlerle Ankara’dan uzaklaşmak istedi. Bursa’ya atandı. 1971’de İstanbul’a geldi; Taksim Opera inşaatında (AKM) çalıştı. Bölge Müdürü Hayati Tabanlıoğlu, çok disiplinli bir mimardı. Serâzat tabiatlı Cihat Burak’la anlaşamadı; onu Cağaloğlu’ndaki Bayındırlık Müdürlüğü’ne göndertti. Ama bu, Cihat Bey için ‘kahır yüzünden lûtuf’ oldu. Ben, o yıllarda Bayındırlık Mimarî Proje Bürosu’nun başında idim.

Bir gün yanıma takım elbiseli, kravatlı, çelebi tavırlı, topluca bir zat geldi. ‘Efendim ben Cihat Burak, buraya atandım, sizinle çalışacağım’ dedi. Ben, Cihat Burak ismini, balıkçı kazaklı, kaşkollu, pipolu bir sanatçı olarak düşünüyordum. Halbuki karşımda tipik bir kalem efendisi vardı. Daha sonraki sohbetlerimizde kendisine bunu anlattığım zaman, ‘Ben, evvelâ bir Devlet memuruyum; ikincisi, o tahayyül ettiğiniz tiplerin sanatçılıkları kendilerinden menkuldür; insanlar kıyafetleri ile sanatçı olamıyorlar’ yanıtını almıştım.

Dairede yer darlığı vardı. Çatı katında aydınlığa bakan bir odayı Cihat Burak’a hazırlattım. ‘Burada daha sakin çalışabilirsiniz’ dedim. ‘Peki ben ne yapacağım?’ diye sordu. Ben,’Bazı mimari proje konuları var, onları yaparsınız; ama boş zamanlarınızda resim çalışmalarına da devam edebilirsiniz, Devletimize böyle de hizmet etmiş olursunuz.’ dedim. Aslında katı kurallar, böylesine özel çalışmayı suç sayar, ama dünya iyisi bir müdürümüz vardı, Hamdi Tekiner, hoş gördü. Tahmin ettiğiniz gibi, çatı odası, bir süre sonra resim atölyesine dönüştü. Odasında aydınlığa bakan tepe penceresine bir vitray-resim yapmıştı. Karagöz oyunlarından evvel perdeye konan ‘göstermelik’leri stilize eden lâleli, güvercinli, ay-yıldızlı bir vitraydı. Bir de 24.8.72 tarihi ve ‘burak’ imzası. Ama bu arada verilen resmî işleri de bütün ciddiyeti ile yerine getirdi. İstanbul’un bir çok semtindeki bir çok bina, onun çizgilerini yansıtmaktadır. Çizdiği projelerin inşaat evresinde yaşanan bazı gülünç olayları, toplumumuzun sanat ve kültür düzeyini yansıtmaları açısından anlatmadan geçemiyeceğim.

Çizdiği Harbiye, Altınbakkal İlköğretim Okulu’nun giriş cephesindeki bir köşeye sincap röliefi yaptı. Bu rölief olay oldu; okul müdiresi kıyametleri kopardı. Niçin Atatürk röliefi yapmak varken sincap röliefi yapılıyordu. Hem sincap, hırsız bir hayvandı; çocuklara hırsızlık aşılardı. Biz direndik ama, müdür okulu teslim alınca röliefi söktü attı. Burak çok sinirlendi. Ben, ‘Aman, işin içine Atatürk’ü karıştırdılar, haksız çıkarız, üzerlerine gitme’ diye zor teskin edebildim.

Çatalca Çocuk Yurdu’nun giriş sahanlığındaki iki ahşap sütunun alt başlığına, betondan kurbağa heykelleri döktü. Heykeller, yurt müdürü tarafından çok tuhaf karşılandı. Kurbağaların, kurumun ciddiyeti ile bağdaşmadığına, hatta kurumu aşağıladığına hükmetti. Binayı teslim aldıktan bir süre sonra heykelleri tahrip etti.

Nişantaşı, Nilüfer Hatun Okulu bahçesine ‘Çocuk Kütüphanesi’ çizdi. Bina, idare odaları, kitap deposu ve okuma salonundan oluşuyordu. Okuma salonu planını sekizgen yaptı. Binanın inşaatı ile de ilgilenerek piramidal tavanlı salonun tepe pencerelerine Osmanlı’nın elvan pencerelerini çağrıştıran renkli cam vitraylar yaptı. Bina Millî Eğitim’e teslim edildi. Müdür, binayı çok beğendi; her halde çocuklara lâyık bulmadı ki, bina Şişli İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü, okuma salonu da müdürün makam odası oldu. Bu gün, kimse vitrayların Cihat Burak yapıtı olduğunun ve değerinin farkında değil. Diğer resmî daireler, Bayındırlık örgütünü sevmez. İhale yetkilerinin ve inşaat yönetiminin kendilerinde olmasını isterler. Nitekim, artık öyle oldu. Bu bina üzerine de plansız, projesiz çirkin bir kat ekleyiverdiler. Bu ek, Cihat Burak’ı çok rahatsız etti; ama artık ikimiz de emekli idik ve kimseye sözümüz geçmezdi.

Bir olay daha anlatayım. Bayındırlık Bakanlığı, eski günlerinde, Atatürk ve İnönü dönemlerinden kalan bir teamülle Türk sanatının gelişmesi ve desteklenmesine yardımcı olurdu. O dönemlerde Türkiye’de resim piyasası oluşmadığından, ressamları ve resim sanatını teşvik bâbında sergilerden tablolar satın alınır ve Bakanlık duvarlarına asılırdı. Bu tablolar, o kadar fazladır ki, yönetici ve proje odaları dışında, kalem odalarında dahî asılı olduğu gibi, depoda da bir çok resim bulunmaktadır. 1974 veya 1975’te, Ecevit’le Millî Selâmet Partisi’nin koalisyon yaptığı dönemde, MSP’li bir mühendis Bayındırlık Bakanı oldu. Her iktidar değişiminde, Bakanlık odalarında boş boş oturan, koridorlarda dolaşan garip tavırlı yeni tiplerle karşılaşırsınız. Bayındırlık Bakanlığı’nda da bu değişim yaşandı. Hatta, hollere yerleştirilen oparlörlerle ezan okunurdu. İşte bu dönemde, Cihat Burak’ın Paris’te yaptığı, Bakanlığın satın aldığı ve bir odada asılı bulunan ‘Notre Dame Kilisesi’ tablosu, ‘Vay burada kilise resmi ne arıyor’ diye nâra atan yeni gelmiş bir memur tarafından bıçaklanarak parçalandı. Adama hiçbir şey yapmadılar; tahrip edilen resim demirbaşa kayıtlı olduğu için atamadılar, depoya kaldırdılar.

Dönem değişti, Müsteşar Yardımcısı Bedi Görkem, resmi depodan çıkarttırıp onartmak üzere, benim kanalımla Cihat Burak’a gönderdi. Cihat Bey, resmi yeni bir tuvale yapıştırdı; boş kalan kısımları yağlı boya ile tamamladı. Fakat, ‘Sel gitti ama kum kaldı’ diyerek resmi geri vermek istemedi. Ben, ‘Aman Cihat Bey, bu resim Devlet malı ve de bana zimmetli’ falan diyerek zorla ikna ettim de resmi Bakanlığa teslim edebildim.

Şimdi sanatçının doğa ve hayvan sevgisinden bahsedeceğim. Bir kere kedilere müthiş zaafı vardı. Sokakta rastladığı kedileri okşar, bağrına basardı. ‘Siz kedi der geçersiniz ama hepsinin ayrı yüz hatları vardır’ der, kavgacı ve şirret sokak kedilerini yüzünden tanırdı. Zaten tablolarının çoğunda bu kedilerle karşılaşırsınız. Bir gün, evde beslediği kanaryası öldü. Kanaryayı naftalinle tahnit etti, ona şekline uygun, seramik bir lâhit yaptı; lâhitin kapağına yazdı: ‘Kanaryam güzel kuşum / Ben sana vurulmuşum’. İşte aynı ismi taşıyan meşhur tablosunun öyküsü böyle.

Hamdi Bey’in emekliye ayrılmasından sonra, daireye müdür oldum. Ama Cihat Bey’le meyhane sohbetlerimiz eskisi gibi devam etti. Bazı kalın kafalıların yaptığı ‘Maiyeti ile içiyor’ ihbarları da, mesai saatleri dışında ve maiyetin prestijli bir insan olması nedeniyle hiç ciddiye alınmadı. Bayındırlık Müdürlüğü, Valiliğin de bulunduğu Cağaloğlu’nda idi. Bu, Cihat Beye, öğle saatleri ve akşam üzerleri Sultanahmet’i ve oradaki cami, hamam ve türbeleri dolaşma olanağı veriyordu. O dönem yaptığı tablolarda, cami enteriyörleri, Kapalıçarşı, türbeler ve türbe içinde, Padişahın cülûsundan sonra katledilen çocuk şehzadeleri dizim dizim canlandıran fantastik resimler, ressamın ana temaları olmuştur.

Ada yayınlarından, Orhan Duru’nun sunduğu ‘Kısas-ı Enbiya’ kitabının özel baskısını bana ithaf etmiş. Tarih,12.2.1979. Peygamberlerin esatirî tarihlerinin ara yapraklarında Cihat Burak’ın fantastik desenleri var. Bu desenlerde, ressamın hayal gücünü ve kültür birikimini görüyorsunuz. Bazı eleştirmenler, ona ‘naif ressam’ derlerdi. Halbuki onu, bir ‘Balaban’la aynı kefeye koyamazsınız. Nitekim, Sezer Tansuğ’a göre çağımızın beş önemli ressamından biri.

Kafasını dinlendirmek için, bir defter açar, matematik problemleri, denklemler çözerdi. 1980’de yaş haddinden emekli oldu. Emekliliğinde, yoğun resim çalışmaları yanında öykü yazmaya başladı. ‘Cardonlar’ öykü kitabı 1982’de yayınlandı. ‘Yâkûtîler’, 1992’de öykü dalında birinci oldu. Bunu, ‘Zenci Kalınız’ öykü kitabı takip etti.

Galatasaray, Balıkpazarı’ndaki ‘Tarihî Cumhuriyet Meyhanesi’nin müdavimlerindendi. Anlattığına göre, gençliğinde, 1946’da Sait Faik ve Orhan Veli ile bu meyhanede Bozcaada şarabı içmişler, kılıç şiş yemişler. Demek ki, son yıllardaki yazarlığı, gençliğinden beri var olan edebiyat merakından geliyor.

Son yıllarında, Sıraselviler’deki kira evinden çıktı; Fenerbahçe’ye taşındı. Yeni evinde devamlı çalışır, akşamları da Kadıköy Çarşısı’nda keşfettiği ‘Fıçı’ meyhanesine giderdi. Bir ara, hastalandı, Kartal Devlet Hastanesi’ne yattı dediler. 79 yaşında, orada gözlerini kapamış. Ne diyelim, Tanrıdan rahmet dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

Yayın Tarihi : 4 Mart 2006 Cumartesi 11:00:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
hasibe özçelik IP: 88.233.245.xxx Tarih : 24.02.2007 13:37:30
sizi çok seviyorum ne kadar da güzel resimler yapıyorsunuz bana da bunun sırrını vet-rir misiniz

suat IP: 88.226.172.xxx Tarih : 15.02.2007 12:29:17
sinekli çocuk heykeli nedir augle marcau nun eserimidir

gizem aktaş IP: 88.230.191.xxx Tarih : 7.01.2008 16:05:40

ben sizin gibi bir ressam olmak isterim özellikle de eserleriniz mükemmel


trabzonlu(gizem)aktaş IP: 88.230.191.xxx Tarih : 7.01.2008 16:11:34

eserleriniz mükemmel açıkçası bayıldım helede o gemili olanı muhteşem sizin eserlerinize bayıldım


gökdeniz aktaş IP: 88.230.191.xxx Tarih : 7.01.2008 16:22:17

ben sizin eeserlerinize bayıldım....acaba bu bi meslek sırrımı....sizin eserlerinizmuhteşem...