20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Demir-Çelik Sanayii ve Karabük

Hematit, manyetit, limonit gibi doğal demir cevherlerinden saf demir madeni elde edilmesinin tarihi, ta M.Ö. 1100’lere kadar uzanıyor. O zamandan bu zamana kadar insanlığın hizmetinde olan bu maden, sayılamayacak kadar hayrı yanında silah ve diğer savaş malzemesi yapımıyla şerre de aracı olmuştur. Lise kompozisyon dersinde hocamızın verdiği ‘Demir’ konulu ödevde hepimiz demirin insanlığa yaptığı hizmetleri överken, Turan Oflazoğlu arkadaşımız ‘demirsiz bir dünya’ hayal ederek birinciliği almıştı. Batının ‘Sanayi Devrimi’, demir-çelik ağır sanayii ile beslenmiştir. Demir cevherini eritmek için yüksek dereceli ısıyı veren ana malzeme ise maden kömürüdür. Günümüze kadar değişmezliğini koruyan bu iki ana malzeme, ana-baba gibidir; ancak ikisinin beraberliği ile demir doğabilir, daha sonra onu eğitir ve çeliği elde edebilirsiniz.

Şaka bir yana, bu iki cevherin doğada birbirine yakın uzaklıkta bulunması, üretim ekonomisi açısından idealdir. Ne var ki, ikisini bir arada bulabilmek uzak ihtimâldir. O zaman ağır sanayii iki cevherden birinin yanında kurup, diğer cevheri taşımak gerekecektir. Uygulamalarda fabrika, kömür cevheri yanında kurulup, daha düşük tonaj ve hacimli demir cevherinin taşınması daha ekonomik ve pratik olagelmiştir. Demir filizi, kara, demir ve deniz yolları ile taşınabilecek, deniz yolu ekonomik açıdan tercih edilecek, demir-çelik tesisleri, deniz veya ırmak kenarındaki kömür yatakları yanında kurulacaktır. Yurdumuzda bu özelliği taşıyan yöre, Zonguldak, Ereğli kömür havzasıdır. (Günümüzde bu şartları sağlayan bölgeler, mevcut tesislerde kullanılıp tüketildiği için yeni demir-çelik tesisleri, her iki ana ve yan malzemelerin optimum şartlarla taşınabileceği yerlerde, yine deniz kenarında ve liman yanında kurulmaktadır. İskenderun demir-çelik tesislerimiz bu şartlar paralelinde inşa edilmiştir).

Karabük Demir-Çelik Fabrikasından bir görünüm.

Türkiye’de ağır sanayi projesi, Cumhuriyetle, 1925’ten itibaren Lüksemburg, Avusturya ve Rus teknik etütleriyle başlatılmıştı. Hiç şüphe yok ki, demir-çelik sanayiinin kurulması için seçilecek en akılcı yer, Karadeniz’e limanı bulunan Zonguldak, Ereğli maden kömürü yataklarının yanı başı olmalı idi. 1928’de yer tespit (belirleme) toplantısı Erkân-ı Harbiye-i Umumi Reisliğinde (Genelkurmay Başkanlığında) Müşir (Mareşal) Fevzi Çakmak riyasetinde (başkanlığında) yapıldı. Neden İktisat Bakanlığında değil sorusu o günün şartları içinde sorulamazdı. Askeri mülâhazat daha ağır basıyordu. Toplantılardan sadra şifa verecek bir sonuç alınamadı. Ne demekti efendim? ‘’Ruslar Karadeniz’den zırhlılarla gelip fabrikayı topa tutarlar’’. Peki, fabrikayı içerilere kursak da düşman uçakları gelip tepeden bomba yağdıramaz mı? ‘’Hayır, yağdıramaz, fabrika için etrafı dağlarla çevrili, çanak gibi bir yer seçeriz, tepelere ‘hava dâfî toplarını’ (uçaksavarları) yerleştiririz. Hem tankın ve tayyarenin (uçağın) harplerde büyük değeri olmadığı sabit olmuştur’’. Bu fikirler Mareşal’e aitti. Bu sözleri nakleden Falih Rıfkı Atay devam ediyor: ‘’İnşallah Fevzi Çakmak devrinde harbe tutuşmayız diye dua ediyorduk. Onun için muharip sınıf, sadece piyade, süvari ve topçudan ibaretti. 2’nci Dünya Savaşı içinde her halde dünyanın kaç bucak olduğunu anlamıştır’’. (Falih Rıfkı Atay’ın 1944 sonrası Ulus Gazetesi makalelerinden). Bu tartışma 1934’e kadar sürmüş. Şimdi yine Falih Rıfkı Atay’ın ‘Çankaya’ eserinden bir pasaj okuyalım (Doğan Kardeş Matbaası, 1969 baskısı, sayfa: 209-210): Mareşal’in özel yaşamına sataşan biraz yakışıksızca sözlerden sonra, ‘’… Demir ve çelik endüstrisini Karabük’e sürdüren, zekâsı yontulmuş mühendis ve ihtisas adamlarının nasıl bir çevre arayacağını düşünmeden (!), … fabrikayı kurduran odur. İktisat Bakanının (Celal Bayar) ‘’Karabük’te kurulmaktansa demir-çelik endüstrisine başlamamak daha doğrudur’’ diye söylemesi üzerine Fevzi Paşa, Atatürk’e ‘’Demir çelik yapmak için benim ölümümü bekliyorlar’’ diye haber yollamıştı. Atatürk, Celal Bayar’a ‘’Rica ederim, telefona gidiniz ve kendisine demir ve çelik endüstrisinin Karabük’te kurulacağını haber veriniz’’ demişti. Ordu ile pek ilgilenen ve Terakkiperver muhalefetinden önceki komutanlar vakasından beri dikkat kesilen Atatürk, olası bir harpte kendisi Başkomutan olacağını düşündüğüne göre, barışta askeri kuvvetlerin başında tamamiyle güvenilir bir şahsiyet bulundurmak istemişti. Zaafı bundandır’’ diyor.

Nihayet ekonomi kurallarına aykırı da olsa, İngiltere’den temin edilen krediyle fabrika, H. A. Brassert firmasına ihale edilerek 3 Nisan 1937’de Karabük Demir-Çelik tesislerinin temeli atıldı. Geçen yıllar içinde kuvvet santrali, sinter ve kok fabrikaları ve yan ürün tesisleri, yüksek fırınlar, çelikhane, haddehane, atölyeler ve sosyal tesisler devreye girdi. Aslında Falih Rıfkı Beyin, mühendislerin Karabük’te bulamayacağını zannettiği uygar çevre, Yenişehir Mahallesindeki modern lojman, okul, kulüp, sinema, havuz, spor alanları ile yaratılmaya çalışılmış, gerek mühendis, gerekse üst düzey bürokrat aileler ve çocukları, bu çevrede mutlu olabilmişler, dostluklarını bu yıllara kadar sürdürebilmişlerdir. Ne var ki bu tesisler, mühendis - işçi sınıfı ayrıcalığını da beraberinde getirmiştir.

Ayrıca, bu yeni çevrenin sınai kuruluşa getirdiği maliyet ve yükün ne derece ekonomik olduğu da tartışılır. Yine de esas tartışılması gereken, sınai tesisin rantabilitesi ve üretimin maliyetidir. Demir cevherini demiryolu ile dört bin kilometre öteden, Divriği’den taşıyacaksınız; fazla hacimli ve yüksek tonajlı kömürü yine demiryolu ile iki yüz kilometre öteden, Ereğli’den marşandizlere yükleyecek, taşıyacak ve boşaltacaksınız. Mamul maddeyi, demir ve çeliği yine bu limansız çanağın içinden trenlere ve kamyonlara yükleyip piyasaya arz edeceksiniz. Velhasıl, bunca nakliye masrafını maliyete ekleyeceksiniz. Nitekim devletin bir KİT kuruluşu olan Demir-Çelik İşletmeleri, bu ceremeyi zarar etme pahasına senelerce çekmiş, sonunda % 21.08’ini Kardemir çalışanlarına, % 10.48’ini Karabük ve Safranbolu Ticaret Odası üyelerine, % 68.44’ünü yöre halkı ve işletme emeklilerine, bir lira, evet tam bir lira bedelle satmıştır. Bir nevi Timur’un Akşehir halkına hibe ettiği, halkın besleyemediği ve Nasrettin Hoca’nın Timur’a yakındığı filler fıkrası gibi bir satış. Yine de satıştan sonra yenilenen konvertör sistemi ve haddehanenin revizyonu sonucunda demiryollarının ray ihtiyacının karşılanması ve özel haddehanelerin artışıyla verimliliğin, talebin ve kârın kısmen de olsa yakalanabildiği, hiç değilse Karabük ve yurt ekonomisine katkısı olan bir fabrika olabilmiştir.

Şimdi fabrikanın kurulma arifesindeki Karabük’e dönelim. Karabük, Türklerin Anadolu’da sıfırdan kurdukları ikinci şehir olmuştur. (Birinci şehir Mersin’dir). 1935 yılının Karabük’ü, Öğlebeli köyünün 100 nüfuslu ve 13 evli bir mahallesi idi. Yakınında Osmanlı sivil mimarisi şaheserlerini barındıran Safranbolu bulunuyordu. Orası da hiç önem verilmeyen, tu kaka edilmiş bir beldeydi. Karabük, dört bir yanı dağlarla çevrili bir çanağın içindeydi. Fabrika için seçilen arazi, Soğanlı ve Araç çaylarının birleştiği ve Filyos çayının getirdiği alüvyonlu düzlüktü. Karabük, fabrikanın kurulmasından sonra yamaçta inşa edilen, mühendislerin oturduğu Yenişehir dışında, aldığı göçlerle yeni kurulan mahallelerle süratle büyüdü. Nüfus, 1945’te 10 bine, 1965’te 50 bine çıktı. Bu büyümede özel sektörün kurduğu, fabrikadan alınan kütükleri işleyen haddehanelerin ve gelişen ticaretin büyük rolü oldu. 1966’da İller Bankası’nın açtığı imar planı yarışmasında Prof. Gündüz Özdeş (İTÜ) projesi birinci seçildi. Prof. Özdeş, projesinde Karabük ve Safranbolu nüfusunu % 5 artışla, 1985 için 116 bin olarak tahmin etmişti. Bu tahminin doğruluğu bu günlerde kanıtlanmış bulunmaktadır.

Karabük, artık bir köy, bir kasaba, bir kaza merkezi değil, başlı başına bir il merkezidir. Mahalleler, çanağın etrafında bulunan tepelerde gelişmiş, neredeyse Safranbolu ile birleşmiş bulunmaktadır. 2010 yılı itibariyle Karabük ve Safranbolu kent nüfusu 180 bin, il nüfusu 230 bini bulmuştur. Türkiye nüfus artış oranı binde 15.88 iken Karabük’te bu oran, binde 40.55’tir. Bu da bize kentin göç alma hızının devam ettiğini ve büyümenin devam ettiğini gösteriyor.

Karabüklüler, yaşadıkları kentteki bu gelişimi yüzde yüz Mareşal Fevzi Çakmak’a borçludurlar. Bu nedenledir ki kentin en büyük meydanına bir Mareşal Fevzi Çakmak heykeli dikmeleri, onlara düşen kadirbilirlik örneği olacaktır.


yerguvenc@gmail.com
 

Yayın Tarihi : 27 Kasım 2011 Pazar 12:44:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Sema Dönmez IP: 178.245.201.xxx Tarih : 20.12.2011 15:54:26

  Sayın yazar Yılmaz ERGÜVENÇ, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyoloji Bölümü son sınıf öğrencisiyim ve Karabüklüyüm. Tez konum olan Karabük'ün kuruluşunu 2 yıldır yazılan bütün kaynaklardan okumaya çalışmamın yanında, o günün koşullarını en iyi bilen ve yaşayanlardan da dinleyebilme şerefine nail olduğumu belirtmek isterim. Büyük önder Atatürk'ün Karabük'ü keşfetmesine “Tesis, düşman ordusunun top menzile düşmeyecek kadar içerlek, piyadenin ulaşamayacağı kadar kuytu, süvarinin dörtnala kalkamayacağı kadar sarp bir yerde kurulmalıdır…” sözleriyle önderlik eden Mareşal'in ve sayın İnönü'nün ilerigörüşlülüğünü onları rahmetle anarak kutlarım. Karabük'ün seçimi yerinde olmuştur ki bu fabrikaya oynanan bazı siyasetlerin dışında zarar verebilen olmamıştır. Ki bu şehir modernleşmenin ve gelişmenin Türkiye'de öncüsülerinden olmuştur. Fabrika ile sadece sanayi kurulmamış aynı zamanda bu şehirde sosyal faliyetlerle, klüplerle, sendikalarla, modern binalarla yeni bir toplum inşa etmiş, bu toplum da ileri okullarıyla Demir Çelik Lisesiyle bu ülkeye sanatçılar yazarlar mühendisler profesörler ve diğer fabrikaları kuracak kalifiye elemanlar yetiştirmiştir. Çok şükür ki bu değerli büyüklerimiz de bugün bizleri yetiştiriyor...


Teoman Törün IP: 85.103.106.xxx Tarih : 27.11.2011 15:58:01

Evvelâ yazarı kutlayayım; Demir-Çelik Endüstrisini ve yurdumuzdaki ilk kuruluş yeri Karabük'ü çok derinliğine işlemiş. Saniyen, yazarın lise arkadaşı değerli yazar Turan Oflazoğlunun, "demir" hakkında daha o yaşda büyük bir felsefî derinlikdeki tesbitine hayran kaldığımı belirteyim. Gerçekden demirin insanlığa yararı verdiği zararın milyonda birini tutmamaktadır. Salisen, şüphesiz gerek Büyük Savaşdaki, gerekse MillîMücadeledeki hizmetleri ile kendisine minnet borumuz olan Rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak'ın, Karabük meselesindeki tutumu konusunda Falih Rıfkı Merhuma hak verdiğimi vurgulamalıyım. Gene Falih Rıfkı'nın anılan "Çankaya" eserinde, Atatürkün: "Türkiyede harita üzerinde geniş alanlı stratejik savaş yönetebilecek komutan yoktur. Bizim komutanlarımız, ellerinde dürbün görebildikleri alan içinde savaş yönetebilirler" dediğini naklediyordu. Rahmetli Çakmak'ın II.Dünya Savaşı sırasında "Almancı" olduğundan da belli ki stratejik vizyonu biraz dar. Atatürk'ün, reforma hiç açık olmayan Çakmak'ın hem yaşı hem de sadık bir dost oluşuna hürmeten Genel Kurmay Başkanı yaptığı,  Tee 1955'de Çanakkale Maiyyet Memurluğum sırasında gittiğim Orduevindeki subaylar tarafından da ifade ediliyordu. Karabükde heykelinin dikilmesi önerisine gelince, Dersim anılarının tam gaz açıldığı bu sıralarda biraz kritik bir keyfiyet.          


erdem yücel IP: 82.222.96.xxx Tarih : 1.12.2011 21:44:52

Değerli sütun dostum yılmaz; her zamanki gibi yeni kuşakların pek bilmediği bir konuyu gündeme taşımışsınız. Kutlarım... Demir Çelik tesislerinin bilimsel olarak kömür yatakları yakınında olması doğaldır. Ancak o günün koşullarına göre Mareşal Fevzi Çakmak'ın görüşü de yabana atılmamalıdır.O yıllarda Türk-Rus ilişkilerinin ne olacağı meçhuldu. Tarih boyunca sürekli Ruslarla savaşan bir toplum olarak olası bir savaşta Rus deniz gücünün kıyı yakınındaki tesisleri yok edeceği de açıktır. Çakmak, I.Dünya Savaşı ile İstiklal Savaşına katılmış, piyade, süvari ve topçunun önemli olacağı düşüncesi de normal karşılanmalıdır. II.Dünya  Savaşı o yıllarda patlak vermediğinden Nazi Almanyası'nın gücünü yeni stretejileri bilmeyişi veye düşünemeyişi de  doğaldır. Olaki bu olay II.Dünya Savaşı içerisinde gündeme gelmiş olsaydı hava gücünün ne kadar etkii olacağını dağlarla çevrili çukur alanların da bir işe yaramayacağını öğrenebilirdi.  Kuşkusuz, uçaksavarların da...O günlerin koşullarında asker bugünkü konumuna itilmemiş, ön plandaydı. Nitekim Bulgaristan sınırından İstanbul ulaşacak deniz kenarıdaki kara yolu da bu nedenlerle yapılmamıştı..

Karabük'ün seçimi yerinde olmuştur. Bölgeyi kalkındıması bir yana bir çok önemli kişilerinde yetişmesinde  de rolü  vardır.  Bu yazınızı Karabüklülerden kimler okur bilemem. Yeri gelmişken Demir Çelik tesislerinde uzun yıllar mühendis olarak görev yapan dayım Fahrettin Ergüvenci de rahmetle anarım. Ayrıca Karabük'te yetişmiş, Metalurji mühendisi, eski sarkıcı , bugünkü NTV hava durumu sunucusu Gökhan Abir'e, üniversitede  Karabüklü sınıf arkadaşlarım Selma, Güngör, Süheyla ve futbolcu arkadaşım Feriköylü Hikmet  Galin'e de sonsuz sevgiler..